13. Mühür

190 4 0
                                    

-Ada'nin günlüğünden-
"Düşler bitince başlamaz mı kabuslar?" diyor bir şarkıda.. çok sevdiğim bir şarkıda... bu yaşıma kadar buna inandım hep. Çocuk kalbime, bana okunmayan her masala, gidemediğim her lunaparka, minik avuçlarımla tutamadığım her oyuncağa, bir-çok çocuk gibi tadamadığım her türlü abur cubura, yetişkinlerin zararlı ya da tehlikeli bulduğu her şeyi minik bir kız çocuğu olarak elde edemediğim en küçük muziplige inat, yetişkin oluşumu kenara koymuş ezberliyordum bu yaşımda. Hayatımın bir düş olabileceğine inandım, en azından her çocuk gibi benim de bir süreliğine de olsa, bu hayalî dünyada kalabileceğimi ummuştum ancak sevdiğim her sey beni yanıltmayı da kandırmayı da çok seviyordu. Buna şarkılar da dahildi. Buna şarkılar bile dahildi... Benim oluşumum bile bir kabusun eseriydi. Ben bir günahın, bir eziyetin tohumuydum. Doğuşum bile kabuslara gebeydi, ben baştan aşağı bir felaketken varlığım nasıl hayatta kalabilirdi ki? Şimdi size söylediklerimi bile, ben değil siz biliyorsunuz. Bunlar benim için hala sır.. ama benim de bildiğim şeyler var. Öğrendiğim, yaşadığım.. mesela kimsesizlik, değersizlik, sevgisizlik.. annesizlik, babasızlık... Borasızlık. Bunlar içinde en ölümcülü Borasızlıktı... çünkü ben tek bir insanın her şey olabildiğini görmüştüm onda. Soyut ve somut her sey..."
Ada istemsizce tebessüm etti. Derin bir nefesin ardından devam etti. "Bora olsaydı muhtemelen beni fazla romantik olmakla suçlardı. Ya da o güzel kaşlarını kaldırıp gözleri de toprak rengine büründüğü sırada ' Ölüyorsun Ada, bu defa gerçekten ölüyorsun ve sen hala beni anlatıyorsun. Beni yazıyorsun. Hâlâ öğrenemedin mi ben bu hikayenin kötü adamıyım. Benim yüzümden ölüyorsun! derdi." Ölüyordum. Haklıydı. Kötü adam olduğu konusunda degil, öldüğüm konusunda...Ada'nin gülüşü aniden suratında dondu. "Ben Ada Tözün" yazdı günlüğüne.. "Ruh ölümüne doydum ve artık gerçek bir ölüme hazırım. Beden ölümüme..."
Yine de bir konuda iddia edebilirdi. Hâlâ en ölümcül şey, hasta oluşu değildi. Borasızlıktı. Ve şimdi en çok geride bırakacaklarını düşünüyordu.
Bora'yi.. o kötü adamı seviyordu. Hastalıklı bir şekilde de olsa.
Zavallıca, aptalca, çok aptalca!
Bir de annesi vardı.
Selda..
Yeni bulmuştu.
Ki bu onun için hala sırdı.
Selda, bu duvarları o gece yıkmasaydı, belki de hiç fırlamayacaktı bazı sırlar saklandıkları kuytudan. Keşke duvarlar sağlam kalsaydı.. Ada öleceğini bilirken, karşısına dikilmiş bir anneyle sadece daha fazla yara alırdı.. ki öyle olmuştu.
"Sen benden gidemedin anne ama özür dilerim ben senden hakkını vererek gitmek zorundayım."
Kısık bir nefes bıraktı yattığı yerde Ada. Elindeki kalem titriyordu.
"Hazır değilim" yazdı.
Tek damla gözyaşı gözünden aktığı sırada "ölmek istemiyorum." yazdı tekrar.
"Yaşamaya doymadım."
"Sana doyamadım anne."
"Affet, Bora. Buraya kadarmış."
"Sana da doyamadım."
"Bu kez sağlam gidiyordum.
Ne Bora, ne annem beni kurtaramazdı.
Bedenimde 48 farklı zehir dolanıyordu.
Kimisi çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar, kimisi de isimsiz. Tek bildiğim fiziksel ve psikolojik sayısız hap ve sıvı kanıma iğne yoluyla enjekte edilmiş iç organlarımı parçalamak için an kolluyordu. Başka bir deyişle bedenim mayın tarlasına dönmüştü ve bu artık benim gerçek bir ölüme koşma hikayemdi.

3 gün önce

Selda vazgeçmişti. Önce bu şehirden, sonra da karşısına daha henüz bir ay önce çıkan küçük kızdan vazgeçmişti. Kızı gittikten sonra hayatını karanlık bir yas çevrelemişti ve o Ada sayesinde bu yastan kurtulduğunu hissetmişti. Itiraf etmesi zordu, kabul etmesi daha da zordu ama Ada ile hayatına devam edebilirdi. Tekrar gülümseyebilir, gamzelerine kadar ortaya cıkabilirdi. Üstelik kızı karşısına geçmiş onu yargılıyordu. Her gördüğü küçük kızın bakışlarına zihninde hüzün biçiyor ve o hüzün onu içine hapsediyordu. Selda kendi kendine "Yapmadım anneciğim, onu kızım saymadım. Seni unutmadım" dese de o hüzün dalgası dağılmıyordu ama sonra tüm o yargının nedeninin düşündüğü Ada olmadığını anlamıştı. Zihnindeki kızının sesini daha net duymaya başladı. Gördüğü her yüzde aynı sesi duydu. Ada'nin içindeki çığlık tüm yüzlere bölünmüştü sanki. Kızı ona başka bir bedeninin içinde gülümsemişti. Ne yazık ki onun sesinin "Anne, ben ölmedim" feryadına çok geç kalmıştı Selda. Ruh kızınındı, bedende kızınındı. Ada, onun kızıydı. Karnından çıkan, izini taşıyan, gözlerini kendine kopyalayan, saçlarını paylaşan, içinde büyüttüğü çiçekti. Büyümesine tanık olamasa da onun parçasıydı ve şimdi ona geç kalmıştı. Kızı, ölüyordu. Bunca yıllık sahte yas, rötarlı da olsa onu bulmuştu ancak bu defa buna izin veremezdi Selda.. keşke koşa koşa gittiği kapının önünde kelimenin tam anlamıyla kan revan içinde kalan kızına bakarken de aynısını söyleyebilseydi... cesareti o an tuzla buz olmuştu. Bu onu ilk bu halde buluşu değildi ama bu kızını ilk bu halde buluşuydu. Kızına ilk bakışıydı..ve kızı çoktan ölümün kucağına düşmüştü. Kucağında yatan bu beden şimdi ona bir mezarın içinden bakıyordu ve dudaklarından dökülen o kelime Selda'nin icini eziyordu. "Anne? Anne, sen mi geldin?" Anne, götür beni buradan. Anne?" Selda'nin kulakları uğulduyordu. Sesler ona çok uzaktan ulaşıyor gibiydi. Sarsıntı geçirdiğini hissetti Selda, kucağında yatan kızı titriyordu, tıpkı kendisinin de ellerinin titrediği gibi. Başka sesler de vardı, çok ses vardı. Başının çatladığını hissediyordu. Başını biraz kaldırıp diğer seslerin sahibine baktı. Bora'yi gördü önce, arkasında Belma hanım ve Zafer Bey de vardı. Bir de Elif... Bora'nin gözleri korkuyla büyümüştü. Elleri Ada'ya uzanıyordu ancak Ada'nin bedeni inatla ona arkasını dönmüş, kucağında yatmış olduğu kadının beline sarmıştı kollarını. Zorlukla açık tuttuğu gözlerini kadına çevirdi. Gözleri kesiştiginde Selda boştaki elini saçlarına attı. Anneciğim dedi yutkunarak. Geçecek, iyi olacaksın. Korkma, tamam mı? Sana söz veriyorum dedi. Bora'nin telaşlı sesiyle ona döndü Selda. Ancak sesler domino taşı gibi birbirini takip etti. Bora eğilerek Ada'yi almak istedi. Hastaneye gitmemiz lazım, hemen dedi korkuyla. Zafer Bey Ada'nin durumuna üzüldüğünü belirten sözler sarf ederken Belma ise Selda'nin kim olduğunu sorguluyordu. Zafer kendi düşüncelerinde boğulmuş onu duymuyordu. Zafercigim bir şey soruyorum diye direttiği sırada Zafer sinirle soludu. Şimdi sırası mı Belma? Konumuz bu hanımın kim olduğu mu dedi. Aşk olsun Zafer diye küskünlüğünü belli eden Belma bu defa oğluna döndü. Boracıgım, oğlusum sen söyle hadi diye ona yaklaşıp elini omzuna attığında Bora onu zaten ne görüyor ne duyuyordu. Belmanin istediği cevabı uzun bir süredir sessiz, gözlerini bir Ada ablasinda bir Selda da gezdiren Elif verdi. Bu kadın Ada ablanın annesi dedi heyecanla. Çok benziyorlar değil mi anneanne dediğinde Selda bir an gözlerini Elif'e değdirip gülümsemişti. Elif'in coşkusu kimseye gerekli enerjiyi getirmemişti ama Bora bu boşlukta uzanıp Ada'yi kucaklayabilmişti. Selda yavaşça oturup kaldığı eşikten dogruldugunda gözleri Zafer ve Belma'ya takıldı. Ardından kendini gülümsemeye zorladı. Üzgünüm dedi. Böyle pat diye düştüm, kapıya dayandım ama benim için de sürpriz oldu, o da dedi Ada'yi işaret ederek benim hayatıma ansızın girdi. Her sey benim için çok yeni. O bir süredir benimleydi ancak daha birkaç dakikadır kızım olarak karşımda. Ve onun Bora'yla olan ilişkisi biraz inişli çıkışlı olduğu için- dediği sırada konuşması Ada'ya takılan gözleriyle kesilmişti.
Ada Selda'nin kollarından alındığını ve bir başkasının kucağına geçtiğini anlamıştı ancak bu kısacık süre onu tedirgin etmiş, çığlık atmamak için nefesini tutmuştu. Sert bir soluk bıraktığında göğüs kafesinin sizladığını hissetti. Kucağında bulunduğu kişinin herkes olmasını bekleyebilirdi ancak neden bilinmez Bora olacağını hiç düşünmemişti. Bora'nin tedirgin elâları Ada'nin korkak yeşilleriyle kesiştiginde zaten oldukça cılız tutuşu iyiden iyiye titremisti. Şimdi Ada'yi tutan şey sanki elleri değil, yaralı hisleriydi. Aralarında sessiz, sakin ama yoğun bir dalga dolanıyordu. Dilleri susmuştu, gözleri ise yorgun bakıyordu ikisinin de. Herhangi bir cümleyi paylasacak durumda değillerdi. Ada hissediyordu ki birkaç saat önce yaşanan her şey veda busesiydi. Yaşayacakları daha mutlu başka bir anları olmayacaktı, bedenleri belki birbirine esir kalsa da hislerinin müziği susmuştu. Bundan sonrası düşüştü. Tek dileği sırtındaki elleri olmasındı onu iten. Düşlerinin kırıldığı ilk noktayı hatırlamıyordu ancak şimdi onun gözlerine baktığında gördüğü şey düşüşlerinin başlangıcıydı. Bora bir şeyler söylemek istedi, Ada'nin gözleri bu kadar üzgün bakarken susmak hüznü büyütürdü. Ada dedi kısık sesiyle. Benden korkma, ben senin düşmanın olan o adam değilim. Yaşadıklarımızı hatırla, gülüşlerimizi. Sevincimizi, özgürlük hissini. Unutma. Sana söylediklerimi.. ben senin her bakışını, her gülüşünü, her kelimeni, gözyaşlarını, susuşlarını hepsini zihnime ezberlettim. Hepsi orada, hiç kimse onları benden alamaz. Kalbim de dursa, dilim de sussa zihnim seni konuşur. Bana uzak bakma böyle.. dedi sesi cılız çıkıyordu şimdi. Tamam affetme dedi sonra ama yine de yaşanan güzel şeylerin hatrına beni uzak bilme. Atma bir köşeye. Ezip geçme, yıkma anılarımızı. Ada'nin kanaması artmıştı ancak Bora'nin bunu görecek hali yoktu. Ada cılız sesiyle konuştuğunda eli Bora'nin ensesinden kaydı. Beni yere indir Bora dedi. Bora'nin sözlerinin üstünde durmamıştı. İçten içe belli etmese de çok acımıştı içi ama konuşmak istemiyordu. Hayır dedi kucağında bir Ada ile bir iki adım atarak. Bir şey söyle. Ada, lütfen bana bir şey söyle. Beni karanlıkta bırakma. Bora şuan bunu dedi Ada yorgunca. Kısık bir nefes bıraktı ve devam etti. Benim halim yok. Ben.. dediğinde Bora'nin bakışlarına takıldı gözleri. Ben sana bir şey yapmıyorum dedi birden bire. Ben seni ezmiyorum. Hiçbir şeyi yok saymıyorum. İyi kötü ne varsa zihninde biriktiren ve tüm bunlara rağmen seni affetmeye çalışan, sevmeye devam eden benim Bora. Senden gelecek en ufak bir şefkati, sevgiyi, gözlerinde bulacağım o sıcaklığı aradım. Tutunmaya çalıştım, ittin. Hep ittin. Sen beni hep ittin! Ben hep aradım, ben çaresizce bir aptal gibi sadece aradım. Hiç bulamadım ama hep bulduğumu sandım, sana kandım. Çaresiz bir aptal gibi! Çünkü aynen buydum ben! Çaresiz bir aptaldım! Sen dedi gülümseyerek bir an için. Kan her yerindeydi. Dişleri bile kan doluydu Ağzının kenarı, çenesi, boynu... Devam etti. Sen aşka inanmayan, masallardan, hayallerden, rüyalardan, efsanelerden her şeyden nefret eden o adamsin ve daha bir kaç saat önce bana bir masal anlattın. Daha önce kimse tarafından fark edilmemiş, okunmamış bir masal.. o kadar güzeldi ki. Duyduğum en güzel masal olabilirdi, yaşadığım ve hissettiğim en güzel şey olabilirdi. Oldu da. Şimdi ise ölüm uykusuna yatacağım. Sen bana sadece, huzurlu bir ölüm vaad ettin Bora, daha fazlasını değil. Çünkü sen o adam değilsin, o bir masaldı ve sona erdi. Şimdi beni yere indir dedi tekrar inatçı ses tonuyla. Senin bana şefkat göstermen için, bana öyle sıcak bakman icin benim ölmek zorunda olmam ne acı... Yaşarken beni sevemiyorsun dedi en sonunda ve Bora onu yere indirdi afallayarak. Ada hızla uzaklaşıp Selda'nin yanına varmıştı. Koluna tutunup dengesini bulduğunda Selda ona döndü. Yürüyebilecegine emin misin Ada diye sordu. Değilim dedi kırık gözleriyle Bora'ya bakarken ama Bora artık ona bakmıyordu. Başını yere egmiş, gözleri de uzaklara dalmıştı. Bora tekrar Ada'ya baktığında gülümsemeye çalışıyordu. Hastaneye gitmek zorundayız dedi ve kapıya yürüdü. Herkesin peşinden gelmesini bekliyordu ama anne ve babası dahil hiç kimse bir adım bile atmadı. Bora dönüp onlara baktığında öfkeyle elini saçlarından geçirdi. Adem elmasi patlayacak gibi atıyordu, nefesleri sıklaşmıştı. Gecenin karanlığında sesi yankı yapıyordu. Ada diyerek bağırdıginda hızla yaklaşmıştı ona. Sesi kükrer gibi çıkmıştı. Ada sesinin şiddetinden irkilmişti. Kolunu yakalayıp onu dışarıya sürüklediğinde kimsenin engel olmaya vakti olmamıştı. Bora dişlerini sıkıyor, Ada'nin bileğini sarmış koşar adım evin bahçesinden cıkmış sokakta ilerliyordu. Ada'nin kalbi çırpınmaya başlamıştı, korku dolu soluğu ve titrek iniltiler eşliğinde peşinden adımĺıyordu. Elini kurtarmayı denemişti ancak o kadar sıkı tutuyordu ki Ada'nin bileği kızarmış olmalıydı. Canı yanıyordu. Bora'nin parmak boğumları beyazlamıştı. Bora! Yavaşla! Bora! Korkuyorum! Ada sesini duyurmak için uğraşıyordu ama Bora onu duymuyordu bile. Bora canım yanıyor, bileğimi sıkmayı bırak dedi Ada da bağırarak. Bora durmadi. Ada'nin korkusu onu daha beter sinirlendiriyordu, adımları hızlanıyor ve bileğine uyguladığı güç kontrolsüzce artıyordu. Ada kaşlarını çatmış, güçlükle kurtulmaya çalışıyordu. Hem öfkeleniyor, hem telaşı artıyordu. En sonunda var gücüyle bağırıp sokağı inlettiginde Bora'yi durdurabilmişti. Zorbalık yapmayı bırak artık! Bana her sinirlendiginde ya da karşında düşündügün gibi bir aptallık sergilemediğimde canımı yakamazsın. Bana bu şekilde davranıp sevgiden aşktan bahsedemezsin, tamam mı?" Ada kolunu öfkeyle salladı. Bora bileğini bırakmasa da adımlarını durdurmuş ve ona bakmıştı. En nihayetinde o da ağzını açtığında öfkeyle yüzünü yüzüne yaklaştırmıştı. Zorbalık yapmıyorum Ada! Hastaneye götürmeye çalışıyorum! Ne durumda olduğunun farkında değilsin herhalde. Ağzın yüzün kan içinde! Burnundan durmaksızın kan akiyor ve sen bu durumda bile bana laf yetiştiriyorsun! Göz zevkini bozdugum için özür dilerim dedi Ada sinirle. Sonra bir anlığına durdu. Çok pardon, unuttum. Ben kimim ki değil mi? Affedersiniz Bora bey! Klasik Ada işte! Sinir bozucu ve salak! Ben onu mu dedim Ada? Ben göz zevkimin bozulduğunu mu söyledim! Ben ne dedim sana? Senin kafan almıyor mu Ada! Basmıyor mu söyle dediğinde bileğini çekmiş, onu kendine yaklaştırmıştı. Ben sana salaksın mi dedim! Ben sana aptal mi dedim! Ne ile suçluyorsun sen beni farkında mısın? Tek istediğim hastaneye götürmek! Senin bu canavar saydığın adamin tek isteği iyileştirmek! Sen ne halde olursan ol benim için güzel kalacaksın Ada! Tamam mı? Istediğin cevabı aldın mı? Rahatladın mi? Hayır dedi Ada da bağırarak. Tamam değil! Hiç-bir şeye tamam değil! Söylediğin sözlerin hiçbirine inanmıyorum! Sen sadece öfkemden sıyrılmanın dersindesin. Alışmışsın her sözünü emir sayan, her hareketine itaat eden Ada'ya! Ben sana bir sey diyeyim mi? Yok! O Ada öldü! Yakında bu Ada'nin da cenazesini kılacaksın, gözün aydın! Bora'nin gözleri dolduğunda öfkeyle Ada'nin kolunu büktü. Kırmadı ya da kalıcı bir hasar vermedi ancak arkasına geçip kolunu kıstırdığında Ada acıdan çığlık atmak istemişti. Bora hiddetli çıkan sesiyle konuşurken başını kulağının dibine kadar getirmişti. Ölümden bahsetmenden nefret ediyorum! Ölümden bahsettiğin zaman senden de nefret ediyorum! Bora onu bıraktığında Ada dolu gözleriyle bağırdı. Bende senden nefret ediyorum! Bende sürekli olarak canımı yakmandan, kendimi kötü hissettirmenden yoruldum! Nefret ediyorum tamam mı? Bana kendimi bir böcek gibi hissettiriyorsun! Beni mutsuz ediyorsun! Beni korkutuyorsun! Canımı acıtıyorsun! Kalbimi ağrıtıyorsun! Bıktım Bora! Bende bıktım! Sürekli ağlatıyorsun beni! Seninle güldüğümüz her anın acısını çıkarıyorsun! Evet, güldük! Evet, eğlendik ama şimdi ne oldu? Şimdi, şu halin ne Bora? Zorba değilim, canavar değilim diyorsun madem öyle bu şekilde davranma o zaman! Ada dedi Bora sakin çıkarmaya çalıştığı sesiyle sadece iki seçeneğin var! Şimdi ya benimle gelirsin, hastaneye gideriz, ya da eve döneriz! Başka bir şık yok! Bora sözünü bitirdiğinde sokağın başında onlara yaklaşan Selda'yı gördü. Bora! Ada! Bağırarak yanlarına yanaşmıştı. Bir yandan da sokak boyu koştuğu için nefes nefese kalışı onu zorluyordu. Elini karnına atıp eğilerek düzene girmesini bekledi. Kısa bir süre sonra Ada ona ilerledi ve kolunu tuttu. İyi misiniz diye sordu anlayışlı bir ses tonuyla. Neden koştunuz? Biz.. durdu. Bir an için Bora'ya baktı. Gelirdik dedi cılız bir sesle ancak Bora'nin bakışları aksini söylüyordu. Ada da iyi biliyordu. Eve dönmeye niyeti yoktu Bora'nin. Selda başını kaldırıp Ada'ya baktığında biraz olsun düzene girmişti kalp atışları. Hayır dedi sonra. Gelmeyecektiniz. Bora'nin seni götürme şeklinden net olarak belli oluyordu bu. Öfkeli bakışlarını Bora'ya dikti ve birkaç adım ona yaklaştı. Selda'nin kararan yeşil gözlerini gördüğünde Ada korkması mi gerekir bilemedi. Sesiniz sokağı inletiyor dedi karanlık bir ses tonuyla. Bas bas bağırıyordunuz ve inanır mısın Boracıgım kelimesi kelimesine duyduk. Annen, baban, yeğenin ve ben.. ve tabi bütün mahalle dediğinde ses tonu bir tık artmıştı. "Boracıgım" derken ki ses tonu ise tiksinir gibi çıkmıştı. Ada şaşkındı. Selda'nin bu yanını hiç görmemişti, ilk defa şahit oluyordu. Gerçeği söylemek gerekirse o tatlı kadının içinden böyle bir nefretin fırlayacagini da düşünmemişti. Selda'nin ifadesi yumuşayıp, sesi daha sakin çıkmaya başladığında arkadaş tonuna geçmişti. Ben seni anlıyorum dedi Selda. Onu seviyorsun, onun için endişeleniyorsun, iyi olmasını istiyorsun. Korkuyorsun. Sen iyi bir çocuksun Bora. Sen iyi bir çocuk ama kötü bir aşıksın. Sen onu iyileştirmek için çıktığın yola diken serpiyorsun sonra da böyle.. az önce yaptığın gibi dedi eliyle aşağıyı işaret ederek. Onu, o yolda yürümesi için zorluyorsun. Onu sürüklüyorsun dikenlerin içine. Dudaklarını sıktı. Sonra ne oluyor dersin dedi. O hastalığına tedavi bulamadan, senin ellerinde kan döküyor! Benim kızım dedi bağırarak. Senin yüzünden ölüyor! Sonra bir çırpıda Ada'nin yanına vardı ve onu işaret etti. Bak ona! Ona bak Bora! Senin ellerin akıttı bunca kanı, yara bandı olasın diye sana koştuğu her an sen onu zehirlemeyi tercih ettin Bora. Sen onu seviyorsun ama onu öldürmeyi ondan çok seviyorsun! Benimse sana yem edecek bir kızım yok, anlıyor musun? Ben yirmi yıl yas tuttum, daha fazla devam edemem anlıyor musun? Artık olmaz! Bu kızın hiçbir zaman tek şansı sen değildin! Şimdi de değilsin! Sana muhtaç değildi Bora, sadece sevdi. Sana sığınmayı tercih etti ama buraya kadar Bora Doğrusöz! Kendine oynayacak başka bir kız bul! Onun seni ne kadar sevdiği ya da senin onu ne kadar sevdiğin umrumda değil. Sen sevmeyi öğrenene kadar kizima yaklaşmayacaksın! O benimle gelecek, benim yanımda kalacak! Ve sen evin yakınına yaklaşsan bile polis çağırırım anlıyor musun? Sözlerini bitirip bağırmayı kestiğinde Bora'nin gözleri Ada'ya kaydı. Selda'nin arkasında durmuş elini tutuyordu. Kendisine bakmıyor ve susuyordu. Selda ona döndüğünde bacakları kendini taşımayı reddetmişti. Gözleri kapandığı sırada Selda onu yakaladı ve Bora'ya tekrar bakmadan gecenin karanlığında kucağında Ada'yla yürümeye başladı. Saatlerce yürüdü... kucağında kanlar içinde yatan kızını taşımanın bilinci, cümlenin içindeki "kızı" ve devamındaki "kanlar içindeki" ifadesi ona mutluluğu da acıyı da yaşamak için imkan tanımasa da Selda'nin içi rahattı. Başını biraz eğip, kızına baktı, uyuyordu. Yeni doğan bebeginin kulagına isim fısıldar gibi ona egilip dudaklarını araladı. Bundan sonrası sevgi ve şefkatle iyileşme süreciydi. "İyileseceksin küçük kızım, ben seni iyilestirecegim. Hem bedenine, hem zihnine şifa olacağım, sözüm olsun sana. Anne sözü. Yanında olamadığım, eksik ya da yaralı kalan her yaşına yeniden döneceğiz, en başından başlayacağız yavrum. Her yaşına hak ettiğin sevgiyi bırakacağım. Kırık bir çocuk olarak kalmayacaksın. Sen iyi olacaksın, küçüğüm." Sustuğu sırada Ada gözlerini kırpıstırdı, uyanıyordu. Açtığı gözleri ilk olarak gökyüzüne değmişti. Binlerce yıldız ona bakıyordu. Annem yıldızlarımı geri verdi diye düşünerek gülümsedi. Sonra bedeninin hareket ettiğini hissetti ama yürüyen kendisi değildi. Kucakta taşındığını algılayan zihni başını biraz yukarı kaldırdığında gözlerinin Selda'ya degmesiyle durumu çözmüştü. Siz dedi hemen.. biz. Nereye gidiyoruz? Ben ne zaman uyudum? Bora nerede? Evimize gidiyoruz meleğim diyerek gülümsedi Selda. Kaşlarını kaldırarak başını oynattı ardından. Bora'yi orada, kendi evinde bıraktık ama gelsin istersen arayabilirim dedi Selda. Gardını indirmişti. Daha doğrusu bugüne kadar kızının aileye dair bildiği tek kişiyi elinden öylece almak hakkı değildi. Bu yüzden Bora'ya olduğu kadar sert sınırlar çizemedi Ada'ya. Öğrenecekti, elbette gerektiği kadar. Yok dedi Ada mahmur sesiyle. Yani şimdilik, gelmesin. Biraz yalnız kalsın, sıkılmıştır benden dedi dudaklarını bükerek. Sonra eliyle saçlarını ittiginde yeniden kazandığı heyecanlı sesiyle Selda'ya döndü. Biliyor musunuz? Annemi gördüm rüyamda. Bana cok güzel şeyler söyledi. İyilestirecekmis beni, söz verdi. Her yaşımı sevecekmiş benim, birlikte parka gidip, oyunlar da oynar mıyız sizce? Yasaklamaz değil mi, zararlı diye pamuk şekeri? Büyüdün artık diye almaz elimden oyuncağımı değil mi? Hiç tanıyamadım onu, eğer bir kere gözlerine bakabilme şansım olsaydı bu sorulara yanıt bulurdum. Keşke uyanmasaydım dedi üzgün bir sesle. Selda tebessüm etti. Bir süre ne diyeceğini düşündü ardından dudaklarını araladı. Bence annen, bu saydıklarının hiçbirini senden almazdı. Seninle çocuk olur, seninle büyürdü. Duraksadı Selda. Bir sey daha söylemek istedi ama yanlış anlamasından korktu. Seni iyileştirdiği sırada, o da seninle iyileşirdi dedi en sonunda. Ada hızla başını ona çevirmişti ve masum bir ses tonuyla sordu. Annem hasta mıydı? Selda'nin gülümsemesi büyüdü. Hayır dedi hemen. Sadece kırık, senin gibi. Kırıktı yani dedi sonra düzelterek. Ada, o konuştuğu sırada pür dikkat onu dinledi. Birisiyle annesi hakkında konuşabilmek veya birinin ona annesini anlatması çok güzel bir duyguydu. Teyzeleri, hiç konuşmazdı. Aslında teyzeleri onunla gerekmedikçe, konuşmazdı. Yalniz büyümüştü Ada, belki de bu yüzden aile kavramını teyzelerinde değil Bora'da bulmuştu. Sıcak bir his bulduğu ilk yere sığınmış, ev yapmıştı orayı kendine. Bora'yi seviyordu ya da pişman değildi ama Bora, bunca sevginin içinde de olsa hasta ruhlu bir adamdı. Fazla belirgin olmasa da tehlikeli bir yanı vardı ve güvenli değildi. Ada anlayamıyordu. Hasta bir adamı sevdiği için mi hasta olmuştu yoksa zaten hasta bir adamı sevecek kadar hasta mıydı? Ada bu soruya bir cevap bulamıyordu. Hangisi daha kötüydü? Şefkat dolu bir kalbi kendine hak görmemesi mi? Yoksa zihninde kendine özel bir zindan bulunması mi? Bora haklı miydi? Bu soruları kafasından atarak tekrar dikkatini Selda'ya verdi. Annemi tanıyormuş gibi konuşuyorsunuz dedi ve devam etti. Hatta dedi. Yutkundu. Annem yaşıyormuş gibi? Bu aslında bir soru değildi ama sorar gibi çıkmıştı dudaklarından. Belki bir umut, cevaplar diye. Ne yapacaktı ki ölümünü mü onaylayacaktı? Verebileceği tek cevap buydu. Annen yaşıyor diyecek hali yoktu ki.. Ada üzgün bir edayla başını eğdi. Sorduğuna pisman olmuştu. Selda'nin sessizliği bir cevaptı zaten, hakkını vermeliydi. Hiç değilse onaylayarak canını yakmamıştı.
Selda Ada'nin sorduğu soruyla iyice kapana kısılmış gibi hissetti. Ona söylemeyi zaten istiyordu, söyleyecekti. Sadece ne zaman, nasıl yapacağını bilmiyordu. Doğru zamanın şimdi olduğunu da sanmıyordu ama sessiz kalarak üzmek istemiyordu Ada'yi. En sonunda cümlelerini toparlayabildiginde temkinle cevapladı. Bu soruyu daha sonra yanıtlayabilir miyim? Ada'nin gözleri irileşti. Bu ne demek dediğinde Selda başını yana yatırarak özür diler gibi baktı. Sonra lütfen dedi tekrar. Bu sırada evin bahçesine girmişlerdi. Bir iki adım attı kapıya doğru. Ada'yi tutuşu sıkılaşmıştı. Ada dedi fısıltıya yakın sesiyle. Burada ne oldu? Kekeliyordu. Ada gözlerini kapattı. Biraz korku, biraz da acıyla.. şimdi birkaç saat öncesinin hatıraları zihnine dolmuştu.. kendini astığı an, Bora'nin geldiği, kavga ettikleri an.. ardından Bora'nin kapıyı kırışı...dizlerine sarılarak ağlaması... Bora bugün onun karşısında hüngür hüngür ağlamıştı. Sonra sözleri.. kendi sözlerine bile inanası gelmiyordu Ada'nin... kabul etmişti, yaptığı her şeyi.. canını alan her darbesine kucak açtığını söylemişti bugün Ada ona.. bunu yaptığına inanamıyordu. Yaşarken gırtlağına saplanan her bıçağı öpmüştü sözleriyle, belki de haklıydı Bora. Şimdi hak vermişti ona. Sözlerinin doğruluk payı çok büyüktü. Kendini tekrar ana döndürünce bedenini titreten, onu sarsan bir çığlıkla irkildi. Çığlık o kadar kuvvetli ve acıydı ki Selda'nin kucağından yere düşmemek için kollarını ellerini beline doladı. Selda o kadar acı bir tonda çığlık atmıştı ki yüzünü ona gömdü Ada. Koşar adımla eve girince, onu sakinleştirmek ister kucağında hareket etti. Selda ise aksine kesik kesik çıkan sesiyle aralıksız çığlık atıyordu. Kırılmış kapı, salonun her yerine dağılmış cam parçaları, tavandan yere düşmüş avize, yan yatmış sandalye ve koca bir halat salon zeminine dağılmıştı. Ada dedi onu yere indirerek zar zor. Burada ne oldu? Bu kapı neden kırık? Bu avize? Bu ip? Ada, burada ne oldu dedi kontrolsüzce bağırarak. Ada, o an sadece dengesini bulmaya çalışıyordu. Başı dönüyordu, zeminle yeni buluşan ayakları sanki bu hisse yabancıydı. Gözlerini ona çevirdiğinde korkakca tek eliyle diğerini kavramıştı. Güçlü olması gerekiyordu. Selda çok kızmış olmalıydı. Şey dedi göz teması konusunda pes ederek. Gözleri çok öfkeli bakıyordu, içindeki ormanla beraber onu da yakmasından korktu Ada. Dağınıklık için üzgünüm, ben düşüneme- derken Selda sarsak adımlarla üzerine yürümüş ve öfkeyle bağırmıştı. Ada korkakca geriye sıcradı. Sen beni aptal mi sanıyorsun Ada! Çocuk mu kandırıyorsun sen! Güçlükle yere eğilip halatı eline aldı. Ada bu sırada korkuyla kollarını yüzüne siper etmişti. Bu ne anlama geliyor Ada! Kırılmış kapı, yerdeki sandalye, parçalanmış avize ne anlama geliyor! Acıyla kahkaha attı Selda. Dağınıklıkmış dedi bastıra bastıra. Özür dilermiş dedi ardından. Duvarın dibine yüzünü koluna gömerek sinmiş Ada'ya baktı. Sen buraya bin tane adam doldursan bu kadar dağıtamazsın derken sesi kısık çıkıyordu. Histerik tonlamasiyla tekrar konuştuğunda şimdi de benden korkuyorsun dedi. Sana zarar vereceğimi düşünüyorsun! Selda ağlamaya başladı. Ağladığını fark eden Ada kollarını indirdi. Ona yaklaşmaya çalıştığında Selda'nin bedeni yere çöktü. Hayır korkmadım dedi Ada hemen. Sizden korkmuyorum, üzgünüm ben sadece bir an için.. Evet bir an için dedi Selda bağırarak. Devam et! Söyle! Korktum de! Sonra da de ki durdu elindeki halatı sıktı. Ben kendimi asmaya kalktım! Ben sana geri döndüğünde karşı karşıya kal diye gerçek bir ceset bırakmak istedim de! Söyle! Cevap ver dedi bağırarak. Ardından hızla ilerleyerek cam vazoyu aldı ve yere fırlattı. Her yer iki kat cam kırığı olmuştu. Ada tekrar sıçradıgında Selda uzanıp onu tuttu. Bana bir cevap vermek zorundasın Ada dedi sinirle. Ada korkak bir ses tonuyla sonra konuşsak dedi. Hayır, şimdi konuşacağız dedi reddederek Selda. Alaycı bir gülüşle başını salladı. Kendini asmaya kalktığını görüyorum Ada, bu gayet açık dedi ansızın. Hatta dur tahmin edeyim, bu kapıyı da Bora kırdı değil mi? Tüm bunları bir filmi izler gibi gördüm kapıdan girdigim ilk an... ben seni tanıyorum, acılarını biliyorum, aşkını biliyorum ama sen bunca zaman oldu beni hiç tanımamışsın. Geriye gitti biraz. Canı yanmıştı, Selda'nin canı neye yanacağını bilemeyecek kadar büyük bir yangınla savaşıyordu. Göğüs kafesinin sizladığını hissetti. Güçlü değildi, o kızı kadar güçlü değildi. Şimdi gördükleri kaldırabileceginin ötesindeydi. Bora'yi aramamış olsaydı, göreceği manzaranın fikri kanını çekiyordu. Ada'dan uzakta bir noktaya bıraktığında kendini, başını dizlerine gömdü. Sessiz hıçkırıklarını serbest bıraktı. Üstelik bir de ona zarar vereceğinden korkarak duvara sinmesi vardı. Bu anı zihninden silemeyecekti Selda. Burnunu çekerek yüzünü ona döndü. Ben senin kadar güçlü değilim dedi. Sen çok öldün, çok acılar çektin ama bende bugün burada öldüm Ada. Bu gördüğüme anlam vermek bile bir yerde kolay belki ama az önce olan şey.. sende hissettiğim korku. Ben bunu kaldıramam Ada. İtiraf edemiyorsun, aksine reddediyorsun ama gözlerinde gördüm ben o korkuyu. Ben dedi Ada onu durdurmak isteyerek. Söyle Ada dedi Selda sesini yükselterek. Hislerinin arkasında dur, söyle! Senden korktum de! Ben elin adamının bana işkence etmesine boyun eğdim defalarca ama senden korktum de! Gözünün içime bakışlarını, üzerime titreyislerini yok saydım, sana yaşattığım bu acıyı senden korkarak taçlandırdım, şahlandırdım de! Ben aylarca annemin gözünün içine baka baka ölü anneme ağladım ama gözümün önünde bana anne olan kadını görmedim de! Desene Ada, bir şey desene diye bağırdıginda bedeni titriyordu. Ada başını eğmiş, dolu gözleriyle onu izliyordu. Elinden hiçbir şey gelmedi. Ben bugün kendimi değil annemi astım de! Ben bugün, yıllarca hasretini çektiğim annemden korktum de! Ben annemi buldum, bulduğum saniye de ellerimi boğazına geçirdim desene! Ada yutkundu. Ne demişti o? Annen mi demişti? Anlamıyordu. Siz dedi dudakları titreyerek ona yaklaştı. Ne demek istiyorsunuz siz? Ben yanlış mi anlıyorum.. Ben? Nasıl dedi sonra? Sormuştun ya yolda dedi Selda. Annem yaşıyor mu, tanıyor musunuz diye... evet dedi kısık sesiyle. Annen yaşıyor Ada. Bende tanıyorum! Kim dedi Ada elleri titreyerek. Kalbinin ağrıdığını hissetti. Nerede? O nerede? Siz? Ne demek istediniz az önce? Ben... anneme.. ne yaptım? Kekeliyordu. Dizlerinin bağı çözüldü. Bedenine kurşun saplanmış gibi hissediyordu. Bütün bunlar gerçek olamazdı değil mi? Bu kadın.. Selda.. annesi olamazdı.. bunca zaman yanı başında... Ada'nin ağlaması şiddetlendi. Tutunacak, sarılacak birini aradi ama yoktu kimse. Yoktu tutunacak bir şey.. Bağırdı. Anne! Anne yardım et! Anne! Gözyaşlarına boğuldu. Anne ben sana.. anne diye bağırıyor ama bir türlü cümlesinin devamı gelmiyordu. Gözleri bir an için Selda'ya değdi. Ona bakıyordu ama sessiz kaldı çığlığına Ada'nin. Ada bunu görünce ağlaması şiddetlenmişti. Onu incitmişti. Annesini incitmişti. Anne dedi sonra daha sakin direkt ona bakarak. Seslenişi karşılık bulmadı. Tekrar denedi. Anne! Bir iki adım attı ona doğru. Anne, affet! Anne! Ben ölmek istememiştim, anne ben yaşamak istiyorum. İçim yaşamak istiyor. Senden de korkmadım, sen benim.. annemsin. Anne dediğinde karşısında hüngür hüngür ağlayan Selda ayağa kalktı. Gözlerini sildi ve Ada'ya yaklaştı. Onu göğsüne hapsettiginde eli saçlarına gitti. Ada'nin bedeni titriyordu.
Göğüs kafesi attığı sayısız çığlıkla deliniyordu. Dakikalarca susmadı Ada. En nihayetinde yorgun düştü ve yere yıkıldı. Selda eğilip ellerini tuttu ve ayağa dikti onu. Kalk hadi, yatıralım artık seni yorgun düştün iyice. Ada başını salladı hemen. Selda Ada'yi önüne katıp omuzlarını tuttuğunda koridorda ilerlediler. Bunca zamandır yanımdaydınız ve bunca zaman biliyor muydunuz dedi bir anda. Hayır dedi. Seninle konuşmuştuk hatırlıyorsan, gitmeden önce. Kızımın yaşadığını söylemiştim. Sonra izden dolayı şüphelendim. Bende yeni anladım Ada ama şunu bil, eğer her sey daha farklı olsaydı da ben seni kızım sayardım. Yani dedi Ada ona bakarak. Siz benim annemsiniz öyle mi? Benim annem ölmedi yani? Selda ona baktığı sirada derin bir nefes aldı. Saçlarını sevdiği sırada ölmedim birtanem, buradayım dedi Selda gülümseyerek. Garip dedi Ada. Yani yanlış anlamayın, benim için çok yeni. Anlıyorum Ada, sorun değil dedi ve odanın kapısını açtı. Hadi bakalım, dinlenme vakti diyerek onu içeriye soktu. Pembe odayla karşılaşınca Ada panikledi. Nasıl yani, burada mi? Burada mi kalacağım dedi şaşırarak. Evet Ada, burası senin odan farkındaysan dedi Selda dalga geçerek. İçeriyi dert etme, hallederiz. Sonra ilerleyerek yatağı açtı ve Ada'yi orada öylece bırakarak pijamalarını getirmeye gitti. Ada duyduğu şeylerle şok içinde etrafına bakıyordu. Gözleri dolmuştu. Bu arada Selda elinde pijamalarla içeri girmişti. Pijamaları eline alınca Ada konuştu. Ben giyeyim şimdi, olur mu? Sonra da yatarım merak etmeyin dedi. Yani uykum yok ama burada vakit geçirmek de güzel dedi. Selda tebessüm etti. Sıcak, ballı süte ne dersin dedi muzip bir ses tonuyla. Çok isterim derken Ada'nin gözleri parlıyordu. Peki madem, sen giyin ben süt ısıtayım diyerek odadan çıktı. Ada gri eşofman takımını üzerine geçirip odada dolandığı sırada yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Bu olanlar rüya gibiydi. Aniden içine bir korku düştü. Ya uyandığı zaman bu sabaha geri dönerse ne olacaktı? Selda yine giderse, Ada yine kendini asmaya kalkarsa? Her sey en başından yaşanırsa ve sonunda hiçbir şey şimdiki kadar güzel bağlanmazsa sonuca... O zaman ne olacaktı? Dudaklarını ısırdı. Bu fikir onu korkutmuştu. Aklına Bora geldi sonra. O neredeydi, ne yapıyordu? İyi miydi? Onu öyle bırakıp gitmek istememişti ama o an için çok çaresiz kalmıştı. En azından iyi olduğumu bilmeye hakkı var diye düşündü Ada. Telefonunu çıkarıp mesaj yazmaya koyuldu. O sırada kapısı tıklatıldı. Girin dedi hemen Ada telefonu elinden bırakarak. Çift kişilik yatağın içine girmis, sırtını da yastığa vermişti. Yatağın üstünde duran küçük peluş ayıya gülümsedi. Selda elinde tepsiyle odaya girdiğinde ic geçirdi. Hâlâ siz demeye devam mi edeceksin dedi. Yani tamam şimdilik anne demek için erken olabilir, alışmamış olabilirsin ama ne bileyim, yabancı gibi davranmak bana oldukça zor geliyor haberiniz olsun küçük hanım dedi tepsiyi Ada'nin kucağına bırakarak. Ada gülümsedi. Üzgünüm, galiba alışmam zaman alacak. Yani dedi ve devam etti. Anne fikri bana çok uzaktı, elbette çok seviyordum annemi ve varlığını inkar etmiyordum ama hiç tanimadıgım, bir kez olsun sarilamadiğım, göz göze gelemediğim nasıl desem tüm o anne kız yaşantısına çok uzak bir dünyam vardı. Gökyüzündeki her yıldızı annem saydım ama uzanıp tutabilecegim bir annem hiç olmamıştı benim. Şimdi bir anda, bu kadar yakında ve bu kadar şefkatli, iyi, tatlı bir anne modeli bilemiyorum çok uzak geliyor, yabancı bir his. Selda'nin pür dikkat ona baktığını fark edince gülümsedi. Güzel ama dedi sonra. Çok güzel. Zor olabileceğini biliyorum Ada, önemli değil. Her şeyin bir anda damdan düşer gibi iyi olmayacağını da biliyorum ama bundan sonraki hayatımızı birbirimizi tanıyarak ve sevmeye çalışarak geçirelim olur mu? dedi Selda. Ada başını salladı. Selda'nin sözlerini düşününce aklına bir şey geldi. Soru sorabilir miyim dedi. Elbette diyerek yanıtladı onu Selda. Yazdığınız kitapları ölen kızınıza yazdığınız söyleniyordu doğru mu? Yani bütün bunlar olmadan önce ben sizin sadece bir okuyucunuzdum ve sizinle ilgili araştırma yaptığımda bu bilgiye ulaştım. Evet dedi Selda. Hepsini kızıma yazıyordum ama şimdi karşımda durduğuna göre ortada ölen kimse yok dedi gülümseyerek. O zaman dedi Ada algılamak ister gibi. Dolaylı yoldan bana yazmış oluyorsunuz dedi onaylatmak ister gibi. Selda başını salladı. Öyle görünüyor dedi sonra. Okurken bir annem varmış gibi hissetmeme şaşmamalı demişti Ada kendi kendine. Peki dedi Selda. Madem soru soruyoruz. Bende bir soru sorabilir miyim? Tabi dedi Ada hemen. Öncelikle bunu tamamen samimi bir hisle soruyorum, bunu bil. Ada başını salladı. Bora ile nasıl tanıştınız ve ona karşı tam olarak ne hissediyorsun? Soruyla beraber Ada'nin gözleri pörtlemişti. Refleksle bağırdı. Vur dedik öldürdün anne! Az yavaş gel ya! Freni patlamış dozer gibi olay yerine girilir mi ayıptır, yazıktır, günahtır! Aşk haklarına, insan haklarına ve bilimum haklara yapılmış bir yanlıştır bu. Ada bütün mimiklerini kullanarak el kol hareketleriyle kendini anlatmaya çalışırken Selda gülme krizi geçiriyordu. Hemen klasik anne modunu açma gözünü seveyim napıyorsun ya, beni de ergene bağlatacaksin! Selda gülmeyi kesip ona döndü. Sen zaten en ağırından ergensin Ada, neydi o günkü halin alkolden havaya uçacak hale gelmişsin hala Bora sayıklıyorsun. Ada gözlerini kıstı. Hii dedi tiz sesiyle. Sinsiniz, sinsilik yapmayın hemen öyle! Biz burada sizi dost bildik, kardeş bildik, acimizi paylaştık. Yok dedi. İnsan kızının acısıyla dalga geçer mi ya ama ya.. elini göğsüne koyup yalandan bir ağlama tutturdu. Oy ben nerelere gideyim, oyy dediği sırada Selda gülmeyi kesip yemiyorum Ada haberin olsun dedi ciddiyetle. Hadi ya dedi Ada hemen transtan çıkarak. Nasıl yani? Ama Bora bile yiyor, yemediğini söylüyor ama ınanır mi bu Ada Tözün? Hayıır dedi ritmik bir şekilde. Selda gülerek Ada yapma dedi. Sorudan kaçmaya çalıştığını görebiliyorum dedi. Peki tamam dedi sonra genzini temizleyerek. Ardından anlatmaya koyuldu. En sonunda Selda anlıyorum dedi. Ama diğer soruyu cevaplamadın. Tek soruda anlaşmıştık. Tek soru dedik Selda Hanım diyip tek parmağını ona salladıgında Selda uzanıp elini ısırdı Ada'nin. Hey diye kaşlarını çatarak anında elini geri çekmişti Ada. Ne yapıyorsunuz ya? Kızım bi karar ver bir anne diyorsun bir siz diyorsun şimdi kalkmış Selda hanım diyorsun. Sec birini valla bana daral geldi. Sakinleş Selda mommy, hallederiz ya o iş bizde. Buluruz o kısma bir formül. Hey Allahım yarabbim ya cadaloza bak. Durduğu yerde durmuyor, hiperaktif bir çocuk diye söyleniyordu Selda. Sonra Ada anlatmaya devam etti. Ciddiyetle anlattı. Belki saatlerce konuştu, Selda onu dinledi. Sözünü hiç kesmedi. Bitirdiğinde Selda tek birsey söyledi. Sen en büyük yanlışını en başta yapmışsın Ada. Aşka inanmayan, kendini duvarların ardına hapseden, sert, soğuk bir adamı kendine ev yapmışsın. O duvarlar senin üstüne yıkılmış, enkazın altında kalmışsın. Aşka inanmayan bir adamın üstüne böylesi bir kuvvetle koşarsan içindeki aşkın damlaları büyür ve seni boğar. Ne yazık ki tam da bu olmuş, boğulmuşsun Ada. Sonra Ada'nin dikkatini tepsiye çekti. Boşver sen şimdi onu, hadi sütünü soğutma. Ada sütü duyunca gülümsedi. Onun yanında çikolata bile vardı. Selda'ya çevirdi gözlerini. Nasıl yani? Dişlerin çürür, gece gece abur cubur yenmez demeyecek misin dedi Ada şaşırarak. Demeyeceğim dedi Selda onaylayarak. Sonra elini tepsideki mendile attı ve yüzüne dağılan kanları temizledi. Bir yandan da konuşuyordu. Biliyorum hastaneye gitmek istemiyorsun Ada ancak bu ikinci kez oluyor, bence bir doktorun görmesinde fayda var. Dilersen yarın eve bir doktor çağırabilirim. Doktor bir arkadaşım var, malum sebeplerden bende hastaneye küstüm. Teşekkür ederim dedi Ada. Olur dedi sonra başını sallayarak. Sonra sütünden bir yudum aldı. Çikolatasını da bitirdiğinde tepsiyi kenara bıraktı. Selda gülümseyerek onu izledi. Sonra ayağa kalkıp kapıya yürümeden önce uzanıp Ada'nin saçlarını öptü. İyi geceler canımın içi, seni çok seviyorum diyerek odanın kapısını açtı. Sen uyu, sabah görüşürüz. Bende dedi Ada ona baktığı sirada. Gerçeği öğrendikten beri Ada gülümsemeyi bırakmıştı, konuşmayı. Tek yaptığı annesi olan bu kadını izlemekti uzun uzun. Yüz hatlarını, mimiklerini, el kol hareketlerini... her şeyi zihnine kazımak istiyordu. İçindeki sıkıntı ona rahat vermiyordu, sanki her şeyi kaybedecekti. Tek gecede kazanmıştı bir-çok şeyi. Aynı o hızla kaybetmekten korkuyordu ve böyle olacağını hissediyordu. Bunun da ötesinde biliyordu sanki. Kanıtlayamazdı belki ama öyleydi. Kısa bir sessizlik oldu. Selda kapı kolunu bırakıp çıkamadı, Ada da onu izlemeyi kesememişti. Dudaklarını araladı en sonunda. Acaba diyorum dedi. Olabildiğince umursamaz davranmaya çalışıyordu. Bu gecelik dedi sonra. Burada birlikte dediğinde sıkıntıyla yüzünü buruşturdu. Selda gülümseyerek elini kapı kolundan çekti ve ona adımladı. Seninle birlikte burada mi uyumami istiyorsun dedi. Ada gözlerini ona çevirdi. Yani, belki demişti. Hem kocaman yatak bu dedi işaret ederek. İki kişilikti. Üstelik ben ufacık, tefecik, minicik bir kızım ne olur ki dedi sonra. Selda sırıtmıştı. Yatağa girip yanına yattığında Ada hızla teşekkürler diyip arkasını döndü. Utanmıştı aniden. Alışık değildi galiba, tuhaf hissetmişti. Bedenini yatakta küçülttü ve gözlerini kapattı. Kısa bir süre sonra belinde hissettiği sarılısla gözünden bir damla yaş aktı. Selda'ya döndü. Hissettiniz mi dedi. Ben söyleyemedim, isteyemedim anne sen hissettin mi? Selda ona daha sıkı sarıldı. Ağlama artık, uyu dedi sonra. Tamam bir dakika dedi ve komidinin üzerinde duran telefona attı elini. Aceleyle Bora'ya mesaj attı. "Ben iyiyim, merak etme. İyi geceler." Selda gülümsedi. Bora'ya mi dedi sonra. Evet dedi aceleyle Ada. Selda'nin alaycı gülümsemesi büyüdü. Bunu fark eden Ada atıldı hemen. Öyle bir şey değil, merak etmesin diye. Anlıyorum, tabi dedi hemen Selda. Telefonu bırakan Ada kendini yatak örtüsünün altına gizledi. Selda da dikkatini ondan çekip kendi telefonuna verdi. Orhan'a mesaj atıp haber verse iyi olurdu. Neticede babasıydı ve hastalığından haberdar olmaya hakkı vardı. "Ada'nin kızım olduğunu artık biliyorum, o da gerçeği öğrendi. O biraz hasta, yarın doktor çağıracağım. Gelmek istersen, gelebilirsin." Telefonu bırakıp o da gözlerini kapattı.
Ertesi sabah uyandığında Ada odada tek başınaydı. Dün gece ne olduğuna dair hatırladıkları yine net değildi. Uyandığı oda bütün her şeyi gerçek kılsa da o gözüyle görmeden inanmamayı öğrenmişti. Üzerini değiştirip aşağı indiğinde salonun geceden kalma dağınıklığı gitmişti. Bir iki usta, kapıyı tamir ediyordu. Selda ortalıkta yoktu ama korkmadan önce mutfağa adımladı. Sonra aklına ona yine Selda deyişi geldi. Buna bir çözüm bulsa iyi olacaktı. Anne demek bu kadar zor olamazdı. Mutfaktaydı Selda. Günaydın dedi Ada'yi görünce. Geç bakalım kahvaltıya dediğinde Ada da günaydın diyerek karşılık vererek masaya oturdu. Nasıl iyi uyudun mu dedi sonra Selda, yemeklerini yerken. Evet, kabus görmediğim tek geceydi galiba dedi. Hep kabus mu görürsün dediğinde Selda üzgündü. Sıklıkla diyerek cevapladı onu Ada. Kahvaltının devami sessiz geçti. Kapıyı tamir eden ustalar gitmişti. Selda sürekli yemek dolduruyordu Ada'nin tabağına. Ada itiraz etse de göz açtırmıyordu. Yemeye yemeye incecik kalmışsın diye azarladı onu Selda. En nihayetinde yemeği bitirip arkasına yaslandı Ada. Çok şiştim dedi elini karnına atarak. Afiyet olsun dedi Selda ona bakarak. Sonra yavaşça sofrayı kaldırmaya giriştiğinde Ada da ona yardıma kalktı. Selda arkasını döndüğü sırada Ada'nın başı döndü ve elleri gözle görünür şekilde titreme tutturdugunda elindeki gürültüyle yere düştü. Refleksle ona döndü Selda. Ada dengesini kaybetmemek için masaya tutunmuştu ve ona bakmıyordu. Selda onun koluna girdi ve direkt odasına yönlendirdi. Ada, iyi misin? Ada duyuyor musun beni, kendinde misin dedi korkuyla. Ada zorlukla başını salladı. Ada'yi yatağına yatırdığı sırada Selda derin bir nefes bıraktı. Sen dinlen dedi sonra. Ben sabah doktoru aradım, öğlene doğru burada olurum dedi. O gelene kadar uyu biraz. Ada başını salladı. Selda odadan çıktığı sırada Ada günlüğünü açtı. Eline kalemini aldı ve yazdı. "İzledigim bir çok romantik filmin sonu, şimdi yaşadığım tarzda küçük krizlerle felakete yürüyor, korkuyorum. Aşkta mutluluk yok diyenler hakli çıkacak ve o filmler gerçek olacaksa, şimdi bu noktada bu her şeyi kaybedeceğime dair bir işaret mi?" Ada defteri kapattı ve kenara koydu. Saatler süren duvar izleme süreci de böylelikle başladı. Selda mutfağı toplamış, eline aldığı kahveyle salona geçmişti. Çok kısa bir süre sonra kapı çalınmaya başladı. Orhan gelmişti. Hoşgeldin diyerek içeri aldı onu Selda. Orhan direkt Ada nerede diye sordu. Odasında, uyuyor dedi sonra. Orhan başını salladı ve başka bir şey sordu. Telaşlı ve garip davranıyordu, bu Selda'nin kaşlarını çatmasina sebep oldu. Nasıl öğrendi? Neyi, nasıl öğrendi dedi Selda. Baya işte, annesi olduğunu. Yani Selda, tamam sen öğrendin de onun niye anlamasına izin verdin? Kız zaten yanındaydı, yaşasaydın işte içten içe mutluluğunu. Selda sinirlendiğini hissetti. Nasıl yani dedi hemen. Elindeki kupayı da masaya bırakmış, kollarını birbirine sarmıştı. Onun gerçeği bilmeye hakkı yok mu dedi sonra sorgulayarak. Onun mutlu olmaya hakkı yok mu Orhan? Ne saçmalıyorsun dedi. Ben öyle bir şey demiyorum ama riski artırıyorsun Selda. O tehlikede ve sen bunu büyütüyorsun. Selda sinirle bir kahakaha atmıştı. Yavaşça ona doğru ilerdi. Bilmem farkında mısın Orhan, bunca zamandır yaşadığı en büyük tehlike onu yalnız bırakmamız oldu. Kimsesiz bıraktık onu, güya koruma bahanesiyle yanına yaklaşmadık. Şimdi çocuğum benimle konuşurken bile çekiniyor, bana anne demeye bile cesareti yok, gerekmedikce yüzüme bakmıyor ve bunların hepsi senin suçun! Ayrıca dedi bastırarak. Madem o kadar düşünüyorsun kızını, korumak istiyorsun. Önce onu ondan koru. Daha dün akşam senin kızın kendini asmaya kalktı. Senin Ufuk korkun gözünü kör etmiş! Orhan'ın gözleri pörtlemişti. Nerede o dediğinde merdivenlere ilerledi ancak Selda tarafından durdurulmustu. Uyuyor, girme yanina şimdi. Orhan başını salladı kabullenerek. Salondaki koltuğun birine çöktüğünde sordu. Nasıl oldu, yani nasıl? Anlat Selda! Bilmiyorum dedi Selda kısılmış sesiyle. Olay anını görmedim. Herşey bittikten sonra evin halini görünce, işte ip, cam kırığı, yerdeki sandalye, düşmüş avize falan.. Sonra ekledi. Kırılmış kapı.. kapı mi dedi Orhan. E kim kırmış ki? Nasıl bulmuşlar? Bora bulmuş galiba dedi. Kapıyı da o kırmış olmalı, önemi yok dedi sonra. Sonuc olarak kızım kendini asmaya kalktı. Daha fazla saklayamadım Orhan, tüm o şeyleri gördükten sonra dayanamadım dediğinde Orhan ona sarıldı. Tamam dedi sonra. Tamam Selda, belki en iyisi budur. Yanlış bir sey yapmak istemedim dedi Selda. Hayır, hayır yanlış bir şey yapmadın dedi Orhan hemen. Doğru olanı yaptın. Sarılmayı bıraktıklarında Orhan tekrar sordu. Akşam hastalık falan demissin, o neydi? Selda sıkıntılı bir nefes bıraktı. Bilmiyorum dedi sonra. Yani böyle zamanlı zamansız bayılıyor, başı dönüyor. Elleri, dizleri titriyor ve burnundan başlayan kan durmak bilmiyor..çenesine, boğazına, dudaklarına kadar yayılıyor, ağzının içi ve dişleri bile kanla kapanıyor. Bir sebebi olmalı. Ada'ya belli etmedim ama ben korkuyorum Orhan. Hastaneye gitseydik dedi hemen Orhan. Gerek yok dedi Selda başını iki yana sallayarak. Doktor çağırdım, birazdan burada olur. Sözlerini bitirdiğinde kapı tekrar çaldı. Selda kapıyı açmaya yürüdü. Bu defa karşısında Bora vardı. Selda'ya bakarken çekingendi. Arkasinda Orhan'ı görünce iyice kasıldiğını hissetti. Şey dedi Selda'ya hitaben. Ben Ada'yi merak ettim ama gitmemi isterseniz dediğinde Selda'nin bakışları yumuşadı. Hayır, olur mu gir lütfen dediğinde Bora sakince adımladı salona. Orhan o içeri girdiğinde sırtını vurdu. Vay, damat gelmiş! Damat mı dedi Bora şaşırarak. Selda onu aydınlattı. Bu evde herkes her şeyi öğrendi Bora. Yani hala çok mükemmel bir aile değiliz ama bir aradayız işte. Bora başını salladı. Ada nasıl karşıladı, yani şuan nerede? Uyuyor odasında dedi Selda. Biraz ağladı, hala tam kabullenmiş değil ama beklediğimden iyiydi sanırım dedi Selda dudaklarını sıkarak. İstersen dedi sonra. Yukarı odasına çıkabilirsin, uyuyor ama seni görmek isteyecektir dedi. Orhan hızla Selda'ya döndü. Beni cikarmadin odaya, dünkü velet mi çıkacak dedi sahte bir öfkeyle. Selda sadece göz devirmekle yetinmişti. Bora yukarı çıktı ama Ada uyuyordu. Yaklaşıp alnına bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Ben gideyim dedi. Başka zaman gelirim. Ada ile konuşamadı ya ona tavır yapıyor dedi Orhan. Selda onu umursamadan Bora'yi yolcu etti. Birkaç dakika sonra tekrar kapı çaldığında bu defa gelen doktordu. Hoş geldiniz dedi Selda gülümseyerek. Buyrun geçin diye salona yönlendirdi. Ne ikram edeyim diye sordu. Teşekkürler Selda dedi genç kadın. Yanında bir hemşire daha vardı. Gerek yok, biz iyiyiz böyle dedi tekrar konuştuğunda. Asıl seni sormalı, kızının kaybını daha dün gibi hatırlıyorum ama dün beni arayıp kızım rahatsız dediğinde çok şaşırdım. Evet dedi Selda, hayat işte. Beklenmedik şeyler yaşatıyor bazen. Hasta nerede dedi sonra doktor konuya girerek. Hastaneye dönmek zorundayız, öğle arasında kaçtık geldik valla. Anlıyorum tabi, yukarıda dedi. Selda onları Ada'nin odasına çıkardı. Kapıyı çaldığında başta ses gelmedi ancak sonra gelin diye seslenmişti Ada. Selda önde doktor arkada odaya girdiğinde uyanmışsın dedi gülümseyerek Selda. Nasılsın dedi sonra. Aynı dedi Ada tuhaf bir sesle. Kızın çok tatlı Selda dedi doktor bir iki adım öne çıkıp ona yaklaşarak. Merhaba dedi sonra Ada'ya ithafen. Ben Derya, annenin arkadaşıyım. Bu da arkadaşım Melis. Sen Ada olmalısın, annen çok bahsetti senden. Ada gülümsedi. Sonra konuya girdi Derya, annen durumundan bahsetti canım. Bu yüzden önce bir muayene ardından da birkaç tahlil yapmam gerekiyor. Selda araya girdi. Ne zaman çıkar sonuçlar? Yarın akşama çıkar ama bazı durumlarda birkaç gün sürüyor dedi Derya duraksayarak. Selda başını salladı, Derya ise Ada'ya yönlendi ve hızlıca muayene etti. Bitirdiğinde ciğerleri sağlam dedi. Selda derin bir oh çekmişti. Bir sorun görünmüyor ama emin olmak için kan tahlili alsam iyi olur dedi. Melis hızla iğneyi hazırladı. Yumruğunu sıkmanı istiyorum dedi nazikçe. Selda Ada'ya yaklaştı ve boştaki elini tuttu. Korkma tamam mı dedi sonra. Eli çok hafiftir. Ağır olsa da önemli değil dedi Ada. Yüzü düşmüştü. Klinikte sayısız iğne yaptılar, çoğu da çok acıdı. Yara bıraktı. Alışkınım dedi. Derya kaşlarını çatmış Selda'ya baktı. Ada'nin sözleri onu korkutmuştu. Bora mi dedi sonra Selda. Neden diye sorgulamamıştı. Evet dedi Ada. Hasta olduğuma inanıyordu, ya da benden kurtulmak istedi bilemiyorum. Derya araya girdi. Neden öyle düşündü, bir sebebi olmalı. Bir sürü psikolojik sorun yaşadım, defalarca intihara kalkıştım. Haksız değil, başına bela oldum çok. O da istemedi beni. Ada'nin gözleri dolunca Selda sanki her şeyi iyi edecek bir sır verir gibi konuştu. Az önce buraya geldi ama biliyor musun? Seni merak etmiş, yanına geldi ama sen uyuyordun. Ada titrek bir ağlama krizi geçirdigi sırada ona döndü. Gerçekten mi? Bora mi? Benden nefret etmiyor o zaman? Ben, o zaman sıkılmış da sayilmaz? Ben.. dediğinde öylece Selda'ya, Derya' ya, Melis'e baktı tek tek. Derya biraz ciddi bir kadındı Ada'nin hareketlerini şüpheyle yaklaşıyordu ama Melis ağzı kulaklarına vararak Ada'yi böyle çırpındıran adamı sorguladı. Sakinleş dedi Selda. Kanın fokurduyor, biraz sakin ol valla doğru dürüst çıkmaz sonuç dedi Selda. Derin bir nefes aldı Ada. Derya kan alma işini bitirip serum bagladı Ada'ya. Selda'ya dönüp açıkladı. Selda'cıgım ben her ihtimale karşı direncini korumak amaclı serum taktım ama odada hapis kalmak zorunda değilsin, çekersen seninle beraber her yere gelir. Yaşamına engel teşkil etmez dedi dönüp Ada'ya gülümseyerek.
Derya ve Melis' in işi bitmiş, geriye çekilmişlerdi. Melis, Bora hakkında konuşmak istemişti ancak Ada'nin niyeti yoktu. Geçmiş olsun diyerek odadan çıktılar. Selda da peşlerinden onları yolcu etmeye gitti. Sonuç çıkınca uğrar haber veririm ama büyük bir ihtimal sadece bünyesi yaşadıklarını kaldıramadıgi için tepki veriyor, icini ferah tut. Buraya gelirken açıkçası tedirgindim, bana anlattıkların iç açıcı değildi ancak içeride duyduklarım sözlerimi destekliyor dedi ve vedalaşarak ayrıldı evden.
Ada o gün tahlilden sonra Bora'yi aramış ve dayanamayıp biraz ağlamıştı telefonda. Uyandırsaydın keşke, niye öyle hayalet gibi gelip gittin demişti küskünce. Bora hattın ucunda gülümsemişti. Kıyamadım Ada, çok huzurlu uyuyordun demişti Bora. Aylarca yanimda o kadar huzur yoktu yüzünde, yarısı kadar bile yoktu ben bozmak istemedim demişti. Fark etmez Bora, sen olmadığında hissettiğim huzurdan bile nefret ediyorum, sensiz huzurlu da olmak istemiyorum. Hepsi eksik kalıyor.. Bora, Ada'nin sözlerinin icini sizlattıgını hissetti. Sen nasılsın peki dedi sonra. Doktor ne söyledi. Ada sıkıntılı bir nefes vermişti. Şimdilik hiçbir şey, tahlil yapıp gittiler. Serum taktılar bir de... ama taşınabilir. Yani odada sıkışıp kalmak zorunda değilim. Hadi ya demişti Bora sırıtarak. Sorsaydın keşke, doktor hanım beni de serum haline getirebilir misiniz? Niye demişti Ada kaşlarını kaldırarak. Çünkü seni çok özlüyorum Ada, öyle bir şey olsaydı bana da takarlardı bir serum. Taşırdım seni her yere. Mümkün olsa cebime atacağım ama olmuyor. Zaten minicik bi şeysin, bu biraz haksızlık Ada. Ada ses vermemişti. Bu sessizlik Selda'nin dikkatini çekince dönüp Ada'ya baktı. Ada bir an tutunduğu serum direğine baktı. Dudaklarını araladı aniden. Beni gerçekten bu kadar seviyor musun Bora? Gerçekten? Böyle yanında taşımak isteyecek kadar demişti kırık çıkan sesiyle. Selda kaşlarını çatmış ve gözlerini devirmesine engel olamamıştı. Bora nasıl diyeceğini bilemedi, hattın diğer ucunda yutkunmuş ve uygun sözcükleri aramıştı ama aniden tek bir kelimeye sığındı. "Seviyorum, Ada." Bundan da çok seviyorum dedi. Ada'ya bu yetmişti. Seviyorum kelimesi yetmişti. Devamını önemseyemedi bile. Anladım dedi sonra. Ben dediğinde Bora onu durdurmuştu. Sen bana hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda değilsin Ada, ben senden hak ettiğimden çok daha fazlasını görüyorum. Beni sevdiğini biliyorum, benim bu dünyada daha iyi bildiğim bir şey yok dedi ve durdu. Sonuçların çıkacağı zaman bana haber ver olur mu deyip kapatmıştı telefonu. Ada kapanan telefonun ardından iki elini de yüzüne kapatıp göğsünü patlatır gibi ağlamıştı. Selda ona yaklaştığında sordu. Ne oldu Ada, ne konuştunuz? Neden ağlıyorsun demişti. Ada onun sesini duyunca bir anda boynuna atılıp feryat edercesine konuştu. Seviyormuş anne, beni seviyormuş. Benden nefret etmiyormuş. Sıkılmamış benden! Selda sessiz kalmıştı, ne diyeceğini bilemedi. Ada'nin Bora'ya yüklediği anlama hayatı boyunca şaşıracaktı galiba.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin