8. Kafes

234 9 0
                                    

Ada

Kum saati.
Zaman şimdi kum saatine dolmuş, zihnimize sızıyordu. Aldığımız her bir nefes, bilincimizden alıp parçalar eksiltiyor, bizi elindeki bir oyun hamurundan farksız kılıyordu. Kabul edelim, her insan biraz piyondu bu hayatta, ama onlarla beraber kostugum bu hayat beni tekmelemeyi biraz daha fazla seviyordu. Şimdi anlamak zordu, tekmelenen kimdi? Benim aldığım darbe, Bora'yi sakat bırakmış gibiydi. Ses kaydını açtığı gibi uzaklaşması bir olmuştu. Duyamamıştım, ne olmuştu? Kimden gelmişti? Az önce bana sarılan adam şimdi neden uzakta öylece duruyor ve başını elleri arasına almış zemini izlerken biri pause tuşuna basmış gibi hareketsiz duruyordu? Onu biraz olsun tanıyorsam, bu fırtına öncesi sessizlikti. Büyük birşey geliyordu. Göğüs kafesimde biriken keskin sızı ucunun bana dokunacağını haber veriyordu sanki. Kabul edebilirdim, ondan gelecek her şeyi kabul edebilirdim. Bunu fark edeli epey bir süre olmuştu sanırım, bana isteyerek ya da göz göre göre zarar vermezdi değil mi? Vermezdi. Kanattığı her yarayı ayrı ayrı öpen adam, daha büyüğünü açmazdı. Hem daha büyüğü yoktu ki, olabilecek en kötülerini yaşamıştım ellerinden...hayat veren elleri birçok farklı şekilde ölümü fısıldamıştı bana. Ve hepsinden bir şekilde sıyrılmıştım. Beni bakışlarıyla ya da sözleriyle öldürebilirdi ama ellerini kullanmazdı. Bu konuda anlaşmıştık. Dili susmuştu, gözlerini de benden çekmişti. Bu savaş yok demekti, o sadece üzgündü. Belki de korkuyordu, yanında olabilirdim ve birlikte atlatırdık. Nereden bilecektim ki? Sustuğu tüm kurşunları bana saplayacağını? Fırtınanın rüzgarının sadece beni üşütecegini? Gözlerindeki toprakları üzerime sereceğini? Yanılmıştım. Neyi doğru bilmiştim ki zaten? Hayatım yanlışlıklar silsilesi değil miydi? Tek doğrum olan adamın da beni zehirlemeye ant içmiş bir canavar olduğunu nereden bilecektim? Sessizce yaklaştım ona, sanki en küçük ses bile herşeyi yakacak olan o yangını göğüs kafesime bırakacak gibiydi. Yanina varıp ellerimi saçlarına attığımda bir yandan da ona sarılmıştım. Bora dedim kısık sesimle. Konuşmak zordu, hala hastaydım ve o sanki gürültüden korkacakmış gibi geliyordu. Bazen toprak bazen bal olan gözleri şimdi hüzne sarılmış, acıyı gölge etmişti kendine. Ne oldu dedim sakince. Konuşabiliriz, yardım edebilirim. Ben onu görmek ister gibi birkaç adım uzaklaştığımda belimdeki elleri sıklaşmış ve beni kendine hapsetmişti. Yardım edemezsin dedi sonra cılız bir sesle. Yardım edecek olursan, zarar gören sen olursun. Bora, anlamıyorum dedim. Korkmaya başlamıştım. Gözleri en nihayetinde beni buldu. Ve tek kelime döküldü dudaklarından "Elif." Gözlerim korkuyla açılsa da onun devam etmesini bekledim. O ağır ağır ayağa kalktı ve ben olduğum yerde kalakaldigim sırada büyük bir öfkeyle odadaki her şeyi yakıp yıkmaya, dağıtmaya başladı. Hırıltılı nefesler eşliğinde kıpırtısız sekilde onu izledim. Şoktan çıkıp onu durdurmaya vaktim olmamıştı. Kapıyı, pencereyi yumrukluyor, yastığı yorganı fırlatıyor, masanın üstündeki defteri yırtıp parçalıyordu. Algılarım bütün bu süre boyunca kapansa da elinden akan kanı gördüğümde ona koşmak adına bacaklarımı güçlükle de olsa harekete geçirdiğimde koluyla hafifçe beni iteklemis, ona yardım etmeme izin vermemisti. Büyük bir güç kullanmasa da tüm güçsüzlüğümle dengemi zar zor bulmuştum. Az daha yere düşecektim. Ardından bana doğru öfkeyle kükrediginde göz yaşlarım, sandalyeyi iteklemis ve bırakmışlardı kendilerini tenimden aşağıya. "Elif kaçırılmış." Korku zihnime sizdığında sordum. Ne demek kaçırılmış, nasıl, kim? Sorularımı sıralamıştım ancak yanıtsız bırakmıştı. Sakin olmaya çalışıyordum, o yeterince delirmişti. Bu şekilde Elif'e yardım edemezdik. Öfkesi onu fevrilestirir, bu da onu hataya sürüklerdi. Elif, onun ablasının emanetiydi. Yeğeniydi ve hatta kendi kızı bile sayılabilirdi. Delirmesini anlamak kolaydı. Üstelik küçücük, masum bir kız çocuğuydu! Ondan ne istemişlerdi ki? Bora dedim tekrar. Ses kaydında ne diyorlar, ne istiyorlar? Onu kurtarmak için ne yapmamiz gerekiyorsa, yapalım! Seni öldürmem gerekse de bunu yapar miydin dedi bir anda. Gözleri sorgular gibi bakıyordu. Bu ne demekti? Tepkimi mi ölçüyordu? Ya da Elif'e verdiğim değeri mi sorguluyordu? Unut gitsin dedi sonra anında. Elif'in hiçbir şeyi değilsin, sana söz hakkı tanımak hata olur. Ben sözlerinin altında ezildigim sırada telefonu çaldı. Beni bu kadar değersiz mi görüyordu? Tamam belki de sahiden hiçbir şeyi değildim ama o küçük kızı gerçekten seviyordum. Bunu nasıl görmezdi, ya da göz ardı ederdi? Tüm kırıklığımla başımı önüme eğdigimde arayan kişinin Zafer Bey olduğunu anladım. Belma hanımın bile sesi geliyordu. Arkada feryat figan bağıran ses ona ait olmalıydı. Zafer Bey her ne dediyse Bora başını sallıyordu. Ardından konuştu. Tamam baba, merak etme. Alacağım Elifi. Kurtaracağım, getireceğim onu, korkmayın. Kılına bile zarar gelmeyecek. Hayır baba dedi sonra aniden. Sen el atma, ben halledeceğim. Kimin başının altından çıktığını biliyorum. Ne istiyorlarsa vereceğim. Hayır, hayır istedikleri farklı. Para istemiyorlar baba, hayır. Hadi siz içinizi ferah tutun akşam Elif bizimle olacak. Görüşürüz dedi ve kapattı. Zafer Bey' in bütün sorularını cevapsız bırakmıştı, tıpkı bana yaptığı gibi. Ardından Aliyi aramış ve ailesinin yanına gitmesini rica etmişti. En sonunda telefonu kapatıp bana döndüğünde gözlerimdeki korkuyla ona baktım. Düşmanın falan mı var Bora? Bu insanlar kim? Eliften ne istiyorlar? Neden küçücük bir kız çocuğunu hedef alır ki bir insan? Hedefleri Elif değil dedi sakince. Ses tonu karanlık, bakışları koyuydu. Kim o zaman dedim hemen. Sensin Ada dedi bekletmeden. Sensin. Seni istiyorlar. Beni çok iyi tanıyan bu adam, beni en değer verdiğim iki insanı bana seçenek olarak sunuyor. Beni mi dedim duraksayarak. O an korkamamıştım bile. Sadece şaşkındım. Neden beni istiyorlar ki? Ben dediğimde zihnimde bir sebep, bir suç, bir nefret saptamak istedim ama bulamıyordum. Gözlerimi kırpıştırdım, her yerde gezdi bakışlarım ama bir cevap bulamadım. Ben dedim tekrar. Korku yavaşça içime sizdığında ona baktım. Benim kimsem yok ki dedim. Gözlerimin dolması şuan isteyeceğim bir şey değildi ama olmuştu işte. Beni kim niye ister? Benim hiçbir değerim yok ki! Onunla değil daha çok kendi kendime konuşuyor gibiydim. Yavaşça kendimi yere bıraktım. Yanan gözlerimi elimle silerken ona döndüm. Şimdi ne yapacağız dedim korkakca. Ne gerekiyorsa onu yapacağız dedi fısıldar gibi. Ardından bana yaklaştı. Elini uzattı. O gün gibi... O gün bana el vermişti, şimdi ipi boynuma geçirmişti o çok sevdiğim elleriyle... Söylemedi ama gözlerinde görüyordum. İpi boynuma geçirdi, altımdaki sandalyeyi de itecek miydi? Uzattığı elini tuttum ve beni kaldırmasına izin verdim. Söylemek istediğim çok şey vardı ama anlamı yoktu. Ben değersiz olandım. Nereye gidiyoruz diye sordum. Nerede alacaksın canımı? demek istedim. Konuşmak istememiştim, susmak istiyordum ama elimde degildi. Panik içimde büyüyordu. İç sesimi duymuş gibi cevap verdi. Canını almayacağım. Almayacak mısın dedim. Ağladığımı o ana kadar fark etmedim bile ama dudaklarımdan kaçan hıçkırık bunu gösteriyordu. Hayır dedi. Canını ben almayacağım. Ama alacaklar? dedim sorar gibi. Alacaklar dedi fısıltıyla. Maalesef alacaklar. İzin vermezsin dedim sesim titreyerek. Elifi kurtarmanın bir yolunu buluruz değil mi dedim umutla. Islak gözlerimle ona bakıyor ve bana bakmasını diliyordum ama inatla gözlerime bakmıyordu. Benimle gel, dedi. Elimi tuttu. Onun kemikli eli benimkini belki çok kez sarmıştı ama bu veda sarılmasıydı. Bedenini bana dönmeyen adam, elleriyle yapmıştı son sarılmayı. Kendisi bana sırt dönmüş, ellerini bırakmıştı. Çok sevdiğimi bildiğin için mi verdin elini bana? Sımsıcak ellerin şimdi buz tutmuş sevgilim, öpsem avuç içlerinden güneş doğurur muyum bunca karanlığın içinde? Ellerimiz birbirine sarılırken çıktık odadan, giriş yaptığımız noktada durup görevlinin gelmesini beklerken sıkıntıyla ic geçirmişti. Sarılı ellerimizi kaldırıp avuç içine bir öpücük bıraktım. Parmaklarımızı birbirine geçirdiğimizde benimkilerle onunkini okşadım nazikçe. Bunları yaparken bana hiç bakmamıştı. Görevli geldiğinde Bora hızla konuya girdi. Şu sözleşmeyi alabilir miyim dedi. Formu eline geçirdiği gibi elimi bırakıp iki eliyle birden gözümün içine baka baka parçalara ayırdı. Ada Tözün dedi bana bakarak. Artık burada kalmayacak. 27 dedi boşaltılsın. Anahtarı da âdeta çarparak kadına attığında elimi tekrar kavradı ve hızla beni de pesinden sürükleyerek koşmaya başladı. Koş dedi sonra bana. Koş Ada! Dediğini yaptım, koştum. Arabasına binip gazı köklediginde bilinmeyen o numara yine aradı. Bora bu defa bekletmeden açmıştı telefonu. Adamın ne dediğini duyamıyordum ama Bora'nin sözlerini netti. Verdim karar verdim. İstediğin olsun, ihtiyar. Ada senin olsun. Onu sana vereceğim ama dedi durarak. Elif'in kılına en ufak bir zarar geldiyse, onun saçının teli acıdıysa kendini öldün say tamam dedi. Adamın keyifli kahkahası bana kadar ulaşmıştı. Bora beni ona verecekti. Canını ben almayacağım, onlar alacak derken kastettiği bu muydu? Hiç mi tereddüt etmemişti? Hiç mi başka bir yol aramamıştı? Telefon kapandıgında bir bildirim sesi düştü Bora'nin telefonuna. Adres olmalıydı. Çünkü bildirimle beraber yolu değiştirmişti. Şimdi karanlık ve ıssız sokaklarda, kuytu köşelerde ilerliyorduk. Uzun ve derin sessizliği yine benim kopasıca çenem bozmuştu. Maalesef demiştin, canıni alacaklar. Benim canım senin için bu kadar değerliyse.. durdum. Titrek sesim canımı sıkıyordu ama bir türlü düzgün çıkmıyordu sesim. Neden izin veriyorsun Bora? Beni morgdan aldın, uçurumlardan aldın, Rüzgar'ın elinden aldın, şimdi niye Bora? Şimdi niye izin veriyorsun beni incitmelerine? Bağırıyordum. Sesim o kadar çok çıkıyordu ki gümbürdeyen kalbimi bile duymuyordum. Sustuğumda o da bağırmayı seçti. Çünkü mecburum Ada! Mecburum! Anlıyor musun? Elifin hayatı için senden vazgeçmek zorundayım. Denedim Ada, çok denedim. İkinizi de kurtarmayı denedim ama olmadı. Küçücük çocuğun hayatıyla oynamaktansa bunun olmasını tercih ederim. Özür dilerim dedi. Çok özür dilerim. O da fütursuzca aglamaya basladı. Arabayı ani bir frenle durdurup kriz geçirir gibi direksiyona sayısız kez vurduğunda çaresizce ağlamaya başladım. Ölmek istemiyordum, beni ölüme bırakmasını istemiyordum. Elif yaşasın istiyordum, mutlu olalım istiyordum ama bu tabloda yerim yoktu benim. Ben Elif'in hiçbir şeyi değildim, ben Bora'nin da hiçbir şeyi değildim. Ben kimsenin hiçbir şeyi değildim. Ölmem kimi üzecekti? Burnumu çektim gürültüyle. İstemsiz hareketim başını bana dogrultmasina sebep olmuştu. Tamam dedim kabullenerek. Tamam. Elif için. Sorun çıkarmayacağım. Ama dedim tekrar burnumu çekerek. Bir soru sorabilir miyim? Sadece bir tanecik dedim. Keşke sesim bu kadar kırık, çocuksu çıkmasaydı... sor Ada dedi hemen. Istediğini sor. Bana dedim yavaşça. Zaman zaman kızdın, öfkelendin, gıcık oldun, nefret ettin tamam dedim. Peki bir kerecik olsun, bir güncük ya da bir saniye fark etmez... Beni hiç sevdin mi? Birazcık.. Çok az.. eğer şimdi öleceksem bana bunu söylemek zorundasın. Çünkü bunu bilmek istiyorum. Başka türlü ölemem Bora, bu çok acımasızca olur. Sevdim dedi Bora, çok sevdim. Bir gün değil her gün sevdim Ada. Kızarken de seviyordum, öfkeliyken de sevdim, gıcık olduğumu söylerken de seviyordum, senden hiç nefret etmedim Ada. En kızgın anımda bile sadece seviyordum. Bütün her sey, bütün o anlar hep bir bahaneydı seninle var olmak, yanında kalmak için. Aşka inanmayan bir adamı aşkı sorgulatir hale getirdigin için kızıyordum sadece. Başka bir şey değil, ben hep kaçtım, sen hep yakaladın. Belki ellerin değil ama gözlerin, gülüşün bilmiyorum.. önemi yok dedim durgunca. Sözünü kesmiştim. Birazdan seni bana çeken ne varsa yok olacak. Evet dedi Bora kirpikleri titreyerek. Öyle olacak. Kavşaktan saptığında tam karşıda siyah büyük ve camları film kaplı kapkara bir arabanın farları bizim üstümüze düştüğünde yutkundum. Geldik dedim cılız sesimle. Evet, geldik dedi Bora. Tam kapıya el atıyordum ki bekle dedi. Bekle Ada. Ben çıkaracağım seni. Sessiz kaldım. Sanırım ona ayak uydursam iyi olacaktı. Bazı şeylerden kaçılmıyordu. Bora aşağı indi. Karşı arabaya baş selamı verdi. Bunun anlamını sorgulamayı es geçtim. Az sonra ölecektim. Benim için yarın güneş doğmayacaktı. Bora arabanın etrafından dolanıp beni aşağı indirdiği sırada belimden yakaladı. Bu temas beni gerince kasıldım ancak daha büyük şoku ve sokağı inleten çığlığı Bora'nin nereden çıkardığını bilmediğim silahla atmış bulundum. Soğuk namlu saçlarımda durduğunda nefesimi tuttum. Silahın baskısı bir an artınca nefesim boğazıma takıldı, yan gözle Bora'ya baktım. Bana değil karşıya bakıyordu. Ne yapiyorsun dedim fısıldayarak. Kulağımın dibinde gürleyen ses bana bildiklerimi unuturmuştu. Bora benden çoktan vazgeçmişti, şimdi gördüğüm adam bir yabancıydı. Kes sesini diye gürlemişti, belimdeki elini önce enseme ardından dudaklarımın üstüne kapatmıştı. Sen artık susacaksın Ada Tözün! Sesini çıkardığını duyacak olursam bu güzel kafanı tek bir kurşunla paramparça ederim duydun mu? Başımı salladım korkuyla. Bu adam Bora mıydı? Saçlarımdan öpen, onları tarayan adam şimdi başıma silah dayamış beni tehdit ediyordu. Tek eli belimde beni yürüttüğü sırada karşı arabanın kapıları açıldı içeriden iri yarı bir adam ve pesinden de simsiyah kıyafetlerle birkaç adam daha indi. Öndeki adam bize doğru ilerleyerek konuştu. Doğru kararı vereceğini biliyordum evlat, aklı olan kimse aşk uğruna ailesinden vazgeçmez dedi keyifli bir tonda. Bora adamın sözlerine kulak asmadan Elif nerede dedi. Önce Elif, sonra Ada! Yoksa onu sana vermem dedi başımda silah sabitken beni biraz geriye çekerek. Duygularım donmuş gibiydi. Hicbir şey hissetmiyordum. Sanki az sonra ölmeyecektim. Sanki şuan burada değil gibiydim, yaşananlara uzaktan bakan üçüncü bir gözdüm sanki. Adam tekrar konuştu. Dur biraz evlat, hemen celallenme. Elif gayet iyi ve sen sözünden dönmezsen bende dönmem. Birazdan takas gerceklesecek ama ondan önce sana iki seçenek daha sunacağım. Merak etme, Elifi içermiyorlar. Bu sadece sadakat testi, bilirsin bana bir oyun oynadın mı? Oynamadın mi? Oynayacak mısın? İşimi sağlama almam lazım, malum bir kez oynadin. Bu adam neden bahsediyordu? Bora ona ne yapmıştı? Başımı adama sezdirmeden yavaşça Bora'ya çevirmek istedim ama o elindeki silahla kafamı itti. Bu aralarında bir sır mıydı? Bora basından beri bana düşman miydi? Peki ya arabada söyledikleri? Yalan miydi? Aklımda o kadar çok şey vardı ki korkmaya ya da ağlamaya vakit bulamıyordum. Silâhı indir evlat, ve kızı bırakıp yavaşça bir iki adım geriye git. Bora adamı dinlemiş başımdaki silahı indirmiş ve biraz gerimde durdurmuştu adımlarını. Normal bir insan silah tehdidinden kurtuldugu için derin bir nefes alır ancak ben tam o noktada boğulmaya başladığımı hissettim. Ciğerlerim yanmaya başladığında inatla bir zehri solur gibi nefes almayı reddettim. Adam iri elleriyle yüzümün tümünü avuçlarına hapsettiginde dizlerim titremiş ve tutunacak bir yer aramıştım ama yoktu. Göz hapsine mecburdum. Gri gözleriyle yüzümü eselerken elinin baskısını arttırdı. Kafami sıkıştırarak patlatacaktı sanırım çünkü o kadar sıkı tutuyordu ki hareket bile edemiyordum. Beni kıskıvrak yakalamıştı. Ada Tözün dedi bastırarak. Benden o kadar tiksiniyordu ki tükürür gibi söylemişti ismimi. Sana öyle şeyler yapacağım ki bana seni öldürmem için yalvaracaksın. Ne yaparsan yap dedim cesaretle hala yüzüm onda esirken. Sana asla yalvarmayacağım, ne şimdi ne de sonra. Kaşlarımı çatmıştım. İçten içe korkuyordum ama yüzümdeki cesaretin tarifi yoktu ve bunu nasıl başardım ben bile bilmiyorum. Bu onu sinirlendirdi. Çenemdeki elleri aşağıya boğazıma doğru indiğinde korku midemden yukarıya doğru çıkıyordu. Elleri boğazımı sardığında olağanüstü bir güçle boynumu ezmeye başladı. Ciğerlerimden nefes çekildiği sırada onu itmeye çalıştım, ellerini uzaklaştırmayı denedim. Boynumun morardigina emindim. Hırıltılı nefeslerim kesik kesik ağzımdan çıkıyordu ama ciğerlerim hava görmüyordu. Tepinmeyi bırakıp teslim olmayı seçtim, gözlerim kararıyordu zira. Ancak tam o anda boğazımdaki ellerini çekti ve elindeki silahı başıma dayayarak beni arkaya döndürdü. Bora ile tekrar göz göze geldiğimizde onun kayıtsız bakışlarına mi yoksa öksürmekten parçalanan ciğerlerime mi ya da hava almama rağmen yetmiyormuş gibi gelen oksijene mi ağladığımı bilmeden güçlü bir tonda ağlamaya başladım. Kes mızıldanmayayi kes diye kulağımın dibinde bağırdıginda korkuyla yerimde sıçradım. Gözlerim istemsizce büyümüştü, yutkunamamıştım ama refleksle susmuştum. Bir rüzgar esti ıssız sokakta, üşüdüğümü hissettim. Alnım kızarmış, boynum morarmıştı. Gözlerimi açık tutamıyordum, ayakta duramiyordum. Başım çatlıyor, zihnim bulanıyordu. Burnumu çektim sonra. Ağlamaktan mi hastalıktan mi bilmiyorum ama henüz iyilesmemistim. Bora ile girdigimiz duş ise yaramış ancak yaşananlar sanırım yeniden azdırmıştı. Göğüs kafesim parçalanıyordu sanki. Bora'ya değdi gözlerim. O da bana bakıyordu. İçten içe yaşadığım karmaşayı görüyor muydu? Acı çekiyordu. Gözleri üzgün bakıyordu. Muhtemelen fark etmişti, biliyor olması lazımdı çünkü. Göz temasımızı Ufuk'un bedenimi sarsarak konuşmasıyla kaybetmiştik. Bedenimi iterek beni dizlerimin üstüne çökerttiginde kolayca kendimi yere bıraktım, bir anlamda işime bile gelmişti bu durum. Yine de dizlerim zemine çarptığında sızlayan yara aklıma saatler öncesini getirmişti. Bora'nin dokunuslarının yaralarımı sardığı ana...avuç içlerim de yerle temas ettiğinde kurumuş kanın üstünden yenisi gelmişti. Zihnini okumayı çok isterdim, avuç içlerimden öpen adam, diz kapaklarıma bıraktığı buseyle tutmayan bacaklarıma güç üfleyen adam ne hissediyordu? Canı acıyor muydu? Ben gözünün önünde kanarken, o ne düşünüyordu?Sert bakıyordu elâları ama üstüne ördüğü kabugun altında çatlamış birkaç yer olabilirdi değil mi? Belki kanım oradan sızar, kalbine düşerdi. Belki o zaman biraz üzülürdü. Belki şimdiki kadar hiç olmazdım gözünde. Konumuza dönelim dedi Ufuk. Elifi almadan önce senden son birşey istiyorum. O dedi silahıyla Bora'nin elindeki silahı işaret etmişti. Onunla dedi sonra düzelterek. Ada'yı vurmanı istiyorum. Tam kalbinden. Korkuyla Bora'ya baktım. Yapar mıydı? Yapardı. Çünkü ikinci seçeneği beklemeden silâhın namlusunu kalbime dayamıştı çoktan. Soğuk metal şimdi de kalbime baskı yapıyordu. Ben tam o an vurulmuştum, ambulansa ya da hastaneye gerek kalmadan can vermiştim o sokakta. Kanım akmamıştı çünkü bedenim kanı içime saklamıştı. Elleri titriyordu, o kadar belirsizdi ki sadece ben görüyordum. Gözlerine bakmadim, bakarsam yapamazdi biliyordum. Yapmasını istiyordum. Ellerimle soğuk metali tuttum, tetiğe ellerimi uzattım. Çekecektim. O sırada silahın ucunu hafifçe kaldırıp elimi ittirdi. Bu ona bakmama sebep oldu. Göz kapakları titreşiyordu. Ardından bakışlarını benden alıp arkamdaki adama çevirdi. Diğer secenegim ne diye sordu. Silahı indir ve yanağına sert bir tokat at. Aslında onu senin öldürmeni tercih ederim ama aşk bu ya, o kadar saygımız olsun değil mi? Bizde geçtik bu yollardan dedi sırıtarak. Silahı indirdi ve gergince konuştu Bora. Böyle anlaşmadık, takas istedin ve istediğini aldın simdi Elif'i bana vereceksin ve buradan defolup gideceğim. Onu tokatlar mısın ya da öldürür müsün beni bağlamaz, senin bileceğin iş. Bence dedi Ufuk istifini bozmadan. Benimle laf dalaşına girecek konumda değilsin. Bora durdu. Sessiz kaldı. Düşünüyordu. En sonunda Ufuk'a hak vermiş olacak ki bakışlarını tekrar bana çevirdi. Sanırım ne geleceğini biliyordum. Tokat atacaktı. Beni öldürecek gücü yoktu. Göz göze geldiğimizde can hıraş bir şekilde bağırdım. Bir yandan ağlıyor bir yandan yalvarıyordum. Ufuğa değil ama Bora'ya beni öldürmesi için yalvarıyordum. Bora dedim. Yutkundum ve tek nefesin ardından zorlukla devam ettim. Öldür beni, nolur öldür beni. Yalvarırım Bora! Titrek sesimle zar zor konuşuyordum ama inatla vazgeçmedim. Beni sen öldür lütfen, onlara bırakma. Beni onlara verme. Biraz olsun sevdiysen Bora... öyle dedin sevdiğini söyledin. Öyleyse sen al canımı! Bu canı illaki teslim edeceksem senin elinden olsun. Ellerini kullan! Sen dinleme beni, ellerinle yap! Tokat olmaz, tokat istemiyorum, nolur. At silahını, çıplak ellerinle bog beni! Bitsin bu iş! Bağırarak ağlamaya başladığımda öne arkaya sallanarak titriyordum. Saçlarım yüzüme yapışmıştı, tenim kıpkırmızıydı. Birazdan kimsenin bir şey yapmasına gerek kalmadan bayılacak gibi hissediyordum. Sustuğum sırada sokağı güçlü bir ses inletti. Gözlerim kapalıydı ve açtığımda göz hizamda Bora değil boş yol vardı. Keskin bir sızı yanağıma hücum ettiğinde anlamıştım. Bana tokat atmıştı. Klinikten çıktığımız ve benim güneş doğuracağına inandığım öpücüğüm karanlığı beslemişti. O eller binlerce kez sevmişti beni, şimdi yok ediyordu. Bin kez yeşertip tek seferde soldurmak istemişti. Bora benden uzaklaştığı sırada elim yanağıma gitti. Beni bogmasını kabul edecektim, etmiştim de. Neden tokat atmayı tercih etmişti? Beni öldürmeye bile değer görmüyor muydu? Ben düşünürken Ufuk bağırdı. Çocuğu getirin! Sonra arka tarafta bir hareketlilik oldu. Gözyaşlarım arasından hayal meyal Elifi gördüm Bora'ya koşuyordu. Iyi görünüyordu. Onu incitmemişlerdi. Bora ve ikisi sarıldı. Bora şefkatli sesiyle konuştuğunda bu şefkat ıçimi sızlatmıstı. Dayıcım, prensesim benim iyisin değil mi? Sana birşey yapmadılar öyle değil mi? İyiyim dayı demişti Elif. Bana kötü davranmadi kimse, başta biraz korkmuştum ama geçti. Geleceğini biliyordum. Peki ya sen Ada dedi iç sesim. Sen biliyor musun? Senin icin de gelir mi? Sarılır mi şefkatiyle? Biliyordum ama ben Elifin aksine gelmeyecegini çok iyi biliyordum. Elif ve Bora gözden kaybolurken arkamdaki adam saçlarıma asılmış ve beni sürüklüyordu. Boğazımdan kopan güçlü çığlık uzaktaki Bora'nin gözlerinin bana dönmesine sebep olmuştu. Elif de bana döndüğünde hızla yanıma koştu. Ancak Bora tarafından durdurulmuştu. Şimdi az önceki hallerinden eser kalmamıştı, tartışıyorlardı. Ada ablam dedi Elif. Onu mu verdin dayı? Beni almak için mi verdin onu? Sana bunu yapma demiştim dayı! Onu öldürecekler! Bunu neden yaptın? Prenses seçim yapmam gerekiyordu. Bıraksaydım da ölse miydin? Ölseydim dayı! Dayı dedi sonra. Sen benim artık dayım değilsin! İstemiyorum seni duydun mu? Yanıma gelme sabah öğlen akşam hiç bir vakit öpme tamam mı dedi. Sesi kızgın geliyordu. Sonra ağladi ve omuzlarını düşürüp arabaya bindi. Gittiler.
Beni ise yaka paça arabaya atıp karanlıkta ellerimi bağlamışlardı. Ağzımı da bantlayarak yola çıktığımızda tek düşündüğüm bunların hiçbirine gerek olmadığıydı. Konuşacak, çığlık atıp, bağıracak, tepinecek gücüm bile yoktu. Istemiyordum artık hiçbir şey, kaçmazdım da. Gidecek kimsem yoktu ki. Beni kurtaracak, bana değer veren kimse yoktu. Ölmek değil artık yaşamak acıtıyordu beni. Biliyordum. Tam da öyle alacaktı canımı. Yaşatarak. Karanlıkta nereden ve nasıl geldiğini anlamadığım bir sızıyla göz kapaklarim ağırlaştı. Kolumun acısını hissediyordum. Bana ne vermişlerdi? Gözlerim karardı.
-
Bora ise arabanın içinde sus pus olmuştu. Bir süre arabayı sürmüş, aniden yol kenarında durup saatlerce ağlamıştı. Yapamamıştı. Yenik düşmüştü. Elifi kurtardığına pisman değildi ama farklı bir planla ikisini de kurtarabilirdi, boyun eğmezdi. Şimdi Ada da burada olurdu, mutlu mesut dönerlerdi. Özür dilerim Ada dedi fısıltıyla. Özür dilerim, beni affetme. Çünkü ben kendimi hiç affetmeyecegim. Çünkü ben ellerimden hep nefret edeceğim. Artık yaşasam da ölsem de var olamayacağım. Beni binlerce kez ışığıyla parlatan kadını kendi ellerimle diri diri mezara gömdüm. Artık sadece kendimi yakarak ısıtabilirim onu. Bende öyle yapacağım. Tenimi yakan ateşe gülümseyecegim.
Elif de arkada ağlıyordu. Dayısına hiç bakmıyor, sadece ağlıyordu. Telefon çaldı. Bora elleri titreyerek aldı telefonu eline. Babası arıyordu. Alo baba dedi ağladığını belli etmemeye çalışarak. Oğlum, Elif nerede? Aldın mı? Iyi mi çocuk, bak biz burada hepimiz sizi bekliyoruz. Annen, Ali, Selin kızım.. Ada yok ama belki seninle gelir. Ada'nin ismini duyunca dudakları titredi Bora'nin.. Elif yanımda baba, geliyoruz şimdi. Ada yok, gelmeyecek. Bir daha gelemez sanırım. O ne demek oğlum dedi Zafer Bey. Gelince konuşuruz, merak etmeyin Elif gayet iyi diyerek telefonu kapatti. Prenses dedi sonra Elif'e dönerek. Hadi gül biraz nolur, sana çikolata alayım mı ister misin? İstemem dedi Elif omuz silkerek. Ada ablamı bir şekilde o adamlardan alana kadar konuşma benimle dayı, eger orada kalacak almayacağım dersen de beni öldü sayabilirsin. Bora çaresizce önüne döndüğünde eve çoktan varmışlardı. İçeri girdiklerinde ev halkı Elif'i büyük bir coşkuyla karşılayıp bağrına basarken sarılıp öpmeye doyamamışlardı. Bora'nin aklina Ada geldi. Ada'yi kimse böyle karşılamazdı. Gözlerini kapattı Bora. Bunu düşünmek ona iyi gelmedi. Elif hiçbirinin yüzüne bile bakmamış, akşam yemeğinde ağzına bir lokma koymamıştı. Yemek masasında Selin' in gözleri Ada'yi aramış, bulamayınca da istemsizce sormuştu. Bora bey, Ada nerede? Ada yok Selin dedi Bora. Bundan sonra da olmayacak. Bunu duyan Elif odasına koşmuştu. Çekmecesini açtı, annesinin yanında duran fotoğrafı eline aldı Ada ablasının evine gittiği zaman aynasının önünde duran fotoğrafa takılmıştı gözleri hep. Ada'dan istemişti fotoğrafı. Fotoğraf Ada'nin kendi fotoğrafıydı. Bir sahil kenarında çekilmişti. Ada merakla sormuştu. Prenses sen ne yapacaksın ki benim fotoğrafımı? Sen genelde dayımla şirkette oluyorsun, akşam da her zaman gelmiyorsun eve. Geldiğin zamanlar da ben uyumuş oluyorum Ada abla, bu fotoğraf bende kalırsa belki seni özledikce bakarim olmaz mı? Bebegim diyerek yanağından öpmüştü Ada onu. O günden beri fotoğraf Elifteydi, kimse bilmezdi bunu. Sadece Ada. Ailesine göstermezdi. Dayısının bile haberi yoktu. Eline aldığı fotoğrafla öylece odasında dikildiği sırada gözü dolabına gitti. Ada ile ilk karşılaşmaları bu dolabın içinde olmuştu. Kimse bulamamıştı Elifi ama Ada eliyle koymuş gibi çıkarmıştı Elifi önce dolaptan sonra yalnızlıktan. Aklına bir fikir gelmiş gibi gülümsedi. Fotoğrafla beraber dolaba girdiğinde Ada'nin kapıyı çalıp onu tekrar oradan çıkaracağından neredeyse emindi.
Keşke biraz daha büyük olsaydım dedi Elif. Küçük eliyle Ada'nin fotoğrafını severken. O zaman dayim olmasa da ben kurtarırdım seni. Özür dilerim, benim yüzümden oldu. O da seni vermezdi aslında, beni kurtarmak istedi. Ama seni çok seviyor, lütfen dayan. Ona inanmazsan bana inan gelecek o. Eninde sonunda vicdanı izin vermez gelir. Dayım kötü biri değil, sadece kafası karışık. Sonra fotoğrafı göğsüne bastırdı ve küçük ellerini açıp dua etti. Allahım, ne olur Ada ablamı koru, kötü adamlar ona zarar veremesin. Lütfen bir mucize olsun, kurtulsun Ada ablam. Annemle babamı kaybettim, Ada ablam kalsın benimle lütfen Allahım dedi. Ve fotoğrafa sarılarak gözlerini kapattı.
Yemek masasında ise Elif gittikten sonra büyük bir kavga kopmuştu. Babası, Ali, Selin hepsi onu canavar ilan etmişti. Kendi canımızı koruyalım derken, bir başkasının canını hiçe saymak da ne demek oluyor evlat? O kıza yazık değil mi? Sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın? diyerek azarlamıştı. Ardından yemek masasından kalkmış, kendini çalışma odasına kapatmıştı. Ali ise kuzen gerçekten demişti. Yakışmadı sana ya, bu ne biçim bir tavır. Bu şekilde mi koruyacaksın sen aileni? Başkasının canına kast ederek mi? Selin ise adam sanıyoruz biz bir de bunu ya diyerek sinirle fırlayıp çıkmıştı. Annesi sadece annesi sessiz kalmıştı ama o bile bakışlarıyla yargılıyordu Bora'yı. Bu onun için bile fazlaydı. Bora masadan sessizce kalkmıştı. Odasına gitmiş ve yatağına uzanmıştı. Uyuyamayacagını biliyordu ama gözlerini kapattı. Düşünmek istemedi. Gözünü her kapattığında onu görüyordu. Zihni ona hep aynı şeyi veriyordu. Ağlayan Ada'yı.. çok sevdiği yeşilleriyle ıslak ıslak bakıyor ve bana ne yaptın diye soruyordu. Sesini de duyuyordu Bora. Doğruldu yatakta. Odanin içinde volta atmaya başladı ama bu kez de tam tersine zihni başka bir şeyi resmetmişti. Kapısını dogru dürüst çalmadan odaya dalan Ada'yı ve o neşeli, enerji halleriyle Bora bey diyerek türlü şekilde onu kızdırmasını.. kabul çileden çıkıyordu Bora ama seviyordu da. Alışmıştı varlığına, neşesine, enerjisine sanırım en çok da masumiyetine. Bazen küçük bir kız çocuğu oluşlarına ama tepesi atınca dayak atmaktan gocunmayan Ada'ya alışmıştı. Özlemişti de o günleri. Şimdi baktığında Bora o kızdan çok şey almıştı. Bir tek sevgisini alamamıştı. Kalbi çok büyüktü zira. Bütün duvarları yıkacak kadar güçlüydü minik bedeni, bu yüzden sadece sevgisizlige yenik düşmüştü. Annesinin, babasının, kendisinin. Aşk iki kişiliktir belki ama o tek başına çok şeyi sırtlamıştı bugüne kadar. Şimdi onu celladın bırakmış ve haberini bekliyordu bir zalim gibi. Kozasından çıkıp bir avcının eline düşmüştü Ada, tıpkı bir kelebek gibi. Ve ne yazık ki kaderi de tıpkı kelebek gibi sonlanacaktı. Güneş doğduğunda o çoktan uçmuş gitmiş olacaktı belki de.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin