Gecenin karanlığı üstümüze serilmişti. İki gün öncesine kadar ölmeyi bekledigim, mezarım olmasını umdugum küvet şimdi ikimize birden sıcak yatak görevi görüyordu. Ben ve benim....burada bir durabilir miyim? Bana biraz izin verebilir misiniz? Ona bir bakayım... bir kez daha bakayım. Bundan öncesine kadar hiç bakmıyormuşum gibi. Oysa siz de çok iyi biliyorsunuz, ben onu severken hep doz aşımına uğratırım kendimi, ona bakarken hep ölçümü kaçırırım... sonra ödeyeceğim bedellere, çölde esir düşmüş bir çiçeğin suya kavuşmasını izler gibi koşarım. Adına ne derseniz deyin. Aşk, aptallık, hastalık. Bu adama karşı beslediğim hislerin sonunun beni nereye götürdüğü önemli değil. Ben en uç noktaya vardığımı ayaklarımın beni hayatından defolup gitmemi söyledikten sonra götürdüğü uçurum kenarında kabullenmiştim. Ben yaşanması muhtemel bütün senaryoların önünde diz çöktüğümde, her şeyden habersizdim. Yaşayacaklarımızdan, yaşatacaklarından. Bizzat kendi elleriyle bana yapacaklarından, bana hissettireceklerinden. Vaat ettiği özgürlükten, elimden aldığı nefeslerden. Üstüme örtülen kapılardan, ardında çürüttüğü duvarlardan. Sevgiyle eğittiği kalbimden, cezaları ve öfkesiyle ezdiği ruhumdan. Benden alacaklarından ve bana vereceklerinden... hiçbir şeyi bilmiyordum ancak yanında tek bir nefes daha almak pahasına evet demiştim, yine o uçurum kenarında içimdeki acıyla göğsünü döverken. Onu en az benim kadar acıttığımı düşünüyordum, ben yanıyordum acıyla. O eriyordu benim gözyaşımla. Pişmanlıktan kavruluyordu, ikimizin de kalbi o uçurum kenarında durmuştu sanki ve biz düştüğümüz kayalıklardan kurtulup gözümüzü açtığımız hayatta aynı beden ama farklı ruhta uyanmıştık sanki. Bu hisle, bu inançla o kadar uzun zaman geçirdim ki, değişimin yıkımı üstüme çöktüğünde kaçıp saklanacak veya sağlıklı bir düşünceyle kendimi kurtaracak vaktim olmamıştı. Belki de tam tersine değişim gerçekleşti ama kaybeden sadece ben oldum. Kazandıklarımda vardı tabi, onun yanında alacağım nefesler oldu. Almaya hak kazandığım nefesler, ölmek için ettigim dualar tutuşturdu elime. Yaşayarak ya da severek değil, savaşarak geçirdiğimiz bunca zamandan sonra şimdi onunla aynı küveti paylaşıyordum. En büyük korkumun esaretinde, hayatımın kabusu sessizliğin ortasında, bir aşıkla değil... sevginin ellerinde değil, azabın koynundaydım. Kollarında olduğum bu adam... üç noktasına doğru tanımı yerleştiremediğim, boşluğunu hiçbir şeyle dolduramadığım, bende açtığı boşlukta, bıraktığı yaraların üzerinde kıvrılıp uyurken bile kaybolduğumu hissettiğim bu adam... Bora Doğrusöz. Bir cellât, bir korku, bir kaybediş, bir sahip, bir hayat, bir yuva. Büyük bir tuzak, yıkık dökük bir çatı.. başımın üstünde sallanan düşlerim, kovuldugum her kapı, eşiğinde ölmek isteyecek kadar gözümün karardığı viraj, çarparak kendimi yitirmek istediğim duvarlarım, üstüme çöken karanlığım, altında ezildigim oyunlarım. Boğuldugum her su kenarı, nefes aldığım gökyüzü. Elime aldığım kalemden akan mürekkep, aktığı kadar benden akıttığı kan.. ödediğim bedellerim, önünde diz çöktüğüm cezalarım, varlığıyla dize geldiğim her şeydi... bir kahramandı. Ceza olduğunu söylemiştim ve haklıydım. Cellat olduğunu söylemiştim ve haklıydım. Kahraman olduğunu söylüyorum ve bu konuda yanıldığımı bilsem bile, inandığım en gerçek yalan buydu. Tutundugum tek dal buydu, ben güçlü değildim. O da melek değildi. Ben aptaldım, oysa fazla güzel bir yanlıştı. İşlemek için sesimden soluğumdan olmak isteyecek kadar gözümün karardığı bir günahtı. Ben deniz kızıydım sanki ve o benim gökyüzümdü. Ona ulaşmak için bacaklarımın olması yetmezdi, kanatlarım olmalıydı. O hepsini avucunda parçalasın diye...
Böyle bir adamın kollarındaydım. O uyuyordu, ben kapalı gözlerini izliyordum. Ezberledigim bal rengi gözlerinin benim yeşillerime değdiği anda bedenimde oluşan titremeyi hayal ediyordum. Yanaklarım ve saçlarım, onun yarısına kadar kırmızı boyayla kaplı olan göğsüne yaslıydı.
Uyuyordum, kollarında.
Sanki ilk kez uykuyu tadan bir bebek gibi.
Unutuyordum, kollarında.
Sanki hafızasını kaybetmiş bi'çare gibi.
Bi'çareydim, çaresini bir katilin ellerinin arasında arayacak kadar aptal bir kız çocuğuydum.
Kocaman bir kadındım, karşısında küçülüyordum.
Uyuşuyordum, göğsünde.
Alkol komasına girerek, binlerce hapı yutarak canının acısına merhem arayan toy bir genç gibi. Sıcak göğüs kafesini bir zehri damağımdan yuvarlar gibi çekmiştim kendime.
Öpmüştüm onu, panzehirini ölümde arayan aşık Juliet gibi.
Ölü bir Romeo ile vuslata değil, acımasız bir adamla bir gün daha doğurmak isteyen akılsız bir çocuk gibi.
Ölüyordum ellerinde,
Yine bir küvetin içinde. Boynuma kadar kırmızı boyayla kaplı suyun kafesledigi bedenimle. Ayaklarima vuran küçük küçük su dalgalarını ayaklarımın hareketiyle yukarı çıkarıyor, kendimi suya gömüyor, ona gömülüyordum.
Göğüs kafesini mezarlık yapmıştım kendime, haberi yoktu. Bu gecenin bir sabahı olur muydu, doğan güneş beni güldürür mü bilinmez ama bu gece bu küvette yaşanan huzurun bedeli bana huzursuzluk olacaktı. Biliyordum.
Yaşıyordum ya göğsünde şimdi böyle... sabahın ilk ışıkları ile son nefesini verecek olan bir idam mahkumu gibi. Tek bir geceye, bir ömrü sığdırmaya çalışacak kadar aciz, başaramayacağını bile bile bunu uman, bir dilek hakkı olsa onu da kollarında yattığı bu adamın ona bakarak gülmesine harcayacaktım.
Böyle bir kızdım işte.
Size bunları niye anlattım bilmiyorum, belki bu kadar mutlu olduğum tek bir günüm daha olmaz, bilin istedim. Siz de hislerimi bilin diye anlatıyorum size bunları.
Tek dilek hakkını, kaybettiği ellerini kazanmaya değil de bu adamın bir gülümsemesine verecek kadar aptal bu kızın şimdi sizden başka kimsesi yok, bu yüzden soruyorum size? Gerçek olmayacağını bildiğiniz halde, dilediğinizi harcar mısınız? Yoksa benim gibi zaten olmamasına alışmış olduğunuz, yokluğunu kabullenseniz de varlığında nefes aldığınız bir şeyi dileyerek çekeceğiniz üzüntüde indirime mi giderdiniz? Ben bu hayatta bir dilek dilerim aşık oldum ve bu uğurda annemi kaybettim. Bu uğurda hayatımı, özgürlüğümü, kalbimi, yasama sevincimi kaybettim. Ellerimi kaybettim. Anneme dair umudum da kalmadı, diğerleri içinse hiç beklentim olmadı oysa şimdi ellerimi geri almayı bu kadar isterken, elinden bütün dilek hakları alınmış, cehenneme hapsolmuş bir günahkar olduğumu unutmayacaktım. Bu gecenin bir sabahı olacaktı elbet, ancak güneş beni teğet geçecekti.
Bu adam, bana kestigim bileklerimi beni bu küvette kollarında uyutarak vermişti. Bu adam bana, bir gülümseme hediye etmişti.
Bir dans, bir aşk. Bir ödül...
tekrarı olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.