Benim sorunum neydi biliyor musunuz? Başından beri üzerine hayıflandıklarım değildi. Acımı küçümsemiyorum elbette ama kimsesizlik değildi, beni şimdi hastane koridorunda, onun kapısında diz çöktüren..
Annesizlik değildi bana boyun eğdiren. Beni kurban yapan, beni ondan bir adım ilerletemeyen, ona da kavuştaramayan şey babasızlık değildi. Ufuk Akça' nin beni hedefine oturtması, Bora'nın beni istediği an gökyüzüne çıkarıp, dilediği an da ayaklarının altına bu kadar kolay alabiliyor olmasının sebebi değildi abimin, ablamın ya da bir kardeşimin olmaması...
Sıcak bir yuvamın olmayışı, onların suçu değildi. Benim hatamdı, aptallıgım ve çokça da aşkımdı. Bir yerde okumuştum; "aşık olmak, hasta olmak gibidir." diyordu. Çoğu zaman bu ikisi aynı anlamı ifade eder diyorlar. Aşk sınır çizgisini geçtiğinde hastalığa varırmış. Ben o çizgiyi geçmekle kalmamış, üstünde tepinmiştim.. Bunu geç de olsa anladım ama bir şeylerin değişmek zorunda olduğuna kalbimi inandırmak epey güç olacaktı. Şimdi gerçeklerin buz kestiren soğukluğunda yanıyordu. Hangi hissi olması gerektiği gibi yaşadın kızım sen dedim. Bunu yaşayasın değil mi? Sen bana o kadar çok hissi nefes almama izin dahi vermeden ezberlettin ki sevgilim, kalbim de bedenim de tepkisizlige aşina.. Ne acı değil mi? Bunca hissin hiçbirinin gülümsetmemesi..
Sayısız yangına, sonu gelmeyen dumana şahit olmuştu bedenim, hepsini de ellerinden içmiştim.. sen bedenime üfledin, ben ruhuma sardım. Bu yüzdendir ki benim sakinligim cesaretimin değil güvenli bölgemin eseri. Güvenli bölgeyse, hiç sen olmamışsın. Senin suretine saklanan ecelim olmuş..
Ufuk Akça hala Bora'nin odasındaydı. Ne Bora ne de Ufuk Akça kapının arkasındaki varlığımdan haberdar değildi, en azından ben öyle sanıyordum. Gözyaşlarım dinmişti ama gözlerimdeki hayat ışığı da sönmüştü. Yukundugum sırada aklıma Selda'nin sözleri geldi. Sesini duyduğum sırada başka bir şey daha söyledi. Bu daha önce söylediği bir şey değildi. Sanki bir kitaptan ezberlediği sözlerdi.
"Bir sevgi insana herşeyi yaptırır bir de sevgisizlik." Bilgece tonuyla bu kısa ama düşündüren cümleyi bırakmıştı avuçlarıma. Cümleyi içimden tekrar ettim. Yetmemişti. Bir de dışımdan söyledim. Defalarca kez seslendirdim aynı cümleyi, ne kadar çok söylersem o kadar hızlı ve sağlam şekilde beynime girecekmiş gibi. Ses tonum bir yükseldi bir azaldı. Koridordan gelip geçen hastalar, hemşireler bana tuhaf bakışlar atıyordu. Bütün katın beni izlediğini söyleyebilirdim ama umursamadım. Her şeyin sebebi, başta sordugum sorunun cevabı bu cümlede gizliydi. Fark ettiniz mi sizde? Sevgi ve sevgisizlik. Ben ikisine de sahiptim. Sevgilim beni seni sevmek öldürdü, seni de beni sevmek yaşatsın istedim ama olmadı. Ben sevgimi yaydıkça, sen duvarlarını genişlettin. Sevgimle beraber yıkılan duvarların kalıntısı bana saplandı. Gözlerim kapalıydı, zihnim sevgisizlikle sarılmıştı. Elimde olan tek şey kalbimdi. Bende tuttum onu, sana koştum. Sen gülümsedin. Bana o güne kadar kimse gülümsememişti. Beni diz çöktüren şey bu oldu işte. Sevgisizlikti senden önceki tek ezberim, sen bana okuyacak kelimeler adadın... onları okumanın bana yasak olduğunu neden söylemedin?
Bora'nin odasının kapısında hareketlenme olunca hala titreyen bedenime, tutmayan dizlerime rağmen doğrulup kalkmam gerektiğini fark etmiştim. Duvarlara tutunarak oldukça yavaş şekilde kalkmaya çalıştım, bir noktada başardım da ancak dikildiğim gibi kendimi tekrar yerde bulmuştum. Ufak bir sızı dizlerimi esir aldığında dişlerimi sıktım. Tekrar doğrulamayı deneyeceğim sırada acı geçer gibi olmuştu. Avuçlarımı dizlerime yaslayıp ayağa kalkarken çok daha kuvvetli bir acı saplandı. Üstelik asla dinmeyen, her saniye katlanarak vuran bir acı... bacaklarım tutmuyordu! Zihnim bu anı hatırlıyordu, daha önce de olmuştu. Klinikte, yüksek doz elektrik aldıktan sonra olmuştu. O anı hatırlamak, beni o acıya götürmüştü. O his bedenimde yeniden geziniyordu. Zihnimde beliren düşünce gözlerimi ateşe attı. O zaman da korkmuştum, bacaklarım bir daha hiç tutmayacak diye, ya şimdi? Başka, hatta daha büyük bir acıyla tetiklenmiştim.. belki bu defa hiç şansım olmazdı.. Bu düşünceyle gözlerime biriken yaşlar benden özgürlüğünü istedi ve ben sanki başıma gelen en büyük şey buymuş gibi ağladım... çok ağladım. Hıçkırıklarıma, iniltiler karışıyor ve ben kontrolsüzce ağlıyordum yıkıldıgım köşede. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum, bir an sonra başımda bir hemşirenin bana seslendiğini duydum. Bulanık gözlerle ona döndüğümde yüzünü bile göremedim. Kollarını bana dolayıp beni kaldırmaya uzandığında kalbimin uğultusu, kulaklarıma kadar vurduğundan sesi bana epey sonra ulaştı. Dublajı kaymış bir film izler gibi ona baktığım sırada hanımefendi iyi misiniz diye sorduğunu duyabilmiştim. Başımı salladım belli belirsiz. Ondan destek alarak ayağa dikildiğimde sırtımı duvara verdim, hala desteksiz ayakta durmaya korkuyordum galiba. Neyiniz var dedi endişeyle. Uzanmak ister misiniz dedi. Size oda ayarlayabilirim. Boş bir tane buluruz. Başımı kaldırıp ona baktığımda teşekkür ederim dedim. İstemiyorum. Yaka kartına indirdim gözlerimi, ismini öğrenmek istemiştim ama göremedim. Gözlerim hala nemliydi ve net göremiyordum galiba. Hemşire o halimle beni yalnız bırakamamıştı sanırım. Burada bekleyin diyerek ortadan kayboldu. Kısa süre sonra onu tekrar gördüğümde elinde plastik bir bardakla bana yaklaşmıştı. Yaklaşınca elindekinin su olduğunu görebilmiştim. Hadi biraz için, iyi gelir dedi bardağı elime tutuşturarak. Uyuşuk hareketlerle uzattığı bardağı dudaklarıma götürdüm. Bir iki yudum almıştım ki midemin bulandığını hissettim. Midemden yukarıya taşan kötü bir dalgayla aceleyle bardağı bıraktım elimden. Su midemi harekete geçirmişti. Ya da üzüntüden midesi bulanacak ve suçu suya atacak kadar acizleşmistim. Biraz sakinleşip derin nefes aldığım sırada hemşire bir şeye ihtiyaç duyarsanız cekinmeyin lütfen diyerek uzaklaşmıştı. Daha iyiyim çok teşekkür ederim demiştim onu rahatlatarak. Derin derin nefesler alarak hala hızla göğüs kafesimi döven kalbime koydum elimi. Ben yavaş yavaş sakinligimi kazanırken tekrar kulaklarıma düştü Ufuk Akça ve Bora'nin sesi. Tartışmaya devam ediyorlardı ama Ufuk Akça'nın sesi daha keyifli geliyordu şimdi. Bora'ysa susuyordu. Sadece aldığı sık ve kesik nefesler ulaşıyordu bana. Konuştuğunda sesi Ufuk Akça'nın öfkesinin etkisinde ezilmişti. Çaresizlik hüküm sürüyordu. Ona dokunma demişti Bora. Onu zarar verme, ondan istediğin hatta istemediğin şeyleri bile fazlasıyla ödedi. O zaten yaralı... bak ben buradayım. Ne yaparsan yap ama hesabını benimle gör. Tekrar sessizlik olmuştu. Sanırım Ufuk Akça düşünüyordu. Konuştuğunda sesi fısıltıya yakındı. Ama öyle eğlencesi olmaz ki dedi. Sesindeki dalgalanma bana bununla eğlendiğini düşündürtmüştü. Sonra bir nefes çekti içine, aldığı nefesi dışarı verdiği sırada dudaklarını tekrar araladı. Bora öylece kilitlenmiş gelecek olanı bekliyordu. Pekala bakalım, öyle olsun. Onunla uğraşmayacağım. Hem muhtemelen tam da şimdi buna hiç gerek kalmadı. Az önce ondan ailesini aldım, sahip olduğu tek kişiyi düşman ettim. Bu ona yeter. Hem de fazlasıyla.. Kapı da hareketlenme olunca aceleyle kendimi kapının arkasına atmak istedim. Bunun için hamle yaptığım sırada kapı açıldı ve ben Ufuk Akça ile karşı karşıya kaldım. Korkuyla bir adım geriye attığımda kendimi alaycı şekilde sırıtmıştı halime. Gözleri bir böceğe bakar gibi baktığı sirada arkaya doğru seslenmişti. Sanırım muhatabı Boraydı. Görüs açımı izbandut gibi kapladığı bedeniyle kapatırken Bora'yi görmem imkansızdı. Benim yapmayı istediğim her şeyi sen yaptın, evlat. Aranızdaki bu şey her neyse oldukça güçlü kabul ediyorum. Ya da güçlüydü. Ada senin yüzüne bile bakmaz sanıyorum, tabi azıcık gururu varsa öyle değil mi benim minik meleğim derken bana yaklaşmış ve elini saçımdan aldığı bir tutama sarmıştı. Ben öylece sözlerinin depremini beynime misafir ederken üzerimdeki eli hali hazırdaki korkumu kırbaçladı. Saniyeler sonra elini benden çektiğinde yanımdan uzaklaşmıştı. Ondan kalan boşlukta derin bir nefes alacağım sırada göz göze geldiğim elalar zihnime yeniden Ufuk Akça'nın sözlerini sermişti. Bora'nin bakışları çaresiz bir inkar doluydu. Ufuk Akça bu anı planlamıştı. Ben başından beri ondan saklandığımı düşünüyordum ancak o beni bilerek Bora'nin odasının önüne yönlendirmişti. Bora'yla olan konuşması tamamen kurguydu. Amacı başından beri beni yok etmek, Bora'yi da karşımda çaresiz kılmaktı. Başarmıştı. Yaptığı oyun olsa da yaşananların gerçek olduğunu değiştirmezdi. Bora'nin elini kolunu bağlayan buydu. Hepsi yaşanmıştı, beni o istediği için boğmuştu. Bunun anlamı neydi? Zihnim algılamıyordu. Düşünmekten vazgeçip ona verdim dikkatimi. Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama dudaklarını aralamıştı. Ada dedi telaşla. Yattığı yerden doğrulmuştu. Ada, biliyorsun. Amacını biliyorsun, istediği buydu. Ona bakmayı bırakıp zemini aldım göz hizama. Tek elimle eşikteki kolona tutunmuştum, yoksa devrilecektim. Dizlerim tekrar titremeye başladı. Ada dedi yeniden dikkatimi çekmek isteyerek. Ada beni dinle. Seni seviyorum, çok seviyorum Ada. Biliyorsun, biliyorsun değil mi dedi bocalayarak. Biliyor muydum sahi? Bilmiyordum. Artık emin değildim. Artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyordum. Aslında ben artık hiçbir şey bilmek, duymak, görmek istemiyordum sanırım. Elimi kolondan çekip başımı önüme egdigimde ona arkamı dönmüştüm. Hastanenin çıkışına adımladıgım sırada göz yaşlarım tenimde geziyordu. Arkamdan bağıran sesini duyuyordum ama ona dönmedim. Her kelimesinde şiddeti artan gözyaşlarım bacaklarıma güç verdi ve hastanedeki herkes gözümde silinirken sadece zihnimdeki sesi kalmıştı. Ada! Gitme! Ada, yapma! Ada, nolur! Yanlış anladın. Sesi içimi sizlattığında küçük hıçkırıklara beraber sayıkladım. Sus artık. Ne olur, sus! Ne olur dedim bacaklarıma göz attığım sırada. Bana yardım edin! Yalvarırım dedim ve bacaklarıma asıldım. Şimdi koşuyordum. Gelen geçen çok kişiye çarpıyordum ama özür dileyecek halim bile yoktu. Hastanenin dışına çıktığımda yüzüme çarpan rüzgar beni kendime getirmisti ama durmak istemedim. Titrek bir nefesle beraber koşmaya devam ettim. Hastane gözden kaybolana kadar koştum, ondan sonra da durmadım. Nefesim kesilene kadar koştum. Hayatım buna bağlıymış gibi koştum. Hayatım pahasına, ölüm pahasına.. Sanki ne kadar hızlı koşarsam, ne kadar uzaklaşırsam o kadar hızlı uyanacaktım hayatımın kabusundan. Sanki koşmak bana beni seven Bora'yi geri verecekti. Öylece koşarken tekrar duydum sesini. Ada, koş! Zihnimin oyunu olduğunun farkında olsam da o kadar gerçekçiydi ki, nefesini ensemde hissettim. Ancak arkamı döndüğümde kimseyi görememiştim. Bora dedim sonra. Sen misin? Ne oluyor? Çık kafamın içinden diye öfkeyle söylendiğimde etrafıma göz attım. İki yanımdan da insanlar geçip gidiyordu ancak kimsenin beni gördüğü yoktu. Kafamı karıştırmayı bırak diye kontrolsüzce bağırdığım sırada birkaç kişi dönüp bana bakmıştı. Uzakta bir adam duruyordu. Yavaş yavaş yürüyordu. Epey uzağımdaydı ama sanki bana bakıyor ve bana yaklaşıyor gibiydi. Tedirginlikle dudaklarımı ısırdım. Temkinli adımlarla bir iki adım daha ilerleyip arkamı kontrol ettim. Benim uzaklaşmam onun adımlarını hızlandırmıştı. Şimdi süratle bana yaklaşıyordu, artık bundan emindim. Benim peşimden olduğundan emindim. Bora'nin sesi tekrar zihnimi buldu ama bu defa daha sinirliydi sesi. Ada, koş! Orada öylece biri beni zemine yapıştırmış gibi durduğumda devam etti. Durma Ada, koş! Hadi! Tam yanimda siyah bir karaltı durduğunda oraya çevirdim başımı. Boraydı. Halüsinasyon mu görüyordum? Cesaret edip gözlerine baktım. Hadi Ada, uzaklaş lütfen dedi acı çeker gibi. Sende benimle gel, eskiden olsa beni korurdun. Beni korumak istemiyorsan, koşmam. Burada beklerim dedim ve uzanıp elini tutmak istedim ancak elim boşluğa uzanmıştı. Bora'nin görüntüsü gitmişti. Sesi hala zihnimdeydi. Ve o adam bana oldukça yaklaşmıştı. Sen kazandın dedim Bora'ya. Kendimi öne attığımda çoktan koşmaya başlamıştım. Öyle bir koştum ki attığım her adım korku doluydu, her saniye ölüme atar gibi attım adımlarımı. Astım hastası olarak koşabilmem bile mucizeydi, özelikle uzun süre. Nefesim tıkanıyordu. Kalbim göğsümü bırakmış boğazımda atıyordu sanki. Bacaklarım daha az önce tutmadığı göze alınırsa her an beni yüz üstü bırakacak gibiydi. Yardım istesem, çığlık atsam yardım ederler miydi? Sanmıyordum. Çevremizde olan herkes yaşanan sahneye tanık oluyordu ama ya romantik bir sahne olarak algılamışlardı ya da müdahale etmeye cesaret edemiyorlardı. Yaşlı bir kaç teyze ellerini ağzına kapatmış dehşet ifadesiyle bakıyordu. Önünden geçtiğim herkesi korkutuyordum ama kimse kurtarmıyordu. Bora dedim fısıltıyla neredesin? Yardım et! Ne olur yardım et! Sokağı aştım, şimdilik fena değildim. Arkamı kontrol ettim tekrar, görünmüyordu. Atlatmıştım ama izimi kaybetmesi lazımdı. Önümdeki yol ikiye ayrılıyordu. Kısa bir süre bocalasam da sola saptım. Koşmaya devam ettim ama kısa bir süre sonra karşıma kocaman bir duvar çıktı. Yol devam etmiyordu. Çıkmaz sokaktı. Hayır dedim korkuyla. Hayır.. Şimdi ne yapacaktım. Duvarin tepesi açıktı ama ulaşmam mucizenin işiydi. Etrafa bakındım bir süre. Panik yapmama gerek yoktu. Hem izimi kaybetmişti değil mi? Belki bir süre sessizce beklersem tehlike geçerdi. Duvarın dibine çöktüm. Dizlerimi kendime çektim ve bir mucize diledim. Istemsizce usul usul akmıştı gözyaşlarım. Yüzümü dizime bıraktım. Bora dedim fısıltıyla. Neden yaptın bana bunu? Şimdi Bora'ya mi ağlıyordum yoksa düştüğüm tehlikeye mi bilmiyordum. Kısa bir süre geçti, güneş gitti, bulut kaplandı gökyüzünü. Soğuk bir rüzgar esti, onu da peşi sıra yağmur takip etti. Mevsim sonbahardı, asfaltta ağaçlardan düşmüş turuncu yapraklar doluydu. Her ayak basıldıgında çıkan o çıtırtı doldurdu kulaklarımı. Çok yakından geliyordu. Başımı kaldırdım korkakca. Oturduğum yerden kalktım. Ve onunla karşı karşıya kaldım. Sarı saçları vardı, yüzündeki ifade yüzünün yarısını kaplayan sakallarla daha tekinsizlesmisti. Gülümsedi. Bu midemi bulandırmıştı. Geriye doğru bir adım attım, o da aynı anda bir adım yaklaştı. 35- 40 yaşlarında olmalıydı. Elleri yara ve nasır doluydu. Yırtık bir not, kirli bir gömlekle çok ürpertici duruyordu. Bora yok güzelim. Ben varım, ne dersin uyar mı dediğinde hala aramızda bulunan boşluktan yararlanıp duvarın tepesindeki açıklığa zıpladım. Elbette ki boyum yetmemisti. Tekrar denedim. Defalarca denedim. Pes edemezdim. Benim yersiz çabama karşılık arkamdaki adam sakince bekliyordu. Bir süre sonra halimle eğlenir gibi kahkaha atmıştı. Kurtuluşumun olmadığını biliyor olmalıydı. Nitekim konuştuğunda bunu doğrulamıştı. Pes et artık güzelim, kaçacak yerin kalmadı. Sana tavsiyem uyum sağlaman. Hatta bir tavsiye daha vereyim, isine gelecek olursa beni Bora olarak da düşünebilirsin. Korkuyla tekmelenen kalbimi dinleyip tüm gücümle duvara asıldım. Başarmıştım. Bedenimin yarısını kurtardım, şimdi tek bacağımi yukarı cekersem bir şansım vardı. Ben duvarın tepesinde uğraşırken adam sakince izliyordu beni. Bir an için beni serbest bıraktığını bile düşündüm ancak sonra tüm gücüyle bacağıma asılıp beni duvardan aşağı itmişti. Sırt üstü asfalta düştüğümde kemiklerim sızladı. Bir iniltiyle bağırdığımda adam hızla üstüme eğilmiş tek bacağını karnıma bastırmıştı. Daha büyük bir çığlık attığımda kontrolü kaybedip ağlamaya başladım. Bora dedim acıyla. Yardım et Bora diye bağırdım. Sanki duyacak gibi.. Adam Bora'nin ismini duyunca çok daha sinirlendi. Karnıma oturduğunda demek Bora öyle mi dedi sinir sesiyle. Yüzü ile aramdaki mesafe azaldığında kendimi geriye sürükleyerek onu düşürmek istedim ama sadece botum ayağımdan fırlamıştı. Artık Bora yok, artık sadece ben varım güzelim tamam mı dedi. Cevap bekliyordu, itiraz kabul etmeyecekti bende cevap vermeyecektim. Bora dedim tekrar. Nasırlı elini dudaklarima kapattı. Midem bulanıyordu. Avucunun altında inledigimde eli aşağıya indi. Boynumu elleriyle sardığında vakit geçmeden baskısını arttırdı. Ağlamayı ya seslenmeyi kesip sadece nefes almaya çalışıyordum şimdi. Susarsan elimi çekebilirim dedi. Biraz nefes için boyun eğdim. Başımı salladım sulanmış gözlerimle. Çok güzel dedi hemen. Bak anlaşmaya başladık. Eli kotunun cebine gittiğinde nereden çıkardığını bilmediğim koli bandı belirmişti avuçlarıma. Onu açıp dudaklarima yönelince panikle bağırdım. Hayır! Hayır! Lütfen! Yapmayın! Sakin ol dedi. Sadece önlem. Tüm çırpınışlarima rağmen dudaklarımı bantladığında gömleğimin düğmelerini açtı sakin sakin. Göğüs kafesim çırpınırken, ağlıyordum ve nefesim ağzımdaki bantla epey düşüş gösteriyordu. Tepinmek istiyordum ama ellerimi de bantlarsa hiç şansım kalmazdı. Elleriyle çenemi yukarı kaldırdı ve boynumu açığa çıkardığında kalbimin hızı kulaklarımı deldi. Ölüm beni kurtarır mıydı? Kalbimin durması için yalvardigim saniyelerde halsizce etrafta geziyordu gözlerim. Ve o an çıkış biletimle göz göze geldim. İzbe yol da biraz uzağımda boş bir bira şişesi duruyordu. Elimi ona belli etmeden uzattım, yetişmiyordu. O an adamin dudakları boynumla temasa geçtiğinde tekrar tepinerek inlemiştim. O şişeye ulaşmak zorundaydım. Tepinmem adamı sinirlendirmisti ve iki eliyle karnıma bastırarak beni kıvrandırdıgında hareket etmeyi kesmezsen tek elimle iç organlarını zedelerim dedi tehditkar sesiyle. Anında susmuştum. Yumruklarımı sıktım. Ağlayamadım bile bu tehdite. Adam tekrar işine döndüğünde bir mucize oldu, şişe bir rüzgarla bana yaklaşmıştı. Şişeyi kavrayıp tüm gücümle adamın ensesine indirdiğimde adam refleksle yana kaymış bedenimi serbest bırakmıştı. Bir küfür savurarak elini ensesine attı ve gelen kanla beraber bilincini kaybetti. Bende hızla ağzımdaki banttan kurtularak üzerimi kontrol ettim. Gömleğim yırtılmış, pantolonum delinmişti. Muhtemelen boynum morarmıştı ve yüzüm de yaralar vardı. Kollarıma göz attım, morarmışlardı. Sarsak adımlar atarak da oldukça hızlı şekilde uzaklaştım orada. Ayakkabının teki orada kalmıştı, almayacaktım. Tek ayakla topallayarak düşe kalka yürüdüm yollarda saatlerce. Selda'nin evi çok uzaktı, ben yine de yürüdüm. Bazen yollarda ağlama krizine girdim ama durmadım. Saatler sonra evin önüne gelmiştim, kapının önünde dizlerim beni bıraktı. Çamurun içine düştüm. Ve o an feryatlarim bedenimi titretti. Bağırarak ağladım. O kadar ağladım ki ses tellerim incindi. Kirlendi hislerim. Kirlendi varlığım. Kirlendi bedenim. Kirlendim. Duygularım, sevgim, varlığım kirlendi. Sevgilim, bugün beni boyadılar. Bugün bana giydirdiğin beyaz kefenim siyaha döndü. Başaramadım Bora. Kurtulamadım. Senin sevdiğin, o saf masum kız olmayı beceremedim. Yalanlar söyledim sana, kaybetme korkusu hatalarıma gebe kaldı, hatalar sonumu getirdi. Ruhum kirlendi, şimdi bedenimde. Haklısın sevgilim. Ben artık annesinin başını okşayacagı, babasının masal okuyacağı o kız değilim. Sevme artık beni, affetme. Çünkü ben artık gölgeme bile saklanamayacak kadar küçüğüm. Varlığımı yuttu yeryüzü, gökyüzü bile kabul etmeyecek beni. Bedenim kimliksiz bir yığıntı, söylesene yalvarsam böylece alır mı beni kara toprak? Yağmur şiddetini kesmemiş, bütün gücüyle yağıyordu. Gökyüzünden düşen damlalar yıkadı bedenimi. Bacaklarım, ellerim uyuşuktu hep. Soğuk bile oldukça az bir titreme payı veriyordu. Hareket etmiyordu hiçbir uzvum. Ayağa kalkmayı denemiştim, birkaç adım daha atsam ellerim kapı ziline uzanırdı ancak her denemem daha beter bir düşüş ve çamur kalıntısını bedenime atmakla sonlanıyordu. Ziyanı yoktu. Çamur bile benden temizdi şimdi, onu kirleten benim bedenimdi. Kısa bir süre sonra çiçeklerle çevrili bahçeyi kendime mezar bilip teslim olmuştum. Bedenimi çevirip yüzümü göğe döndüm. Kalbimin hızı olması gerekenden hızlı atmaya başlamıştı. Tehlikenin geçtiğini düşünecek olursak sanırım bu veda sonatıydı. Az sonra varlığım kaybolacaktı. Bunun bilinci içime su serperken, tam karşımdaki parlak yıldıza bakıp minik bir tebessüm bıraktı. O yıldız beni seviyordu, bana son anımda arkadaşlık etmişti. Elimi tutmuştu. Beni temiz bulan tek şeydi. Neden beni seçtiğini anlamak güçtü. Belki de Bora'nin hediyesiydi. Belki de kendi gelememişti, yıldızını bana göndermişti. Gülüşüm istemsizce artmıştı. Teşekkür ederim Bora dedim ve kendimi bıraktım. Öylece, olacak olan her neyse olmasını bekledim. Tek temennim, fazla uzun sürmemesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurban
RomanceKimsesiz bir kız çocuğuydu, cehennemi avuçlarında saklayan bir adamın toprağı bala çalan gözlerinde can verdi. Bu hikâye onun feryadı, aşkı ama en çok da çaresizliğine yazıldı.