35- Muhtaçlık

130 2 0
                                    

Kafamın içinde birtakım sesler var. Uğultulu şekilde beynimde yankılanan birkaç ses, acıyla bana çarpan tonlarca his. Bir çığlık deldi kulaklarımı. Acı bir feryat, çaresiz bir ağıt. Ondan geldiğini düşünebilirdim ancak, benden gelmişti. Bana aitti. Benim sevdiğim kadın, benim küçük kızım, huysuz küçüğümden gelmesi mümkün değildi. Onun dudakları kapanmıştı. Onun gözleri kapanmıştı. Onun kalbi... hala atıyordu. Cılız ve yavaş bir tonda da olsa atıyordu.
Bedeni hala sıcaktı. Onu küvetin içinden çıkarıp, baygın bedenini kollarımın arasına almıştım ve teninin sıcaklığı beni yakacak kadar yüksekti. Bedeni ölüme direniyordu, kalbi gitmek için dua ediyor olsa da. Bedenini kollarımda tutuyor olsam da başımı eğip ona bakacak, onunla yüzleşecek gücüm yoktu. O da böyle mi hissetmişti? Rüyasında benim cesedimi gördüğünü söylediğini hatırladım.
Peki ya bir cesedi kucaklamak? Bir cesede dokunmak.. öldüğünü bildiğin birini kalbinde taşımaya devam etmek? Aşık olduğun birinin kanlar içindeki bedenine sarılmak?
Bunlar nasıl hissettirirdi?
Bugün benim bunu öğrendiğim gündü.
Bugün benim bununla yüzleştigim gündü. Başımı iki yana sallayarak durumu reddettim ve boyun eğerek ona çevirdim gözlerimi. Gözlerimin yanması ona baktığım an daha çok arttı. Ve tenimden aşağı süzüldü birkaç damla.
Islak saçlarına baktım, kapalı göz kapaklarına ve yüzünde biriken suyun onun boynundan göğsüne doğru inmesini izledim. Bu o değildi. Ben ona ne zaman baksam yüzünde en karanlık gecelere inat güneş doğuran bir aydınlık, az sonra kocaman bir kahkaha atacakmış gibi gözlerinin içi parlayan, yemyeşil gözlerine sevgiyi doldurmuş bana bakıyor olurdu. Bende genelde gözlerinde taşıdığı ormana bakarken bilincimi yitirir gibi hissettiğim için içimden geçeni söylemek yerine, ağzıma geleni söylerdim ve o kırılırdı. Ne kadar kırılırsa kırılsın, 'ne kadar ağlarsa ağlasın bana hep gülümseyerek bakardı. Oysa şimdi çatık kaşlarına, ağlamış suratına ve hatta en öfkeli yüzüyle bana "senden nefret ediyorum" diye bağırmasını bile kabul edecek durumdaydım. Sırtıma indirdiği küçük yumruklarını anımsadım. Dün geceydi ama sanki asırlar geçmişti. Ellerine değdi gözlerim, bileğinden sızan kanla örtülmüştü parmakları. Yutkundum. Vura vura kırsaydı kemiklerimi diye düşündüm. Paramparça etseydi minicik avuçlarında ama bunu yapmasaydı...
Aklıma aylar önce söyledikleri düştü.
" Eğer seni incitecek olursam, ellerimi bedenimden söker alırdım" diyen sesi doldu kulaklarıma. Sevgi dolu ve inatçı ses tonu yüzümü sancıyla gerdi ve ona bakmakta olduğum yüzümden bir damla yaş akarak onun burnuna düştü.
"Eğer bir yağmur damlası olsaydın, tutup yakalardım seni. Oldukça sakarsın, olur olmadık yerlere düşerdin" demiştim ona. "Mesela nereye? "diye sormuştu çocuksu bir heyecanla. Öğrenmezse ölürdü küçük yaramaz.
Burnumun ucuna diye cevap vermiştim düz bir sesle. Duygularımı azıcık belli etsem ölürdüm ya, duygusuz robot.
Bora Doğrusöz.
Bu dünyada bir kişi sizden nefret ediyorsa o da benim dedim kendi kendime ve ardından Ada'ya döndüm.
Yanılmışım küçük dedim kısık sesimle. Sen yağmur damlası değilmişsin. Göz yaşıymışsın. Benim gözlerimden akarak yüreğimi dövüyorsun ama kendi burnunun ucuna düştün. Benimkine düşecektin, anlaşmıştık? Neden böyle yapıyorsun? Başka bir hayatta ben en çok seni ağlamışım dedim ellerimle titrekçe saçlarına dokunarak. Ve bu hayatta dedim titrerken en çok seni incitmişim. Belki de bu yüzden sen şimdi beni bu kadar ağlatıyorsun dedim.
Burnumu çektim ve hâlâ sıcaksın diyerek konuyu değiştirdim. Hâlâ çilek kokuyorsun, hala güzelsin. Kesilmiş bileklerin, kısılmış sesin ve benden esirgediği o yemyeşil gözlerinle bile -ki benim sığındığım tek şey onlardı- hala çok güzelsin. Sen ceset değilsin Ada, olamazsın. Ölmediğini biliyorum, beni cezalandırdığını... biliyorum. Hak ettim tamam ama hadi ac gözlerini dedim çaresizce. Bir kez bak bana! Son bir kez dedim yalvarır gibi. Durumun ciddiyetini reddeder gibi ancak iyiden iyiye azalan kalp atışları ve bedeninin ısısının kaybolmaya başlaması benim algılarımı kapatıyordu.
Yaşarken mutluluktan aklınızı kaybedeceğinizi düşündüğünüz anlar olmuştur, bana oldu. Bana rağmen bana da onlardan oldu. Birlikte lunaparka gittiğimiz gün mesela... o gün ilk defa gerçekten mutlu olduğum gündü. Cünkü o gün ilk defa Ada'yi gerçekten mutlu edebilmiştim. Gözleri çocuksu bir sevinçle parlamış ve dünyanın en masum varlığı olduğunu kanıtlar gibi bir yandan iyilik meleği gibi çocukların arasına karışmıştı, bir yandan da sevinçli kahkahaları ile çocukluğunun elinden tutmuştu ve o kız bir daha asla öyle gülmeyecekti.
Bir daha gözlerini açmayacak, kalbi mutlulukla çarpmayacaktı.
Bir daha hiç yaşamayacaktı.
O gidecekti ben kaybedecektim.
O ölecekti, ben öldürecektim.
Bende kalan ne varsa onunla toprağa gömülecekti.
Sen dedim boğukca. Sen çok küçüksün! Bedenin çok küçük! Ellerin çok küçük! Ayakların çok küçük! Sen ölemezsin Ada, sen çok çocuksun dedim gözyaşlarımın arasından. Cildin çok hassas! Kimyasal maddelerle boyamanı kaldırmaz ondan öyle dedim ağlarken. Sanki tek sorun buymuş gibi. Sen o elbiseleri giyemiyorsun, kendinden büyük elbiseyi giyemezsin Ada, kaybolursun içinde. Niye deniyorsun aptal! Ben seni böyle seviyorum dedim titrekçe. Küçücük ellerinle benim yüzümü saracak, yarama dokunacak, yıllarca önce olmuş yarayı üfleyerek geçireceğini sanacak kadar masumsun ondan oluyor hep! Bu kadar masum olduğun için zarar görüyorsun ama ben seni böyle seviyorum dedim. Bir kadın arasaydım zaten bulurdum, ben sığınak aradım Ada. Sen benim sığınabildigim tek şeysin. Beni bu küçücük beden bile adam edemediyse kim eder dedim yüzüne bakarken. Ayrıca istediğin zaman çok da güzel bir kadın oluyorsun, birlikte iş yemeğine gittiğimiz günü hatırlasana dedim. O siyah elbisenin içinde bile vasat duracağını düşünmüştüm ama sen... büyüleyiciydin. Ayrıca ayakların da çok küçük dedim kavga eder bir tonda. Gözlerim cıplak ayaklarına kaymıştı. Ondan giyemiyorsun topuklu ayakkabı. Dar geliyor sana, ayaklarını acıtıyor! Sonra da burkuyorsun! O günde burktun! O zaman yanında ben vardım ama sen benden habersiz bir ayakkabı ugruna düşüp düşüp kendini mi incittin aptal! Neden böyle şeyler yapıyorsun dedim boğukca. Bir daha böyle şeyler yapma dedim buruk bir tonda.
Benim için, beni mutlu etmek için bir şeyler yapmak istiyorsan dedim fısıltıyla. Ölme Ada! Yaşa demiyorum ama ölme Ada. Sana yalvarıyorum dedim ve sustum. Ben sustugum an kaybedisimin ayak sesleri duyuldu. Acı bir sirenle bize yaklaşan bir ambulansın sesi kulaklarımda can buldu sanki.
Ada'nın kolları yere düştü.
Ben kaybettim ama bedelini o ödedi.

Kurban Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin