38- Koruyucu

126 3 0
                                    

"Mutlu olmaya gidiyoruz" demişti.
Sonsuz olmaya gidiyoruz demiş gibi gelmişti. Bana söylediği her cümleden, kullandığı her kelimeden, ettiği bütün hakaretlerden, attığı tüm tokatlardan sonra, şimdi her şeyi arkasında bırakmak ister görünüyordu. Bu kadar karanlığın içinde, yeni ve bembeyaz bir sayfa teklif etmişti bana. Gözlerinde umut vardı. Bunca zamandır göstermediği kadar şefkat, hiç sevmemiş gibi hissettiren bir sevgi vardı. Sanki ben onun karşısına beş saniye önce çıkmışım gibiydi.
Annemin ölüsünün yıpratmadığı kadar, dirisinin paramparça ettiği ve ben kendimi zindana kapatır gibi karanlık bir odaya attıktan bu yana en fazla yarım saat geçmişti. Annemin ihaneti ve Bora'nin nefreti arsında zihnim mekik dokurken, düşüncelerim ara sıra da ona bıraktığım zorunluluklara gidiyordu. Onun tutmaktan bir an için vazgeçmediği ellerime, benim parçalanmış ellerimi ona sarmaktan utandığım için çırpındığım sabaha, onunsa tam da dün gece beni kazanmak için verdiği savaşa... benim için girdiği savaşta, yanında değil de karşısında durup onu benimle savaşmaya zorlamalarıma...
Kalbine sapladıgım bıçakları tereddütsüz öpüp beni kucaklaması geliyordu aklıma. O hep bana çok güzel bakıyordu, o beni hep çok güzel seviyordu. Saçlarımdan öperdi mesela, bu onun için çok basit bir eylemdi ama bıraktığı her buse saçlarıma bir tutam daha atar ve beni prenses yapardı. Hem de rapunzel masalına başrol olmamı sağlardı. Ben kendi hayatımda bile yan karakterken o beni eksik parçalarımla seviyordu. Beni tanımlamaya uğraşmıyor, sadece sahip çıkıyordu. Kontrolü elinde tutmak istemesi, ya da tanımsız bir öfkeye sahip olması önemli değildi. Beni yakıyordu, beni paramparça ederek, ezip geçiyordu. Bir şarkı da diyor ya; "küllerimize bile garezi var zalimin, yaka yaka bitiremedi" diye.. ne zaman dinlesem aklım o güne giderdi. Benim küllerime kadar düşmandı bana, bu yüzden dudaklarından düşürmediği sigarasınına küllük yapmıştı bedenimi. Bu yüzden gözlerindeki hırs hiç sönmemişti, dilinden düşmemişti yakıcı sözlerini. Sonu gelmemişti tokatlarının, durmamıştı da durulmamıştı da hamleleri ama aynı adam kabul de etmişti beni. Sevmemişti belki ama elinden geldiğince korumuş, elinden gelmediği yerde de vazgeçmişti benden. O da güvensizdi kendine, o da korkuyordu kendinden. Benim kendime olduğundan çoktu belki onun kendine biriktirdigi karmaşık hisleri. Yaralayıcı bir adamdı ve o bunu kabulleneli çok olmuştu. Tehlikeli bir adamdı ve bende bunu kabul edeli epey olmuştu. Beni kanattıgı sayısız an vardı, hiçbiri sürpriz değildi. Bora' nın davranışlarına ya da yaptığı şeylere şaşırmamaýı öğrenmiştim ve hatta hastalıklı bir hareket olsa bile zaman zaman bekledigim bile olmuştu çünkü tamamiyle sevgi dolu bir Bora mümkün değildi. Kıyamet alameti bile sayılabilirdi. Yaralayıcı bir adam olsa da benim için her an yanında yara bandı taşıyacak kadar naifti. Bana bakarken gözleri dolacak, beni severken ağlayacak ve akıttığı gözyaşıyla yeri göğü inletecek kadar özel bir adamdı. Gamze'nin bıraktığı hasarlara dokunamamıştı ama o gün cebinde benim için yara bandı taşımıştı. Üstelik pembe ve çizgi film karakteri olanlardan, yaramı öpmüştü küçük pembe yara bantlarının yardımıyla. Elleri boynumda ve yanagımda ilk defa o gün korkak ve şefkatli dolanmıştı. Onun elleri sayısız kez boğazıma sarılmış ve her defasında canımı almaya yemin eder gibi gezmişti tenimde. Tenim o gün o kadar yanmıştı ki, o gün aslında benim ilk defa Bora'nın şefkatiyle ezildigim gündü.
Bugünse karanlık odamdan içeri girdiğinde yine aynı şefkatle beni başka bir hisle tanıştırmaya götürmüştü. Hangi his olduğunu sormayın, çünkü ben bile tanımlayadım ama güzel bir histi. Çok güzel bir his...
Aslında o sadece teklif etmişti, bende yüzmeyi bilmeyen küçük bir çocuk olduğum halde teninden taşan ferah okyanus kokusunda boğulmak istediğim adama bakarken onun sabrını sınamıştım. O ise bütün sakinligiyle benimle ilgilenmiş, beni giydirmişti. Beni mutluluğa götürürken beni beyazlar içine koymuş, kendimi başka bir hikâyenin mutlu bir karakteri gibi hissetmemi sağlamıştı. Beni hiç olmaktan kurtarmış, birisi yapmıştı. Beni annemin oyunun içinden çıkarmış, kendi masalına katmıştı. Beni yine bir salıncağa oturtmuş ve bu kez bana toprağın altını değil gökyüzünü layık görmüştü. O karanlık gecede, Gamze'yi gökyüzüne uçururken beni toprağın altına gömmüştü ama bir fark vardı, o Gamze'ye bana baktığı gibi bakmıyordu. Hatta Gamze'ye hiçbir şekilde bakmadığını söylemem yanlış olmaz. Neden bilmiyorum yanındayken göz teması kurmadan seviyordu Gamze'yi. Oysa bana bakarken gözlerini hiç kaçırmazdı, bunun beni ürperttigi zamanlar çoktu ama daha da çok seviyordum bu durumu. Gözlerine bakmayı seviyordum, gözlerini izlemeyi seviyordum. Ellerinden sonra en çok gözlerini seviyordum. Benden hiç esirgemediği iki seydi, elleri ve gözleri. Belki de sebebi buydu. Ve bu adam, yani Bora Doğrusöz bugün kendine beyaz atlı prens rolünü seçmiş ve ikimizi birden bambaşka bir masalın içine sokmuştu. Eziyetlerinin olmadığı, beni içine tıktıgı kafesi parçaladığı, sözlerini yutup gözleriyle şiirler yazdığı bir masal. Sadece sonu değil, başı da mutlulukla örülmüş bir masal. Yağmurun bizi affettiği, beni incitmeyi bıraktığı.. küçük Elif'in duasına cevap verdiği bir gündü bugün. Doktorların bile imkansız gördüğü ellerim o gün yeniden hissetmeye başlamış, yeniden dokunmaya, en baştan sevmeye hak kazanmıştı. Bora'nın öngördüğü gibi ilk hamlem ona vurmak değil sımsıkı sarılmak olmuştu, ona sarılmayı ve bana sarılmasını çok özlemiştim. Kollarının arasında yok olmayı ve biz mutluluğu yasarken arka fonun ağıt değil de kuş sesleri olmasını çok istemiştim. Gerçek olmuştu en olmaz düşlerim, bu adam bana hepsini gerçek kılmıştı. En umutsuz zamanda, umudum olmuştu. Karanlığima uzanan el, kalbime atılan tohum olmuştu. Şimdi anlıyordum, o inanmadığı kalbine rağmen tomurcuklarını bana bırakmıştı.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin