Yürüyorum.
Uzun, ıssız ve karlı bir yolda usul usul adımlıyorum. Arkamda kan damlaları, önümde çeşitli uçurumlar var. İki yanımda derin çukurlar, başımın üstünde bulunduğum yolu beyaza boyayan, suretimi donduran ve kalbimi buz gibi oluşuyla yakan kar taneleri var...
Ayaklarımı bastığım toprak yemyeşil bir ormanın içinde, güneş tepeye geçtiğinde sımsıcak hisler doğuran masallardan fırlamış bir evren olsa da benim adımlarım mezarlığa varıyor.
Benim mezarlığıma.
Mezarımın bulunduğu, acının merkezi olan o ıssız şehre. Içinde binlerce ölüyü barındıran, yaşamayı unutan o ormana...
Ellerim cebimde, başım gökyüzünden düşmüş bir şekilde zemine odaklı, ayaklarımın dibinde biriken kara bakarken hissettiğim rüzgârla başımı kaldırıyorum ve yalnız ormana bakıyorum. Avuçlarımın içine sayısız kar tanesi düşüyor ve tenimde yok ediyorlar kendilerini. Bunu görünce gözlerime bulutlar siniyor. Dudaklarım titriyor ve güçlükle çıkıyor birkaç cümle dudaklarımdan. "Benim tenim ölüm mü saçıyor böyle?" "Bu kadar mı günah beni sevmek?" Bana dokunanı öldürecek kadar mı?" Yutkunmuştum, boğazımda bir düğümün sancısı. Kalbimde istenmeyen çocuk olduğumu yüzüme vuran yazgımın busesi.
"Bu yüzden mi gittin anne?" Bomboş yolda avazım çıktığı kadar bağırdım. "Bu yüzden mi beni önce terk ettin, sonra da istemedin?" Hırçın bir rüzgar çarptı yüzüme, ölüm fısıldadı sanki bana ilerlemem ve sonu görmem için. Yürümeye devam ettim, ormanın içine adımladım ancak attığım adımlar ormanın derinliklerine süzüldükçe pürüzsüz beyazlık kayboluyordu. Soluk yeşillik, kurumuş ağaç dalları, boynu bükük çiçeklerle dolu ormana bakarken eski bir hatıra gözümün önünde canlandı.
Buraya nasıl ve ne zaman geldiğimi hatırlamıyordum ancak burası orasıydı...
Bora ile yağmur altında dans ettiğimiz o yol.
Biraz ilerisinde mezarımı saklayan ormana bekçilik yapan o yol..
Her yer kar beyazdı, tanımam bu yüzden zorlaşmış olmalıydı ancak o gün dökülen yağmurda güldüğüm kadar bu gün başımdan aşağı dökülerek beni titreten karın altında gülemeyecektim. Aksine o kadar çok ağlayacaktım ki, göz yaşlarım kuruyacaktı. Gözlerimden dökülen sıcak yaşlar, bile beni ısıtmaya yetmeyecek buz gibi soğuğun, başka bir zaman romantik bulabileceğim karların altında can verecektim.
Zaten gökyüzünden düşen her yağmur bana düşmandı.
Zaten gökyüzünden düşen her kar tanesi, bana sıkılmış bir kurşundu.
Böyle bir günde Rüzgar'ın elinde kalmamış mıydım, kan gölüne dönen bedenim Bora'nin önüne atıldığında aynı bu şekilde kar yağmıyor muydu sanki?
Yine aynısı olmuştu.
Bu kez benden akan kanın, tenimden süzülen yaşların sebebi annemdi.
Benden vazgeçmiş, beni istememişti. Bedenimi kapıya, kalbimi mezara koymuştu. Saçlarımı ayaklarının dibine, çocukluğumu Gamze'nin eline bırakmıştı.
Ben zaten hiçbir zaman sevilmeye layık biri olduğumu düşünmemiştim.
Ben zaten hiçbir zaman, bir anneye sahip olabileceğimi aklıma getirmezdim.
Ben zaten yaşamak denen şeyi toprağa bırakmıştım ancak şefkatli birkaç dokunuşla yattığı yerden fırlamıştı.
Ben arsız ve haksız bir umudun kurbanıydım.
Hiçliğimin kimsesi, kimsesizligimin yarasıydım. Oysa ben kimsesiz değildim. Hiçbir zaman kimsesiz olmamıştım, istenmemiştim sadece o kadar.
Onu suçlayabilir miydim? Bedenine yapılmış saldırıyı kabul etmesini ve sevmesini bekleyebilir miydim?
Varlığım günahtı, yokluğum azap olmazdı.
Gamze'nin varlığı umuttu, yokluğu acı olurdu.
Eğer Gamze annemin kızıysa, ben kimdim?
Benim ailem neredeydi? Kimliğim nerede saklıydı? Eğer Gamze annemin Ada'sıysa ben kimin Ada'sıydım?
Bora haklıydı.
Benim ismimin Ada olmaması gerekiyordu. Ben Selda Hanımın kızı olmayı, onun kızıyla aynı ismi taşımayı hak etmiyordum? Sahi ben neyi hak ediyordum ki? Hiçbir şeyi.
Annemi de.
Babamı da.
Bora'yi da.
Ben hiçliği hak ediyordum ve bir kez daha hak ettiğimi yaşayacaktım. Adımlarım hızlandı, ben koşarken Bora'nin sesi zihnimde yankılanırken başımın döndüğünü hissettim. Ben düşersem bu ormanın içine, burada ölürsem kim beni mezarıma taşırdı? Ölü bedenim de sahipsiz mi kalırdı? 22 yıl önce benim için açılmış mezara kadar çok yol var mıydı? İçine girseydim de bu oyun bitseydi? Olmaz mıydı?
"Şu ormana bak dedi Bora'nin sesi kafamın içinde. Ne kadar ıssız, soğuk ve kimsesiz. Olması gereken bu değil oysa, ormanlar çiçekler ve ışıkla parladıkları zaman güzeldir. Bu yüzden sen bana rağmen, kendine rağmen ne olursa olsun gözlerinin içindeki ormanı koru. Orayı da buraya benzetme, olur mu birtanem?"
Çok geç dedim onun sesini bastırır gibi bağırarak. Çok geç! Koruyamadım! Koruyamadım, Bora! Olmadı dedim ağlayarak. Ben hiçbir şeyi beceremeyen bir zavallıyım! Ne evlat olabildim, ne sevgili! Hiçbir şeyi hak etmiyorum! Seni de! Annemi de! Bu yüzden bırak beni! Gözlerim sıcak bir ormandan çok karanlık bir zindan, icim bir yuvadan çok günah yatağı. Varlığım acı bir zehir. Beni sadece ölüm paklar!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.