18- Denge

165 5 0
                                    

Dünyaya gelişimiz bir şanssa, dünya üzerindeki yolculuğumuz da iyi ya da kötü olacak şekilde her canlıya özel olarak kaderin cılız ipliğine bağlı olarak gelişir, büyür ve sizin hayatınıza imzasını atar. Bu süreç, engebeli yükseklerle dolu zor bir yol sunar bizlere. Adımlarımız, kararlarımız ya da cesaretimizi saglamlaştırmaz ve o yol da yer yer küçük çocuk gibi, bazen kendi zihninin fikirlerine inatla asılan, fikir almaktan veya herhangi bir olay için harekete geçmeden önce yeterince düşünmeden fevrileşen herkes gibi bocalarsak beklenen olur, bizi hayatla birbirine bağlı tutan kaderimizin ipleri kopar. Bu olduğunda maalesef ki hızı asla kesilmeyen bir güçle, sonsuz bir şekilde düşersiniz. Karanlık, dipsiz bir kuyuda can çekişirsiniz ancak sesinizi duyan olmaz.
Kaderimizin iplerini göremeyiz belki, bu yüzden çoğu insan kararlarına hayıflanır ve suçlanacak birilerini arar kendine. Genelde kimsenin aklına kendisini suçlamak gelmez, çünkü bu da kaçış anlamına gelir. Seçimlerinin sonuçlarından kaçma yöntemidir, yönü belirsiz öfke. Durup kendini dinleyenler fark eder, asıl olanı. Bu da, cesarettir. Çünkü kaderin iplerinin bizim avuçlarımızın içinde yattığını ve yönünü çevirenin de bizzat akıl ve kalp yoluyla biz olduğunu kabul etmek, kimisinin felaketi olur, kimisinin kıyameti.
Hayatınızı yazan kalemin mürekkebinden çıkacak olanın gülümse ya da göz yaşı, kalp kırıklığı veya heyecan sizin kendinize biçtiğiniz hayatın gölgesi olur. Varlığınızı yutar, sizi ele geçirir. Gölgeniz arkanıza değil önünüze geçip sizi karanlıkta bırakırsa geceye, arkanızda durup omuzlarınızı şefkatle tutarsa güneşe hapsolursunuz. Biri ısıtır, biri sizi tek eline alır. Onları kendinize düşman etmek ya da dost saymak sizin kararınızdır. Hayat, ya da kader o kadarına karışmaz.

Beni Bora'ya âşık eden kaderdi.
Beni Bora'ya kurban edense seçimlerim.

Bir süre öncesine kadar bende sevgiliydim.
Bir süre öncesine kadar o da benzer şekilde bana aşıktı. Bir yere kadar anlaması kolaydı, sustuklarımın sonucu benim mürekkebime kan akıtmıştı ve şimdi Bora bizzat kendi elleriyle akan kanda beni boğuyordu.
Bedel ödetiyordu,
Canımı yakıyordu,
Kalbimi kırıyordu.

Belki hala seviyordu az da olsa ama beni kurban olarak görmeyi artık daha çok seviyordu. Bu yüzden her sarılışımızda kemiklerim eziliyor, her öpüşmemiz de hislerim ateş altında kalıyordu.

Ufuk Akça'nın dile döktüğü her şeyi Bora reddetse dahi ben kabul etmiştim, çünkü aksini düşünecek kadar kör değildim.
Ben bu tutsaklığa gönül verecek, kabullenecek hatta sevecek kadar kördüm. Bu benim seçimimdi.
Ben herkes değildim, bu yüzden bugüne kadar pişman olmadım, bugünden sonra da olacağımı sanmıyordum.

Kurban olmak, alıştığım ve artık çokça bildiğim bir şeydi. Boradan gelecek olan hiçbir hamleye şaşırmamayı öğrenmiştim.
Şimdi bu dağ evinde, bu küçük odada öylece dikilirken gördüğüm sayısız ilaç kutusuna anlam yüklemeye çalışıyorum ve aklımdan geçen tek bir sey var. Bir soru.. Belki binlercesi ama en önemlisi neden?

Neden?
Neden Bora?
Neden sevgilim?
Beni aşık yaptın, sevgili yaptın, kurban yaptın, nice karanlığa dizdin her zerremi tamam, keşke bir saniyelik de olsa kahraman olmama izin verseydin...belki böylece şimdi olduğum anda elimde boş bir ilaç şişesi çaresizce etrafa bakmak yerine sana tutunmak için sebepler verirdim, ölmek için değil.

Sahi,

Beni kendine esir ederken, kendini de karanlığa saklamanın sebebi neydi Bora? Hangi seçimin sonucunun ölmek olduğuna karar verdin?

Ölüm seçim değildir, bana kalırsa.
Ölüm cesarettir.
Ben bunu düşünecek kadar cesur olsam da başaracak kadar yetenekli değildim ama o eminim aklına koyduğunda üstesinden gelecektir.
Elimde tuttuğum ilacın, uyku ilacı olduğunun farkındaydım ama Bora'yi ölüm uykusuna yatmak isterken düşünmek benim için kaçınılmazdı. Özellikle binlerce ilaç ve boş şise etrafta dağınık şekilde dururken.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin