20- Yanan Kalpler

261 4 0
                                    

Bazı kelimeler vardır; sizi bulunduğunuz kapının önünden alır, bambaşka bir kapıya bırakırlar.
Ben hep birilerinin kapısında, bir olayın eşiğinde, bir yenilginin kalbinde, bir korkunun ve hatta bir acının merkezindeydim.
Ben hep kapı önlerinde, ağaçların arkasında, hayatın kıyısındaydım.
Belki benim hatalarımla, belki de dışarıdan seyreden insanların nezdinde bir türlü içselleşemedim.
Bakın; sevilmedim ya da görülmedim veya yalnız kaldım demiyorum içselleşemedim diyorum. Benim beklentim, tamam isteğim desek daha doğru olur, içsellesebilmekti.
Bu nasıl olur; anlatması zor. İnsan tatmadığı bir hissi nasıl açıklasın? Şöyle diyebiliriz belki ; bir taşa bile gülümseyebilen incelik duygusu beni es geçti. Benden bir küçük tebessümü bile esirgeyen hayat, bana neden sevgiyi versin öyle değil mi? O kadar küçüğüm ki hayatın gözünde üstüme basıp geçtiğinde bile dönüp bakmıyor. Oysa bir karıncayı ezdiginde bile vicdanı sızlayacak insanlar tanıyorum ben, hiçbiri benim yanımda değil. Yanımda olanlar da artık karşıya geçti. Çünkü ben bir karınca değilim, alalade bir çocuk bahçesindeki banka bile zarar geldiğinde bunu bir suç sayılırken, bu dünyada bir tek benim üzerimden akan kanın yargılayanı yok. O kadar küçüğüm ki bir sokak lambası ya da kaldırım taşı veya bir bankın bile gördüğünü ben bilmiyorum. Evet, bakın doğru kelime bu! Bilmiyorum. Benim bildiğim her şey yok etmeye dair, yok edilmeye daha çok. Sanki varlığımın amacı kaybolmakmış gibi. Çok kez kayboldum. Çok yerde kaybettim kendimi. Bir annenin karnında, bir umudun ışığında, bir karanlığın ortasında, bir yol kenarında, bir kapının önünde, bir kalbin içinde, gökyüzünün sonunda, bir yıldızın ölümünde, kendi hayatımda. En çok da kendi hayatımdan çıkıp bir başkasının hayatında hiç olduktan sonra kaybettim. Bir adamın gözlerinde doğmuştum, bu sanki asırlar öncesi gibi geliyor olsa da öyle değildi.
Ben bir adamın gözlerinde doğmuş ve sahiplenilmiştim. Belki yine de sevilmemiştim ama sahip çıkmıştı ya bana, yeterdi. Ben 22 yıllık ömrümün tek bir gününde nefes almıştım, o gündü. O günden sonraki günler de tıpkı öncesi gibi hep bir yitirmek üzerine kurulu... kendim hariç her şeyi kaybettim.
Ailemi kaybettim, aslında hiç olmamıştı. Benim hiç ailem olmamıştı.
Umudumu kaybettim,
Yaşama sevincimi yitirdim.
Sevdiğim herkesi kaybettim.
Sevdiklerimin sevdiği olamadım, bu durumda aslında hiç kazanamamıştım. Sahiplik nedir bilmiyordum. Sahip olmadım, sahip olamadım. Ait olamadım. Hiç-bir yere, hiç kimseye.
Yürüdüğüm her yol yabancıydı, adımlarımın vardığı hiçbir noktada istenmeyen oldum ama bir adam bana bunların hepsini yeniden kazandırdı. En başından, sanki hiç gitmemişler gibi. Gözlerinde yeşermiş olduğum o adam bana bir aile verdi, bir yuva.. tek kişilik kocaman bir aile. Belki tek bir kişiydi ama aynı zamanda o kadar çoktu ki bende. Kalbimin içine aldığım adam oraya sığmadı, hücrelerime kadar taştı. İçimi deşip bedenime sızmaya başladı. Fark etsem bile, önüne çıkmadım. Engel olmadım, yok saymadım. Aksine izin verdim, kucak açtım. Benimsedim. Tutundum. Sevdim, çok sevdim. Çok da güzel sevildim biliyor musunuz? O iyi bir adamdı. Onu hasta eden benim ugursuz varlığımdı. Önce gözlerinden düştüm ellerinin arasına, ardından ellerinin arasından kaydım ve o adamın ayaklarının dibine düştüm. Beni ezip geçmesi bir şey değiştirmezdi. Herkes aynı şeyi yapmıyor muydu bana?
Yapmıyordu.
O yapmıyordu.
O severek öldürüyordu.
Hem seviyordu, hem öldürüyordu.
Bugünse başka bir şey oldu.
Demiştim ya bazı kelimeler vardır diye; o kelimeler bana hiç kurulmazdı. Beni bir kelimeye bile değer görmeyen onca insanın arasından o adam bana hak etmekten bahsediyordu. Bana cümleler adıyordu. Bana ne dedi biliyor musunuz? "Sana neyi hak ettiğini göstereceğim."
Sahi neyi hak ediyordum ki ben? Bu sorunun cevabını da bilmiyordum. "Sevildiği sırada gerilen bir sen varsın, sadece sevmek istiyorum. Korkma."
Bu da bir diğeriydi, zihnimde yankılanıyordu. Ne demek istiyordu? Gerilmek kaçınılmazdı benim için, ben daha önce hiç sevilmemiştim. Yüzüme, gözlerime sevilerek bakılmamıştı hiç, bana hiç severek dokunmamışlardı, bu adam şimdi gözlerime öyle bir bakıyordu ki kalbimden ve ruhumdan sonra bedenimden de izlerini hiç silemeyecegimi garantiliyordu.
Bakışları korkutuyordu.
Bakışları heyecanlandırıyordu.
Bakışları nefesimi tüketiyor, damarlarımda kanımın kaynadığını hissediyordum.
En tuhafı da ona baktığım sırada içimden geçen tek şeyin severek dokunacak olan bu adamsa, hayatımın geri kalanının beni hiçe saymasına teşekkür etme hissiydi.
Teşekkür ederim, hayatıma.
Hiç olduğum,
Hiç sevilmedigim için.
Çünkü bu adam beni çok güzel sevecekti.
Bu benim için ilkti.
Her anlamda.
Korkuyordum ama ne önemi vardı ki?
Bütün korkularımın üstüne koşabilirdim bu adam ellerimden tutacaksa.
Gülümsüyordu.
Bu galiba evet demekti.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin