Bazı sevgiler hastalıklıdır.
Bazen göğüs kafesinin içinde atan kalp, ortaya saçtığı zehirle seni çürütür, bağlı olduğun kalbi sızlatır.
Bazı bağlılıklar; sevgiyi ders niteliğinde öğretirken, bazıları da sevgiyi mumla aratır.
Sevgisizligin, hastalıklı bağlılığın yetmediği anlar olur. Kalbi kurutan, kurumuş kalbi solduran ve açmaya cesaret ettiği an sağlam bir vurgunla dibe mecburi bir düşüş yaşatan anlar...
Beni en çok korkutan şey bunların hiçbiri değildi. Bunların hepsine karşı gerek vücudum, gerek ruhum ve başka her zerremle bağışıklık kazanmıştım.
Aklım hazırdı alacağı darbelere, kalbim arsızdı düşeceği çukurlara.
Ben hastalığımın, saçtığım zehirin derecesini merak ediyordum. Ben Bora'yi öyle veya böyle üzeceksem bile ne kadar olacağını ya da halihazırda ne durumda olduğunu bilmek istiyordum çünkü ancak o zaman belki kendimi dizginleyebilirdim. Yaşadıklarım; yaşattıklarımı geçemezdi, geçmemeliydi. Eğer gün olur da, bende Bora'ya dönüşürsem kendimi asla affetmezdim ve içinde bulunduğum durumu kabulleneceksem bile kanım son damlasına kadar aksa da benliğimin derinlerinde kalan Ada'yi, koruyacaktım. Bora'ya bunu borçluydum. Onun en başta aşık olduğu, sevgisiyle hayata tutunan masum ve saf Ada'yi, aşık Ada'yı kendimden koparmayacaktım. Bora bana ne yaparsa yapsın, bir tarafımla her zaman gülümseyecektim ona...
Sevgi almak üstüne kurulu bir his değildir, almasam da olurdu. Ben onu bana rağmen sevecektim. Sevmeyi bilmiyor olsam bile, yeni doğmuş bir bebeğe yürümeyi öğretir gibi öğretecektim kendime bunu.
Bora'nın bugüne kadar yaptıklarından çok fazla bir farkı yoktu, benim kendime yapacaklarımın. Bir şeyler ezberletmek konusunda usta bir adamla yaşıyordum, zor olmasa gerekti.
Tamam yaşamak doğru kelime olmayabilir, beni artık istemiyordu yanında ama alışkanlıklarım vardı. Ondan öğrendiklerim...
Sahi, benim ondan ögrendigim çok şey vardı ama bunların en büyüğü neydi? Bedeller...sanırım bedellerdi. Söyleyeceğim her sözün, atacağım her adımın arkasında bir bedel olacaktı ve ben hiçbirinden kaçmayacaktım. Bora'dan korktuğum kadar kendimden korkmayacaktım. Bora'nin bana acıdığı kadar, kendime acımayacaktım da.
Bora hep şey derdi; hangimiz daha tutsagız?
Bakışlarıyla kurardı bu cümleyi, dudaklarından hiç çıkmazdı. Dudaklarından çıkanlar, benim olduğumu kanıtlar nitelikteydi ama bazen tutsak olan oymuş gibi baktığı olurdu. Siz belki bunu göremezdiniz çünkü saniyelik sürerdi. Her santimini ezberledigim adamın bakışlarının arkasından yayılan soruları da okuyabilmek yetenek sayılmazdı ama en çok zevk aldığım şeylerden biri olduğunu söyleyebilirdim. Bora çözmesi zor bir adamdı, her saniye başka bir soruya çarpıyordum ama bunu keşfetmek ve onun dehlizlerinde gezmek çok güzeldi. Bunun aslında benim için yasak olduğunu ve ondan habersizce süzüldüğümü söylersem bana yaramaz dersiniz, tıpkı yakalandığım milyon kez onun bana söylediği gibi.
Tutsaklığa tamam dedik, hiç değilse bir manzaramız olsun be adam diye karşı çıkardım ve o da isteğime genellikle uyum sağlardı. Bunlar hep güzel şeylerdi. Ikimizin arasında bunca zamanın büyüsüyle oluşmuş, sessiz ve sözcükler olmadan sadece mimiklerimiz aracılığıyla yapılmış bir anlaşma gibiydi. Ben özel değildim çünkü bende mevcut olan onu okuma yeteneği, onda da vardı. O da beni okurdu. Ben her ne kadar ona oranla daha tahmin edilebilir ve basit olsam da...
Şimdi belki de ilk defa ikimizden de aynı anda dökülen bir soruyu ben size sormak istiyordum.
Hangimiz daha caresizdik?
Stockholm Sendromu adinda psikolojik bir rahatsızlığın etkisinde kalbini kaybeden ben mi, yoksa sevdiğini söylediği kadını hareketleriyle bu noktaya getiren Bora mı?
Hangimiz daha hastaydık?
Üç farklı hastalığı bünyesinde taşıyan ben mi, yoksa zihninin hasta olduğunu söyleyen ve bu hastalık yüzünden bana fiziksel ya da ruhsal yapmadığını bırakmayan Bora mı?
Hangimiz daha korkaktık?
Korkusu yüzünden ruh sağlığını kaybeden ben mi, beni iyileştirmeye gücü olmadığını düşündüğü için pes eden Bora mı?
Hangimiz daha âşıktık?
Profesyonel ağızların hiçbirine boyun egmeden hissedebildigim konusunda inat eden ben mi, beni korumak için benden vazgeçen Bora mı?
İyileşme ihtimalime umudunu asan adam mı?
Aşka inanmayan bir adam olarak, dönüştüğü kişiyi düşünecek olursak ben ne yaparsam yapayım ona yetişemezdim. Birkaç ay önce aynı sorulara kendimi atardım ama şimdi hepsinin galibi Bora olurdu.
Ben aşka inanır halimle bir hayal kırıklığı iken, o mucizenin son eseriydi sanki.
Çaresizlikse konu, tek seferde aylardır düştüğüm her durumu silip süpürmüştü o, böyle bir kadına yani bana aşık olduğu için.
Hastalıksa konu, bu benim ona karşı kazandığım tek savaştı, üstelik en başından beri onu türlü şeyle sucladıktan sonra şimdi ben ondan beter haldeydim ve ona zarar veriyordum.
Korkaklıksa konu, bunun da eni bendim. O vazgeçecek kadar yürekliydi, bense kalmak için savaşıyordum. Ait olmadığın yer de kalmak için savaşırsan, kaçtığın gerçeklerin ardında kalırsın.
Konu aşksa, ikimizde sınıfta kalırdık.
Ben o enkazın altında bedel öderken, seçimlerim ve hislerimin sonucunda kanayan o olmuştu.
Yıldızların suçu yoktu, benim zehrimdi üstümüze sıçrayan.
Isteklerim doğrultusunda yıldızların ölümüne sebep olursam, yaşayacaklarima yanma hakkım olduğunu sanmıyordum.
Bir meleği ağlatırken, gülemezdim.
Gülememiştim de.
Gece yarısı diledigim dileğim gerçek olmamıştı, gün yine ağırmıştı.
O ağardı, ben karardım.
Bora'nin güneşi olduğumu düşünürken bile kararmaya mahkumdum.
Gece yarısı diledigim dileğim gerçek olmuştu, ben onunla kalmıştım. Bedeli ise tekrar ölümün kucağına düşmek olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.