Hem burada, hem twitter da yorumlarıyla gücüme güç katan, canım arkadaşlarım, sevgili okuyucum... beni 42 haftadır yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim. Hepinize minnettarım, bunca zamandır birlikte yol alıyoruz. Haliyle huysuz ve karamsar olduğumu anlamışsınızdır ama bu bölüm sizin için kalbimden koptu💜
Size... benim his kardeşlerime..
Keyifli okumalar dilerim. Bu arada gerçekten keyifli 😉 Final yazısı gibi oldu ama olsundu, henüz değil :') çok konuştum. Sizi bölümle baş başa bırakıyorum 🤓Sadece ay ışığının aydınlattığı odada, yanımda uykulu gözleriyle beni izleyen sevdiğim kadına bakarken aklımdan milyon tane şey geçiyordu. Yaşananlar, sebepler, sonuçlar, çekilen acılar, ömrümüzün takviminden kayıp giden sayfalar, attığı her kahkahanın bir çığlığa dönüşmüş olması, bıraktığı her gözyaşının büyük yangınlara varan küçük bir kıvılcım haline gelmesi ve o kıvılcımın büyüyerek bizi birbirimize düşman etmesi... Yaşanan bunca şeyi durdurmak için onca zamanım varken birisi elimi kolumu bağlamış gibi öylece durmalarım, sessiz cinayetlerim, dahası kalbimi olması gereken kişiye değil de içimde beni zehirleyen küçük bir şeytana vermiş olduğum gerçeği. Bunu anlamak için bu kadar geç kalmış olmam benim en büyük pişmanlığım olarak kalacaktı ama Ada'nın kalbinin usul usul hareket ediyor olması, icerisinde kücük Bora'nın hic gidemedigi o cocuk parklarını saklayan yemyeşil gözleriyle, gözlerime hala bakabiliyor olması benim mucizemdi. Bana sadece bakmakla kalmayıp, beni görebiliyordu. Bu demek oluyordu ki ben şimdi ona gülümsersem, bunu görebilirdi. Ve hatta belki o da bana gülümserdi. Ben şimdi ona seni seviyorum dersem, beni duyabilirdi. Belki cevap bile verirdi. Büyük ihtimalle iki hece çıkardı dudaklarından; hıhı. Bu iki hece ömrüm boyunca duyduğum en güzel kelime yerine geçerdi. Birkaç dakika önce bana aynen bu şekilde cevap verdiğini hatırlayınca dudaklarım istemsizce kıvrıldı, ben gülümserken Ada'nın ellerinin titrediğini hissettim. Karanlıkta bile görebildiğim göz bebekleri büyümüştü, bana dönmüş yüzünü tavana çevirdiğinde onun hareketlerini izlemekten kendimi alamadım. Göğüs kafesi usul usul kalkıp inerken önce bir elimi kalbine koydum, ardından diğerini. En sonunda bu yeterli gelmemiş gibi başımı da kalbine bıraktığımda, huzurla gözlerimi kapattım. Onun kalp atış sesi beni bütün dünyaya sağır olup, sadece onun kalbini dinlemeye istekli hale getiriyordu. Bu ses kulaklarımda oldukça, başka hiç kimsenin sesine ihtiyacım olmazmış gibi geliyordu. Kalbinin üstünde titrek bir nefes aldım ve gözyaşlarım akarken boğazımdaki yumruyla yutkundum. Başımı ona dönüp, onunla göz göze gelmeye gücüm yoktu. Göreceklerimden hala korkuyordum. Aklımda olan görüntüler de bir kabusun izleriydi sanki. Bir felaketin sanrısıydı. Ne kadarı gerçekti, ne kadarı benim hasarlı zihnimin oyunuydu bilmiyordum ama hala benim yanimda yatıyor ve bana bakıyorsa sanırım, bu iyiye işaretti değil mi? Hıhı demişti bana, bu evet demekti değil mi? Mezarlıktan çıktıktan sonra yaşadıklarımızın bir çoğunu hatırlamıyordum, hatırladıklarımsa hafıza kaybı için yalvarmak isteyeceğim şeylerdi. Başımı biraz kaldırıp, kalbinin üstünden öptüm. Bununla beraber vücudunun kasıldıgını hissetmiştim. İki kolumla beraber, toz pembe pijamasının altından belini kavrayarak ona baktım. Elim, sıcak tenine değdiği an kalp atışlarının hızlandığını hissettim. Sakin ol diye mırıldandım ona. Kalbinin üstüne bakarak konuşuyordum. Pembe pijama üstüne odaklanmıştı gözlerim. Uzanıp bir kez daha öpmüştüm kalbinin üstünden. Yorma kalbini dedim. Kalbinin benim için hala bu kadar coşuyor olması en büyük mutluluğum Ada ama yorma kendini. Hastaneden yeni cıktın. Hastaneden dedim sonra. Yeni çıkmışsın. Ben hiçbir şeyi doğru dürüst hatırlayamıyorum dedim burukca. Benim hatırladıklarım çok korkunç dedim boğukca ve kendimi tekrar kalbinin üstüne bıraktım. Şimdi senin kalbin, böyle atıyor ya, ben kulağımı dayadığım da duyacagım sessizlikle sağır olmaktan çok korkuyordum dedim. Ben bir daha gözlerini açıp, bana böyle bakmazsin diye çok korkuyordum dedim. Sana seslendigimde bana cevap vermezsin, beni duymazsın diye korkuyordum ama hıhı dedin, bu iyi dedim burnumu çekerek. Kısa bir sessizliğin ardından büyük bir nefes aldı, göğsü havaya kalkarak inmişti resmen. Benim başımda kalbinin üstünde olduğu için onu takip ettiğinde panikledim. Hem ona bir şey olduğunu sandığım için hem de o, büyük bir ihtimal kalbinin üstünde yatıp onunla konusuyor olmam ve ağlamam onu rahatsız etmiş olabileceği için. Aceleyle başımı kaldırıp, yerimde doğrularak onu rahat bırakmak için hareket etmiştim ki bir şey oldu. Küçük elleri, ıslak saçlarımla buluşmuştu. Terden sırılsıklam olmuş saçlarımda parmaklarıyla gezerken hafifçe ittiği başımı tekrar kalbinin üstüne düşürmüştü. Birkaç dakika ona bunun için izin verdim, ona hiç bakmadım. Belli ki beni görmek istemiyordu. Niyeti yüzüme bakmak değildi ama saçlarımı seviyordu. Saçlarımı sevmeyi de seviyordu. Nihayet usul usul başımı kaldırıp ona baktığımda, saçlarımda olan gözleri bir an için beni bulmuştu ve o sırada zihnimin içinde kuvvetli bir rüzgar esti. Bütün düşüncelerim, kötü hislerim, korkularım, kaygılarım rüzgarın şiddetinde yerlere savrulurken, baktığım yüzünde dudaklarının çok az kıvrıldıgını bile söyleyebilirdim. O sırada zihnimin içinde bir sesin mırıldandıgını duydum. Sanki benimle konusuyor gibiydi, sanki benden birden fazla varmış gibi. Biriyle zor baş ediyordum! Neyse ki kulağıma fısıldayan ses, bir dosta aitti. İkinci şans, Bora.
Evet, bu benim ikinci şansımdı. İkinci şansları bilirsiniz, elde etmek zordur. Herkese verilmez çünkü her aşık bir gün affetmez. Çünkü her aşık, affedilmeyi hak etmez. Onlardan biri olduğuma yemin edebilirdim ama içimdeki ses bana aksini söylüyordu, dahası Ada'nın suratındaki tebessüm de bunu destekliyor gibi görünüyordu. Eğilip bu defa dudağının kıvrımından öptüm. Aniden odağını yeni kazanmış gibi bana baktı. Yine ne çeşit bir kabus gördün acaba Bora? Senin beni öpüp koklaman için kabus görmen mi gerekiyor dedi yüzümü iterek. Bin defadır uçurumdan düşmemi görüyorsun, bir kez öptüğünü görmedim. Şimdi değişen ne? Kızım, niye itiyorsun beni dedim kaşlarımı çatarak. Sen dua et, tekmeleyerek yataktan atmadım dedi hemen benimle didişerek. O niye dedim. Çünkü sana sinirliyim Bora! Çünkü öfkeliyim! Çünkü seni affetmedim! Ne kadar çok çünkü var görüyor musun dedi gerçek bir kızgınlıkla. İyi de dedim anlamayarak. Ne yaptım ki ben sana? Düzeltiyorum dedi hemen ve dişlerini sıkıp acıdan inleyerek yatakta doğruldu. Ne yapmadın ki? Sen neyi, ne kadar hatırlıyorsun, bilmiyorum Bora ama ben hala o kemerlerin darbesini sırtımda hissediyorum. Her şey gibi bu da senin yüzünden! Seni seviyor olmam, beni yaralıyor oluşunu değiştirmez dedi dolan gözleriyle. Peki dedim bozuntuya vermeden. Haklısın diye devam ettim başımı sallayarak. Sana bütün her şeyi telafi edeceğimi, bütün yaralarımı sevgiyle saracagımı söyleseydim, bana ne derdin dedim uzanıp elini tutarak. Bana bu teklifle gelecek, beni öpüp koklayacak, kalp atışlarımi dinleyecek kadar ne gördün Bora dedi başını kaldırıp bana bakarak. Aynı rüya içinde kaç uçurumdan düşmüş olabilirim ki, senin kalbine girdim tek gecede? Uçurumdan düşmedin Ada, benim gördüklerim dedim kirpiklerim titreyerek. Daha fenaydı. Çok daha fena. Ne güzel dedi elini elimden çekerek. Keşke gerçek olsaymış, belki o zaman aşkın da gerçek olurdu dedi ayağa kalkıp topallayarak banyoya adımlarken. Banyonun kapısına elini atmıştı ki onu durdurdum. Benimle gel diye mırıldandım. Kaşlarını çatarak bana döndü. Nereye dedi merakla. Bilmiyorum dedim. Uzağa, buradan uzaklara.
Sadece sen ve ben.
Sadece ikimiz.
Bunu neden yapacakmışım dedi tek kaşını kaldırarak. Bir otel deja-vusuna daha ihtiyacım yok Bora dedi soğuk sesiyle. Gülümsedim ve ona doğru bir adım attım. Dudaklarımı tekrar araladıgımda yüzünün bembeyaz olmasına sebep olan o cümle çıkmıştı dudaklarımdan.
"Bu otel İtalya da olsa bile mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.