43- Emanet

84 1 1
                                    

İki ihtimal vardı, belki de binlerce farklı sonuca varan olasılıklar yığını ancak hiçbiri elimdekiyle boy ölçüşemezdi. Evet! Yüzük! Yüzükten bahsediyorum elbette, beni birkaç dakika içinde gerçek anlamda ergen bir çocuğu çeviren yüzükten! Şu halime bakın! Size neler anlatıyorum. İki hafta önce kemerle dövülüp, diri diri gömülmemisim gibi, şimdi sevdigim adamla -üstelik pamuk şeker kıvamına gelmis- Bora Doğrusöz'le birlikte hikayemizin kilit noktası olan bu şehirde mutluluktan çıldırmış bir vaziyetteyim! Psikolojik gerilim tadında, hastalıklı aşk hikayem bir anda peri masalına döndü ve şu anda icim içine sığmıyor! Bütün aptalca tepkileri aynı anda vermek isterken susup sadece gülümsemek ne kadar zor bilir misiniz? Koşarak bütün Italya'yı turlamak, deli gibi kahkaha atmak ve bagıra bağıra Ada Doğrusöz oldum ben diye haykırmak varken kazık yutmuş gibi durmak haksızlıktı. Kalbimin içinde birisi davullu zurnalı düğün yapmış, başımda çiçeklerden bir taçla upuzun ve bembeyaz bir gelinlikle beni ona katmıştı sanki ve karşımda duran adama bakarken hiç eskimeyecek bir hisle dizlerimin heyecandan titredigini, boğazımın kuruduğunu hissediyordum. Ben bu adamla değil bir ömür bin ömür de geçirsem doyamazmışım gibi geliyordu ve asıl korkutucu olan da buydu. Ömrünüzün yetmeyeceğini bile bile sonsuzluğu isterseniz, alacağınız hayal kırıklığının yanında aynı zamanda siz bir rüyaya kapılıp gitmişken felaketi de kucaklarsınız. Ölümsüz bir aşkınız olabilir ama ölümsüz bir bedene sahip değilsiniz. İki kişiyken bir olmak başka, bir olmuşken teke düşmek bambaşka bir kaderdir.
"Haklıymışsın Ada, trajik aşk hikayelerine herkes bayılıyormuş. Bora'nin sesi, yüzüyle bana gülümserken zihnime doldu. Benzer şekilde ona gülümseyen yüzüm solmuştu. Biz kazanmıştık ama değil mi? Bu bir aşk hikayesiydi ama trajik değildi. Pekala, bizim aşk hikayemiz her şey olabilirdi ama trajik olamazdı. Tanrı aşkına o kadar çok şey atlatmıştım ki, birinden birinde hayat bizi birbirimizden ayırabilirdi ama ayırmadı. Bunun için çok fazla şansı olmuştu. Öyleyse bu cümleyi kurarken ki sesi neden zihnimde can bulmuştu? Ya gözleri diye düşündüm. Kararan güneşin altında, mümkün olmayan şekilde sararan gözlerine bakarken. Yüzündeki gülümseme de düşmüştü. Elinin ellerimin üstündeki baskısı kayboldu. Ellerimi bırakmıştı. Üzgün bir tavırla eğilen başım, sahipsiz kalan ellerimle çatılan kaşlarım odagıma yüzüğümü alınca dinginleşti. Durulduğumu hissettim. Zihnimin içine Bora ile girdiğimiz deniz, vücuduma çarpan dalgaların huzuru birikti.
İki ihtimal var diye düşündüm yeniden. Ya ben, yoğun bakımda gözlerimi hiç açmamıştım, ölmüştüm ve şimdi bulunduğum noktada yaşarken hasretini çektiğim her şeyi kazanmama kapı aralayan ikinci hayatımdı. Ya da uyanmamak için bir sefer daha intihar edebileceğim son derece güzel bir rüyanın içindeydim. Gülümsedim. İyi de bunun trajik kısmi neredeydi diye bir düşünce sızdı zihnime. Defalarca ölümün kıyısına düşüp, bir türlü ölemiyordum. Bu hikâyemizi trajik yapmazdı. Bizi İtalya'ya götüren, Bora'nin beni sembolik olarak da olsa karısı olarak seçmiş olması ve bu yüzük... Gözlerimi çiçek desenli ve parlak taşlı yüzükte gezdirdim. Benim küçük parmağıma sanki yuvasına konmuş bir kuş gibi yerleşmesine gülümsedim. Bu bizim ait olduğumuz hikaye değil gibiydi. Kafamın karıştığını hissettim ve başımı kaldırarak ona baktım. Yüzünde sancılı bir gülümseme, gözlerinde buruk bir ifade vardı. Elimi kaldırarak yüzüne dokundum ve birkaç adım ona yaklaştım. Neden öyle dedin diye sordum tedirgince. Ne söyledim ki karıcığım dedi imayla. Trajik bir aşk hikayesi olduğumuzu söyledin. Öyle değiliz ki! Ölmedim, buraya geldik. Kurtulduk! Evlenmesek de alyansımız oldu. Sembolik de olsa karı koca olduk. Sutimizi hak ettik en sonunda dedim dolan gözlerim ve titrek sesimle. Başka dedi pürüzlü sesiyle. Dün gece dedim boğukca. Sevdin beni. Çok sevdin. Ya sen dedi alnını alnıma bırakarak. Sende sevdin mi beni? Ben dedim titrek sesimle. Sevdin mi Ada? Uzanıp iki avucuyla yüzümü esir aldı. Sevdim dedim bende bir kez daha. Çok sevdim. Hissetmedin mi hiç? Hissettim Ada. Çok güçlü bir şekilde hissettim dedi onaylayarak. Sıcaktı elleri, sımsıcaktı. Yakıyordu sanki cayır cayır, belki de ben o kadar üşüyordum ki o an da onun tutuşu beni zapt eden tek şeydi. Bilincimi açık tutan, yere düşmemi engelleyen, devrilmeme izin vermeyen onun varlığıydı sanki. Belki de kitabı ters tutuyor, okumaya yanlış satırdan başlıyorsundur. Gözlerin dedi başını kaldırıp kısa bir an gözlerime bakarak. Satırları karıştırmıştır, olamaz mı? Yani dedim. Ne sen ölümüzsün, ne de ben bir süper kahramanım Ada. Biz birbirinden başka kimsesi olmayan aptal iki çocuğuz ve ölümün kapısına dikilip dikilip elin boş döndüğüne göre belki de ölüm seni değil beni istiyordur olamaz mı? Ama dedim irkilerek. Ama bu imkansız! Niye öyle diyorsun dedi Bora bir iki adım geri çekilerek. Çünkü dedim bir şey bulmak ister gibi. Çünkü sen dedim zar zor. Çünkü yanan arabanın içinden sıfır hasarla çıktın. Ölüm seni isteseydi, almaz mıydı? Sıfır hasar dedi Bora düşünür gibi. Öyle olduğunu sana düşündüren nedir küçük kızım dedi Bora anlamak ister gibi. Ordaydın çünkü dedim. Podyumda yürüyen bir manken gibi geldin yanima! Topallamiyordun bile! Evet dedi Bora başını sallayarak. Sen ürkme diyeydi. Sen korkma, ağlama diye kendimi saklamak için oluşturduğum bir kamuflajdi Ada. Sana doğru gelirken bir sürü şey düşünüyordum ama en büyüğü karnımı görürsen hissedeceklerindi. Ne oldu ki karnına dedim. Artık önemli değil dedi uzanıp ellerimi tutarak. Birkaç küçük sıyrık diyerek geçiştirdi ama ellerinden kurtulup ona doğru atıldım. Göster bana! Göster Bora, ne olur! Eli hafifçe tişörtünü sıyırdı ve ben patlamadan dolayı oluşan ve karnının büyük bir kısmını kaplayan derin yanıklara bakarken büyük bir çığlık attım. Korkuyla geriye sıçradım ve tişörtünü indirdiği sırada bağırdım. Bu mümkün değil! Ben dün gece böyle bir şey görmedim dedim inkar ederek. Evet, Ada çünkü ışıkları kapattım ve seni yatağa yatırıp mumları yaktım. Mumları dedim boğukca. Bu yüzden mi yakıyordun. Evet, tabi ki dedi ben elimi ağzıma kapatırken. Sen ne sandın ki? Ben, bilmiyorum belki vücudumu ya da yüzümü görmek istemiyorsun diye düşünmüştüm. Yara bere doluyum ya dedim giderek kırılan sesimle. Ben dedi. Ben farklı değilim ki Ada, görmüyor musun dedi kaşlarını havaya dikerek. Senin zihninin kendini bu kadar hor görmesini kabul edemiyorum Ada, kendine bunu yapmayı bırakmam gerekiyor. Ne kadar yaralısın görmüyor musun? Kendi canını yakmaktan vazgeçmeyi ne zaman öğreneceksin? Ben yakmazsam başkaları yakar dedim başımı sallayarak. Kim mesela dedi Bora. Herkes dedim. Aklına gelebilecek herkes. Benim kırılmam, paramparça olmam lazım. O zaman kimse beni incitemez. Bütün camları aşağı indirilmiş bir pencere sadece başkasına tehdit oluşturur, kendine değil. Ben kırık bir pencere olmak istiyorum. Daha fazla kırılmamak için. Belki de bu yüzden ölemiyorumdur, daha fazla ne kadar dağılabilirim ki? Çoktan paramparçayım. Belki de duam kabul olmuştur dedi kısık sesiyle. Belki ablamın elleri bu kez uzanmıştır sana dedi sakince. Nasıl dedim. Ablam beni yanına alacak Ada dedi bir anda. Ablam beni yanında istiyor. Bora, anlayamıyorum dedim ona yaklaşarak ancak ben tek bir adım atmıştım ki o ansızın hızla önümde diz çöktü. Dizlerinin üstüne düşmüştü. Bora dedim korkuyla eğilip yüzünü tutarak ancak sararan yüzü ve bembeyaz olmuş gözleriyle karşı karşıya kaldığım sırada burnundan damlayan bir damla kan zeminde açık halde duran avucuma düştü.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin