15. Ağ

153 5 0
                                    

Bir varmış bir yokmuş, küçük bir kız çocuğu hep inandığı o masalın içinde kendine bir yer bulmuş.
Bir varmış bir yokmuş, küçük bir kız çocuğu gece yarısı karanlık bir ormanda ölü bulunmuş.
Karanlık geceye inat, masmavi bir buluttan, gökyüzünün en aydınlık noktasından aşağıya düşmüş küçük kız. Düştüğü yer karanlığın en dibiydi.
Zift karası bir acı, soğuk bir girdaptı. Oysa sonsuza kadar uyumak istediği başka topraklar vardı. Ne zaman olduğunu hiç anlamadığı ancak epeyce bir süredir sürgün edildiği topraga sürülmüş tatlı bal renginde bir çift göz. O gözlerin sahibi kimdi? Karşımda duran bu adam, Bora Doğrusöz. Artık benim sevdiğim o adam değildi. Bir yabancıydı, en sevdiğim yabancı. Hem çok yakın, hem çok uzaktı.
Sevdiğim adamdı. Her şeye rağmen.. ne olursa olsun, hala ve yine de. Ve hep.. ailemdi, arkadaşımdı, abimdi, babamdı. Kısa bir süre öncesine kadar annem bile oydu benim. Şimdi ise gözlerime bakan bu adamın bakışlarında tek bir sey vardı. Tanımını yapamadığım bir şey...somut bir duvar. Duvarları olduğunu söylemişti, gerçek bir tanesini gözlerine dikmişti. Benim elimden gelen tek şey o duvarın dibinde, gözlerinin gölgesine çöküp ağlamaktı.
Ay düşmüştü gökyüzünden.
Kararmıştı gökyüzü.
Kararmıştı kalbi.
Hayran kaldığı o göl kaybetti ışıklarını.
Küçük kız o gece, o ormanda karanlık tarafından yutulmuştu.
İntihar değildi.
Ecel değildi.
Cinayetti.
O sessiz, karanlık orman o gece bir cinayete gebe kaldı. Küçük bir kız çocuğu, bulut mavisi bir kefenin içine sarılı halde gökyüzünden aşağı itilmişti.
Uçurumdan atladıgı o ilk anı hatırlıyor musunuz? Düşüş o gün başladı ama bugün son buldu. Okyanusun dibini boyladıgını sandığı anlar bir hayalden ibaretti. Gerçek olan buydu, şuandı.
Onu yaşatan eller itmişti, gerçek bir uçurumdan aşağıya.
Bora Doğrusöz ilk cinayetini, küçük bir kız çocuğunu öldürerek işlemişti.
Gözlerinde uyuyamadı ama ellerinde ölmüştü Ada.
'Ellerine her sey yakışıyordu belki ama soğuk ellerin benim kanımla kirlenmeyi hak etmiyordu sevgilim.'
'Sakın üzülme, sen benim sahip olduğum her şeysin, yalan değil bak.'

Hatırla,
Beni hatırla.
Arkadaşın,
Kızın,
Kardeşin,
Baş belan,
Sevgilin,
Kurbanın.

Hiçbiri bende kurban olmak kadar iyi durmuyor, sen hepsine çok yakıştın.
Sen benim edinebileceğim en güzel, en şefkatli katilsin. Seni hala çok seviyorum, sana ölüler sevemez diyecekler. Onları dinleme, beni kollarında uyut. Ve bir masal anlat. Mutlu bitmesi önemli değil, her masal mutlu değildir, geç oldu ama öğrendim.

Ve küçük kız kapattı gözlerini, katilinin kollarında uyurken.
"Bir varmış bir yokmuş küçük bir kız çocuğu karanlık bir ormanda ölü bulunmuş."

"O seni terk etmedi ama sen duyduklarından sonra buradan ağlaya ağlaya defolup gideceksin."
Cümle tanıdıktı. Bu nefret, bu eylem tanıdıktı. İçime işlenmiş bir histi. Göz çukurlarıma dayanan, kalbime yaslanan bir yakınlıktı... ne acı ki sesin sahibi de yabancı değildi. Ufuk Akça, ağaçların arkasından yüzünü gösterdiğinde istemsizce bakışlarım Bora'yi buldu. Devrilmekten korktuğum, tutunmak istediğim sayısız an olmuştu ve bu onlardan biriydi. Uzanıp ellerini tutmak istedim. Bora bana hiç bakmadan bileklerimi yakaladı. Bu da olurdu, sorun değildi. Sanırım, bileğime uyguladığı korkunç gücü yok sayabilirdim. Bakışları bende değil, karşıda duran Ufuk'taydı. Öfke dolu bakışlarından ürktüğümü hissettim. Muhatabı olmadığıma sevindiğim sırada ilerleyip Bora'nin yanına geçtim, hatta biraz da arkasına. Bu hareketimle bileklerimi bırakmıştı, ancak bir eli bilegimden kayıp elimi kavradı. Kısa bir an bana döndüğünde bakışlarında garip bir korku vardı. Tutuşu çok sıkı değildi ama bakışları bana uzaklaşmaya çalışmanın yersiz olacağını söyler gibiydi. Kaçacağımı düşünmesi garipti, neden kaçacaktım ki? Ne söylerse söylesin Ufuk'un sözlerine inanmazdım. Ben Bora'ya kalbimden fazlasını teslim etmiştim ve buna Ufuk'un aklının hayalinin alamayacağı şeyler bile dahildi. Bora'nin karşısında onun sözlerinin bir hükmü yoktu. Burada kal dedi fısıltıyla. Bir yere gitmiyorum dedim güvence verir gibi. Ufuk'a tekrar dönmeden önce bir süre gözlerime baktı. Bana güvenmiyordu, bakışlarında kuşkuyu yakalamıştım. Gözlerini benden çekip ona döndüğünde bir iki adım ileriye adımladı. Eli hala bilegimde olduğu için bende onu takip etmek zorunda kaldım. Sen burada ne arıyorsun? Nasıl buldun bizi dedi tükürür gibi. Ufuk Akça alayla gülümsedi ve gömleğinin yakalarını düzelterek dudaklarını araladı. Öncelikle dedi sakin sesiyle. Sizden kat kat yaşlı olduğumu biliyorsun evlat, neredeyse babanız yaşındayım dedi duraksayarak. Cümlenin sonuna doğru bana bakmıştı. Bense Bora'nin arkasında bir iki adım geriye gitmiştim. Yani diye devam etti sözlerine. Birazcık saygıyı hak ediyorum öyle değil mi çocuklar? Bora adeta hırlayarak üstüne yürüdü. Sen kimsin ki sana saygı duyacağım şerefsiz? Sen benim kim olduğumu gayet iyi biliyorsun evlat dedi Ufuk rahat şekilde. Bakışları saniyelik bana değdi ama tekrar çekti gözlerini. Baba müsveddesi diye öfkeyle ilerleyip Ufuk'a vurduğunda elimi çoktan bırakmıştı. O kadar hızlı bir şekilde hareket etmişti ki ne zaman yanımdan uzaklaştı anlayamamıştım ancak Ufuk sersemleyerek yere devrilecegi sırada zar zor dengesini bulmuştu. Kaşında biriken kanı silkeleyerek bize döndü. Aldığı darbeden o kadar etkilenmiş görünmüyordu. Bende yutkunarak gelecek olanı bekledim. Sözleriyle ya da bizzat fiziksel bir şekilde saldıracak olmalıydı. Kollarımı Bora'ya dolayıp koruma iç güdüsüyle onu geriye çektim. Eğer o adam Bora'ya zarar verecek olursa çığlığı basabilirdim. Böyle fevri hareketlerle kızı etkileyeceğini düşünmek için fazla büyük değil misin? Liseli çocuk değilsin nihayetinde. Sonra bana döndü. Söylesene güzel kuşum bu mu etkiliyor seni? Böyle kavgacı, hiddetli, öfke krizi geçiren bir kendini bilmez büyümemiş bir çocuğu mu kalbine aldın? Ne umdun peki? Onu iyileştirmeyi mi? Ah, zavallı yavrum.. Senin ondan farkın ne ki? Aklı bir karış havada, saf bir kız çocuğu değil misin? İlerleyip bana yaklaştı. Elini saçlarıma atıp onları sevdiğinde nefesimi tutup onu kızdırmamayı umdum. Sadece gitmesini istiyordum. Senin bu yetersiz aklında dediği sırada kulağıma eğilmişti. Fazlasıyla yer edinmiş...kalbinden hiç söz etmiyorum bile. Kendi zehrini sana akıtmış. Başını kaldırıp gözlerime baktığında eli cenemi yakaladı. Ürktüğümü hissettim. O da hissetmiş olacak ki bedenimi hareketini kesti. Korkma demişti sakince. Sana zarar vermeye gelmedim. Hatta ben buraya sana iyilik yapmaya geldim küçük bebeğim dedi gözleri gözlerimi nefretle ezerken. Bora ise suskundu. Tam yanında duruyor ama müdahale etmiyordu. Gözlerimi ona çevirip neden diye bile sorgulayamiyordum. Hasta etmiş seni dedi durum tespiti yapar gibi, çürütmüş içini. Sen ona tüm varlığınla koşmuşsun, o seni her defasında binlerce kıymıkla kucaklamış sanki değil mi? Kanatmış hep. Delik deşik etmiş seni. Bahse varım bir de tüm yaralarına yara bandı takıp geçeceğine inandırmıştır. Sende, inanmak istemişsindir. Gözünü kapatmışsındır, her yarayı, her damla kanı sana bıraktığı bir küçük buse sanarak kabullenmişsindir. Hatta o küçük beynine dedi çeneme yaptığı baskıyı arttırarak. Bunu gerçek bir aşk sanmışsındır. Ben sana gerçeği açıklayacagım diyerek yüzümü ellerinin arasına aldı. Yapma dedim ilk kez konuşarak. Bilmek istemiyorum. Yutkundum ve göz temasımızı kestim. Göğüs kafesimin sızısı bana her ne söyleyecekse gerçek olacağını hissettiriyordu. Bu yüzden "duymak istemiyorum" demek yerine bilmek istemiyorum demiştim. Sanki öğrenirsem kaldıramazmışım gibi geliyordu. Başımı tutan elleri beni ona bakmaya zorladığında kısık sesiyle konuştu. Ağlamak için çok erken. Gözlerimi kırpıstırdım. Ağlıyor muydum ki? Birbirine yapışan kirpiklerim ve hemen ardından gözlerimden aşağı inen küçük birkaç damla onu doğrulamıştı. Söyle hadi dedim. Söyle, mahvet beni. Canım acıyacaksa bile gerçeği öğrenmek zorundayım öyle değil mi dedim kırık bir sesle. Aferin benim kızıma. Sen cesur bir çocuksun ve ben sana istediğini vereceğim. Şimdi dedi beni tutup kendine doğru çekerek. Omuzlarından tuttu ve arkama geçip Borayla arama koyduğu mesafeden işaret etti. Parmağını omzumun üstünden uzatmıştı. Nefesi ensemdeyken ayakta durmak çok zordu ama beni oldukça sıkı tutuyordu. Düşmeme izin vermemek niyetindeydi. Öyle görünüyordu en azından. Bak ona dedi sonra. Kim o? Bora dedim ama sesim titremişti. Karşımızda duran Bora'nin gözleri öfkeli bakıyordu, telaşla bir ona bir bana odaklanıyordu. Göğsü ise oldukça yavaş bir tonda inip kalkıyordu. Peki dedi başını sallayarak. Çok güzel, peki kim bu Bora? Söyle bana, korkma. Kimse sana zarar vermeyecek. Sana dokunmasına müsaade etmeyeceğim dedi neredeyse sefkatli bir tavırla. Sözleri korkuyla kasılmama sebep oldu. Bu ne demekti? Burada biri bana zarar verecekse bu beni sarmalayan bu adam olurdu, Bora değil. Yanılıyor muydum? Ne demek istiyorsunuz dedim ona dönerek. Karşındaki adamı yeterince iyi tanımıyorsun dedi rahatca. Düşündüğünü sandığın kişi değil o. Sıkıntılı bir gülüş bıraktım ve kendimi kollarından çektim. Bora'ya baktım sonra. Birkac adım attım ona doğru. Bu adam dedim yüzünü avuçlarımın arasına sararken. Benim sevdiğim adam. Gözlerimi gözlerine diktim. Bana buruk bir gülümse vermişti ancak kolları belimi sarmıştı. Sessizlik girdi aramıza, rüzgarın uğultusu ve ağaçların hışırtısından başka ses çıkmadı bir süre. Gözlerine bakmayı bir an olsun kesmemiştim. Bilmem gereken bir gerçek varsa bunu bana onun vermesini istedim, gözlerinden okuyayım istedim. Ağzını açıp Ufugu yalanlasin diye bekledim. O kadar çok bekledim ki... bilemiyorum belki saatler geçti, belki zaman o an durdu ben ne kadar beklesem de onlar için saniye bile ilerlemedi. Bora dedim sessizliğe katlanamayarak. Bir şey söyle lütfen! Bir şey söyle! O donmuş kalmıştı, bense kriz geçiriyordum sanki. Hareket etmeye mecalim olsa kollarımı göğsüne vura vura parçalardım onu da kendimi de, konuşsun diye ancak yoktu. Sadece ağlayacak enerjiyi bulabilmiştim. Peki dedim sonra Bora'ya bakarak. Öyle olsun. Eğer bana bir şey söyleseydin, yalan da olsa sana inanacaktım ama susmayi tercih ediyorsun. Bana bir açıklama bile yapamıyorsun! Bağırmıştım. Sende haklısın dedim pes ederek. Zihnim sahil kenarında söylediklerimi resmetti. Sana hiçbir şeyin hesabını sormayacağım demiştim. Belki de şuan içinden kızıyorsun bana. Aptal küçük bir kız çocuğunu kendime yük ettim bile diyorsundur. Bana açıklama yapmıyor değilsin, beni buna değer görmüyorsun öyle değil mi dedim dudaklarımı sıkarak. Tamam dedim başımı sallayarak. Tamam. Ellerimi yüzünden çektim. Bir iki adım geriye gitsem de ona bakmayı kesmemiştim. Yüzündeki gülümseme silinmişti ve o artık bana bakmıyordu. Senin susmaya hakkın var, benimde sana inanmamaya. Başını kaldırıp bana baktı. Eğer dedim. Şimdi bana bir şeyler söyleseydin, ne olursa, yalan bile olsa inanacaktım sana, sorgulamayacaktım ama sustun Bora. Sen sadece sustun ve emin ol bundan sonra ilanı aşk da etsen, ayağıma kapanıp bana yalvarsan bile sana inanmayacağım. Seni dinlemeyeceğim bile duydun mu dedim ağlayarak. Bana gerçeği anlat dedim. İyi ya da kötü her neyse duymak istiyorum. Bu adam kim dedim gözlerimde alevlerle. Bilmek istiyorum, artık onu tanıyamıyorum. Ufuk'ta değil Bora'daydi gözlerim. Ben gerçeği duyduğum sırada, gözlerine bakarak yüzleşmek istiyordum onunla. Düşman dedi Ufuk. Bu adam senin en büyük düşmanın güzel kuşum. Korktuğun, kaçtığın bendim hep, kabul ediyorum. Bende dost değilim sana ama bu adam, seni avucuma düşüren hep bu adam oldu. Şuan senin karşında duruyorsam yine bu adam sayesinde. Neden biliyor musun? Üzerindeki bu elbise, bu kolyeler ve bu taç.. bu ortam senin için onun tarafından hazırlanmış kusursuz bir tuzaktan ötesi değil. Ben sizi bulmadım küçük meleğim, o seni bana getirdi. Sana bir bakıyorum da dedi sustuğu sırada gözleriyle beni süzmüştü. Bu defa sağlam çalışmış, sahneyi güzel kurmuş. Masalsı bir orman, mum ışığı ve sen.. âdeta seni ölüme hazırlamış. Hüzünlü ve kırık bir sahne kurmuş ve bir o kadar da hüzünlü bir gerçeği senden saklayarak aklınla oynamak istemiş gördüğüm kadarıyla. Şimdi bende kilitlenmiştim, sadece Bora'ya bakıyordum. Gözlerimden yaş mi akıyordu, hayallerim mi toprağı boyluyordu bilemedim. Bildiğim tek bir sey vardı, Bora susarak onaylamıştı her şeyi. Devam et dedim Ufuk'a. Amacı neydi bilmiyorum dedi. Belki de seni öldürmemi umdu ya da seni korkutmak istedi. Şimdi olduğu gibi ağla istedi. Sana yaşattığı her şeyden zevk aldığını söylemiş miydim? Asla pişman olmadı, yanlış gelmedi. Hep daha fazlasını istedi. Sen affettikce durmadı, kim bilir belki terk edip gitsen bile umurunda olmazdı. Ben buraya geldim ama bunları söylemek için geldim. Senin düşmanlarından biri olabilirim ama ondan fazla değilim, şimdi de gidiyorum dedi ve Bora'ya dönüp nereye kadar devam edecektin buna dedi. Seni defalarca bağışladım. Ailenle bile tehdit ettim ama işe yaramadı. Sanırım asıl simdi hak ettiğin azapla yüz yüzesin. Bana seninle aynı taraftayız ihtiyar derken kastettiğin şeyin böyle ucuz oyunlar olduğunu düşünmemiştim. Ben düz bir adamım ve şimdi seni de kendi kurduğun oyunda tüm gerçeklerle baş başa bırakıyorum. Bunu çoktan hak ettin diyerek ağaçların arasında gözden kayboldu. Ormanın ortasında, sadece mumların aydınlattığı loş ışıkta Bora'yla yalnız kalmıştık. Acı bir suskunlukla ona bakmaya devam ediyordum. Ufuk'un sözlerinin birçoğu bildiğim şeylerdi.. şaşırmamıştım. Öfkeli de değildim. Sadece üzgündüm. Sayısız kez düştüm. Parçalandım, yıkıldım, kırıldım ama bir türlü umursamamayı öğrenememiştim. Kabul edemedim, alışamadım. Her defasında acıya teslim ettim kendimi. Artık sessizliğe döneceğim. Hem Bora'nin susma hakkı varsa benimde öyle olmalı. Haklı olduğu bir konu varsa o da sessizliğin huzuruydu, konuşsam ne olacaktı? Ağlasam, bağırsam, yırtınsam ne değişecekti? O susarak çok şey söylüyordu zaten, tartışmak gereksizdi. Ne demişti Ufuk? Aynı taraftayız... Bana söyleyecek ne kalmıştı ki? Ruh gibi adımlarla geldiğim yola döndüm ve iki tarafa dizdiği küçük mumların birini elime aldım. Bu sırada Bora'ya hiç bakmamıştım ama arkama döndüğüm gibi nefesimi tutarak ağlamaya başladım. Sesim çıkmasın, beni duymasın diye kendimi kasmaktan nefesim tıkanıyordu yine de vazgeçmedim. Üfleyip mumu söndürmek icin dudaklarımı araladım ama gözlerimden süzülen yaş görüşümü bulandırdı. Nefes yerine hıçkırık kaçtı boğazımdan. Anında elimi ağzıma kapatıp mumu yerine bıraktım ve bir süre çöktüğüm yerde başımı ellerimin arasına alıp sessiz ağladım. Bora'nin gözlerini üzerimde hissediyordum ama görmezden gelmeye çabalıyordum. Ada dedi kısık sesiyle bana doğru gelerek. Güçlükle ayağa kalkıp ona döndüm. Yaklaşma Bora! Bana artık yaklaşma! Benimle konuşma! Hiçbir şey söyleme! Sus Bora! Sus! Artık sende sus! Merak etme! Benim artık sana söyleyecek tek bir kelimem yok! Arkamı dönüp koşar adım ormana daldığımda gözyaşlarımı kontrol etmeyi bırakmıştım. Karanlığın içinde, korku kalbimde nefes nefese ilerledigim sırada birkaç ağacı ancak geçmiştim. Göremediğim dikenler, bacaklarımı kanatıp beni yavaşlatsa da durmadım. Tek istediğim gitmekti. Bora'dan, buradan, hatta tüm dünyadan... izimi kaybettirmek istedim. Kimse beni bulamasın istedim. Kimse beni aramasın istedim. Kimsenin beni aramak istemeyeceğini bilsem de, beni ararlar diye umuyordu aptal yanım ama dediğim gibi o benim zayıf ve aşık yanımdı. Keşke söküp atabilseydim, hiç düşünmezdim. Ben onu seviyordum sevmesine ama artık onu sevmeyi sevmiyordum. Gözümde ışık, içimde heves kalmamıştı. Benim hasta tarafım hala ona koşsa da, sağlıklı yanımla defolup gitmek istiyordum. Şimdi korktuğum tek şey, bende kalan milimlik bölgenin de ondan yayılan cehennemde yanmasıydı. Düşüncelerimle eş zamanlı olarak akan yaşlarımin hızı da artmıştı. Bedenimi adeta sürükleyerek ilerletirken karanlık ormana doğru bağırmama engel olamadım. Çık artık kalbimden çık! Defol git içimden! Git artık! Bırak beni! Bırak artık! Bir yandan da yumruk yaptığım elimi kalbime vurup duruyordum. Sanki bunu yaparak oradaki varlığını kaldırıp atabilecektim. İcimde atan şeyi durdursam da olurdu, gözümden silineli epey olmuştu. Ben ne yapacağım diye mırıldandım burnumu çekerek. Ben seninle ne yapacağım? Anne dedim ormanın içinde. Bana yardım et! Gel al beni buradan! Orada olmadığını biliyordum, çoktan gitmiş olmalılardı ama o an öyle çaresizdim ki bir mucize diledim. Geri dönüp onunla yüz yüze gelmek istemiyordum, gidemiyordum da. Ondan bir adım uzağa gitmeyi icim kabul etmiyordu bir türlü. Karanlıktan korkuyordum ama onun karanlığı geceninkinden daha koyuydu. Onun yanında daha fena batıyordum ama seviyordum. Düştüğüm çukur bana tanıdıktı. Ben sanırım onun elinde ölmeyi, başka herhangi bir yerde yaşamaya tercih ediyordum. Belki de sandığımın aksine sağlıklı hiçbir tarafım kalmamıştı ama bu defa olmazdı. Ona teslim olmayacaktım. İlerlemeye devam ettim. Kendimden de, düşüncelerimden de, hislerimden de, onu seven kalbimden de, zayıflığımdan da nefret ettiğimi hissediyordum. O, bıraktığım yerde put gibi duruyor ve benden kurtulduğuna seviniyordu, bense burada içten içe onunla savaşıyordum. Kaybedeceğimi bile bile meydan okuyordum. Ona karşı ne zaman kazanmıştım ki? Aptalsin dedim kendi kendime. Zavallısın, aptalsın kızım Ada. Bu kadarsın işte! Ufuk Akça'nin tarafında olan bir adam o! Senden nefret eden, ölmeni isteyen bir adam! Seni sevmeyen bir adam! Aynı taraftayız ihtiyar, öyle mi? Öyle mi Bora! Öyle mi? Bas bas bağırıyordum, boğazımın yandığını hissettim. Neden? Canım acıyor! Canım çok acıyor Bora! Yardım edin! Biri yardım etsin! İmdaaat diye bağırarak diz çöktüm çimenlerin içine. Karın boşluğum acıyordu. Midemin delindiği hissettim. Gözlerim kararıyordu ama bayılmamak için ekstra güç harcıyordum. Bedenimi bir ağacın altına sürükleyerek attığımda dengemi bulamadım ve bedenimin yarısı birkaç santim ilerideki çamur birikintisine bulandı. Beyaz spor ayakkabılarım delinmişti. Bulut mavisi elbisem siyaha boyandı ve kollarıma kadar dikene batmıştım. Nefes alamıyordum. O ağacın altında, açık havada bile olsam boğuluyor gibi hissetmekten kurtulamamıştım. Tenim yer yer kan olmuştu. Saçlarım dağılmıştı ve başımdaki taç.. yüzüme kadar düşen tacı tutup elime aldım. Bir saniye düşünmeden elimde kırıp uzağa fırlattım. Kolyeyi boynumu acıtacak şekilde kopardıgımda avucumda sıkarak parçaladım. Üstümdeki elbiseye göz attım. Bundan da kurtulmak istiyordum ama şimdi zamanı değildi. Doğum günüymüş dedim nefretle. Prenses olmakmış! Sen kimsin Ada? Kimsin sen? Sana dair kutlayacağı tek şey öldüğün gün olur. Keşke hiç doğmasaydım dedim kendi kendime. Elimi yüzüme bastırarak ağladım. Sahip olduğum tek şeydin sen benim, bana bunu neden yaptın? Neden! Elimin içine bağırdıgim için sesim ekstra boğuk çıkıyordu. Yalanlarla, yanlışlarla, eksiklerle çevrili dünyamın tek gerçeği, tek doğrusuydun. Neden beni kendine düşman seçtin? Neden? Nefesim tekrar daralınca mecburen sustum. Kesik ve sık nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım bir süre. Nefesim düzene girdiğinde rahatlayıp oturduğum yerde parmaklarımla oynamaya başladım. Epey uzaklaşmıştim. Şimdiden sonra beni bulabileceğini sanmıyordum. Elimle oynadığım on dakika boyunca tenimi kazıyarak elimi kanatmıştım. Bunun verdiği acının bana iyi geldiğini hissedince elimin başka bir noktasına yöneldim ve orayı kazımaya başladım. Elimi kanatmaya adadıgım süre ağaçların arasında duyduğum bir sesle son buldu. Ada! Ada! Neredesin? Ada, kaybolacaksın! Buraya gel! Hadi! Bak konuşalım, bir beni dinle! Lütfen! Öyle yapmak zorundaydım Ada, yemin ederim! Ada, beni duyuyor musun? Ada korkarsın bak sen! Ada, açıklayabilirim. Korkuyorum Ada, ses ver güzelim! Lütfen! Pekala buraya kadardı. Ayağa kalkmam ve tekrar kaçmam gerekiyordu. Bora nasıl olduysa peşimden gelmişti ve beni bulması an meselesiydi. Sesi fazla yakından geliyordu. Ağaçlarının arasında olmalıydı ama hangisinde? Nefesini duyuyordum. Ensemdeydi sanki. Ağacın gövdesine tutunarak ayağa kalktım ve birkaç adım attım. Hemen arkamda ayak sesleri vardı. Bir an için başımı arkaya çevirdim ama kimse görünmüyordu. Ya bana öyle gelmişti ya da benimle oyun oynuyordu. Zihnime ellerini geçirmiş ve parçalıyormus gibi hissetmem normal miydi? Beni duyacağından emindim, bir ihtimal görüyordu da. Bağırdım. Rahat bırak beni Bora! Oyun oynamaktan vazgeç! Her neredeysen defol git! İlerlemekten vazgeçmiş, ormanın ortasında yüzünü göstermesini ve çekip gitmesini bekledim ancak bir türlü saklandığı yerden çıkmadı. Yakınlarda olduğundan emindim. Aklıma gelen bir fikirle eğilip yerden elime irili ufaklı taş doldurdum ve avucuma hapsettim onları. Bir ağacın arkasına kendimi saklayarak sessizce bekledim. Biraz sonra çaprazımdaki ağacın arkasından ağacın gövdesine sarılmış ellerini gördüm. Kemikli elleri... Bora'nin birçok şeyine yabancıydım belki ama elleri hariç... Gözlerinden çok ellerini seviyordum. Sözlerinden çok elleriyle konuşmuştum. Dudaklarından çok avuçlarına yenilmişligim vardı. Kalbinden çok ellerinin arasında nefeslenmistim. Tüm kötülükleri de ellerinde bulmuştum. Bir adamın elleri cehennemin dünya üzerindeki kapısı olabilir miydi? Bora'nin elleri tam olarak buydu. İçimden bir ses pişman olacağımı söylüyordu ama bunu yapmak zorundaydım. Elimdeki taşları eline nişan fırlattım. Kısık bir iniltiyle ağacın arkasından çıkıp bağırdı. Ada ne yapıyorsun, delirdin mi? Delirdim, evet! Delirdim! Beni takip etmeyi kes Bora! Çık git hayatımdan, anladın mı? Defol git! Tekrar etmeyecegim! Bora'nin ifadesi değişip kederli bir şekilde bana baktığında yutkundum. Bunun beni etkilememesi gerekiyordu, kötü hissettirmemeliydi ama öyle olmamıştı, benim ona kıyamayan tarafım harekete geçmişti. Elimdeki taşları bırakıp dudaklarımı ısırarak dolu gözlerle arkamı dönmüştüm. Onunla iletişime geçmeden bir kaç adım atarak ormanın içinde ilerlediğimde benim aksime hızlı adımlarla bana yetişmişti. Sağlam eliyle kolumdan çektiğinde sıkıntılı sesiyle konuşmuştu. Beni dinlemek zorundasın Ada, lütfen! Kendimi anlatmama izin ver, eğer yine gitmemi istersen giderim. Bana bir sans ver Ada! Ben seni çok dinledim dedim hırsla ona dönerek. Ben sana çok şans verdim Bora. Hem de her defasında suçlu hep benmişim gibi hissederek! Acıyla, pismanlıkla, teslimiyetle sana koştum! Yalvardım, yakardım ayaklarına bile kapandım ben senin! Beni sev diye! Benden vazgeçme diye! Kapında yattığım günleri unuttun mu? Karşımda kendini küçülttüğüm zamanları peki? Ne yaptın Bora çok güldün mü arkamdan? Neden izin verdin ki tüm bunlara onca zaman? Neden? Sen zaten hiç benim olmamışsın, bir gram sevmemişsin ki! Beni garip bir aşk masalına inandırıp oynamışsın sadece. Ben aşk nedir bilmiyorum ya hani? Ufacık bir ilgi kırıntısina aptal bir kız çocuğu gibi koştum! Sende bunu fırsat bilip, üç sevdin beş öldürdün! Bana bunun aşk olduğuna inandırdın, beni sana mecbur ettin! Hapsettin! Sonra da oyuncak hamurla oynar gibi istediğin şekile soktun! Kaçmayacağımdan, senden gitmeyeceğimden emindin! Bu da sana özgürlük tanıdı ama dedim. Kısa bir nefesin ardından tekrar devam ettim. Bu sana ne kattı? Bunu yaparak ne kazandın sen? Ne elde ettin? Bana bunu bir söyler misin? Ne oldu yani? Benden ne istedin? Ben sana ne yaptım da benim duygularımla, kalbimle bu kadar oynadın Bora? Sustugum sırada konuştu. Gitmek istedim Ada! Pekala, bağırdı desek daha doğru olur. Gözleri alev alev yanıyordu. Yüzü kıpkırmızıydı. Belli ki ben konuşurken kendini sıkmıştı. Gitmek istedim dedi tekrar. Bu defa daha sakindi. Ama diye devam etti. Sen engel oldun Ada! Her defasında yoluma cıktın! İzin vermedin! O kadar çok denedim ki, seni benden kurtarmak istedim. Sen inatla peşime takıldın! Aklıma girdin. Vicdanıma girdin! Tamam, yeter bitti artık dediğim her sefer bir şekilde beni sana döndürdün. Elini saçlarına attı ve çekiştirerek devam etmek istedi ancak ona engel oldum. Ben yanlış mi anlıyorum Bora dedim sakin çıkmasına uğraştığım sesimle. Sen beni gurursuz olmakla mı suçluyorsun? Bana acıdıgını mı söylüyorsun? Ne demek istiyorsun? Acımak değil dedi başını iki yana sallayarak. Ben kıyamadım sana. Bilemiyorum diye devam ettiği sırada alaycı kahkaham onu susturmuştu. Kendimi tutamamıştım. Kıyamadın dedim ciddiyetle. Kıyamadın öyle mi? Senin kiyamama anlayışın bu mu Bora? Son cümlede kendimin bile beklemediği ölçüde bağırmama engel olamamıştım. Sen bana dedim dudaklarımı sıkarak kelimeleri bastıra bastıra. Öyle çok kıydın ki şimdi tutanın elinde kalıyorum. Ne acı değil mi dedim duraksayarak. Senden başkası tutmuyor, sende parmaklarının arasında beni ezmeyi çok seviyorsun. Sustu, yine... Susuyorsun dedim. Hep susuyorsun. Bana gelip açıklayabilirim diyorsun ama karşımda susuyorsun Bora. Ben az önce de seni dinlemek istedim ve sen yine sustun. Susarak neyi kanıtlamaya çalışıyorsun, inan bilmiyorum ama bu bana tek bir şeyi anlatıyor Bora. Ufuk Akça'nin sözleri gerçek ve sen bunu dile getirmeyi kendine yediremedigin için ya da bana acıdıgın için dedim kaşlarımı kaldırarak susuyorsun. Daha fazla yara alamam Bora. Ben zaten duyacağımı duydum, anlayacağımı anladım. Bana eğer başka bir şey söylemeyeceksen ben gidiyorum. Arkamı dönüp ilerledigim sırada bana seslendi. Sözleri beni durdurmuştu. Sence bu yaptığın gurursuzluga girmiyor mu Ada? Alman gereken cevabı aldığın halde hala başka bir şeyler duymak için zorluyorsun. Her şeyden önce kendine bu kadar haksızlığı yaparak hırpalıyorsun farkında mısın? Gözlerimin yandığını hissettim. Yumruklarımı sıktım. Sakin olmak zorundaydım, yoksa yumruğumu hatta yumruklarımı sayısız kez göğsüne indirecektim ve bunu yapmak istemiyordum. Onun aksine, onu incitmek benim için bir seçenek değildi, azaptı. Zaten ellerine attigim taşla kendi kalbimi yarmıştım, ileriye gidemezdim. Bir an önce durması gerekiyordu, susmasi. Biraz sevmesi.. Durmadı. Susmadı. Hiç sevmedi. İki anlamda da üstelik. Kalbimin yangını gözlerimde harlandıgı sırada onu dinleyemedim bile. Konuştuğunu duyuyordum ama anlayamıyordum. Oysa hiçbir sözünü kaçırmak istemeyecek kadar çok seviyordum onu, yüzündeki her mimigi ezberlemiştim. Duymasam da biliyordum birbirinden acı sözlerini saplıyordu bana, bense hepsini şiir sayıyordum. Hep böyle olmuştu. Hâlâ böyle olması beni zavallı, onu da haklı yapar mıydı? Nefret ediyorum diye mırıldandım. Ve tekrar ettim. Sayısız kez aynı şeyi söyledim ve her defasında sesimin desibeli arttı. Göğsümdeki sızı, onu tanıdığım günden beri oradaydı ancak her geçen gün artmıştı ve artık katlanılmaz boyuttaydı. Nefes almamı bile yasaklıyordu bana. Göğsümdeki keskin sızıya da senin adını verdim sevgilim, beni bogdugun anlar gibi hissettiriyor. Ellerini tercih ederim yine de, sen her ne kadar bana dokunmaktan vazgeçsen de. Ada dedi en nihayetinde konuşmayı keserek. Ben onu dikkate almadan mırıldanmaya devam ettim. Nefret ediyorum. Böyle yaparsam bilincime girer miydi? Kalbimin almadığını aklım alır ve beni savunmaya geçer miydi? Ondan kurtarır mıydı beni? Cevap büyük bir ihtimalle hayırdı ve ben bunu zaten istemeyecek kadar aşıktım. Kalbim ya da aklım bir gün senden nefret ederse sana sözüm olsun, o gün hatta o saniye aldığım son nefese tanık olur sevgilim. Sen hiç öğrenemesen de. Bir hışımla ona atılıp bağırdım. Senden nefret ediyorum! Yumruk yaptığım ellerimle göğsünü döverken hırıltılı nefeslerimi de bir türlü dinmeyen aglamamı da kontrol etmekten vazgeçmiştim. Vuruşumla geriye savrulsa da büyük bir etki etmemişti. İfadesiz gözleri ve sancılı ifadesiyle beni izliyor ama beni durdurmak icin hamle yapmıyordu. Bana yaptıklarından nefret ediyorum! Sözlerinden, gözlerinden, ellerinden nefret ediyorum! Sen dedim dolu gözlerimle ona bakarak. Neden Bora? Neden aldığım her nefeste sen varsın? Neden seni yaralamak istediğim her zaman ben daha çok kanıyorum? Bak dedim ellerimi açarak. Ellerim parçalandı sana vururken, canım acıdı. Sen beni öldürmek istiyorsun, ben taşlarla yardıgım elinin sızısını zihnimde yankılanmasinı dinliyorum. Böylesine aciz olmayı ben istemedim dedim nefessiz kaldığımı hissettiğimde. Böyle zavallı olmak istemedim. Seni bu kadar çok sevmek istememiştim ama oldu dedim ağlaya ağlaya. Oldu. Gözlerim tekrar ona değdi. Başımın çatladığını hissettim. Suratım yanıyordu. Kalbim kontrolsüzce çırpınıyordu. Oysa hiç birşey yapmıyordu. Ölüp gitsem gözünün önünde, öylece duracak mıydı? Bir damla gözyaşı da mi dökmeyecekti yani? Ağlamaktan onu düzgün gördüğüm söylenemezdi ama kırık ifadesini okuyabiliyordum. Ne yapacağım ben dedim ona bakarak. Söyle bana, ne yapacağım ben? Gitsem gidemiyorum, kalsam...gurursuz oluyorum dedim bastırarak. Benden nefret ediyorsun, beni öldürmek istiyorsun ama bir adım uzağa gitmeme izin vermiyorsun. Beni yanında tutuyorsun Bora ama aldığım her nefesi bana haram kılıyorsun. Ben çok yoruldum dedim. Çok yoruldum Bora. Ya öldür ya yaşat ama bir sey söyle, bir şey yap artık. Git dersen gideceğim, kal dersen kalacağım ama bir karar ver! Gidemezsin dedi ifadesiz bir sesle. Benden gidecek kadar güçlü değilsin Ada, bunu sende biliyorsun. Ben seni göndersem bile, bana ihtiyacın olacak. Haksız mıyım? Yutkundum. Sözleri can yakıyordu ama boyun eğdim. Yine haklıydı. Bundan nefret etsem bile o hep haklıydı. Peki, bunu elersek diye devam etti. Geriye kalman seçeneği duruyor ama ya ben bunu istemiyorsam? Ne istiyorsun dedim beklentiyle. Ne beklediğimi bile bilmiyordum. Ne istersen yapacağım. Ya öl dersem Ada? O zaman ne olacak? Ölecek misin? Gözlerimi kapattım, yüzümü acıyla boğmadan düz ifademle ona baktığımda sakin sesimle konuşmuştum. Öleceğim. Yüzünde dehşet ifadesi sergilenirken ona bakmak yerine siyaha dönmüş ayakkabılarıma diktim gözlerimi. Ellerimi birbirine sardım ve sakin kalmayı, güçlü durabilmeyi diledim. Ne diyorsun yani dedim sabırsızca. Gözlerime baktı, öyle bir baktı ki sanki daha önce hiç göz göze gelmemişiz gibi hissettim. Dudaklarını aralayıp nihayet konuştuğunda yer ayağımın altından çekilmişti.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin