Şu sıralar Riddler karakterine takıntılı bir şekilde sarmış durumdayım. Paul Dano da The Batman filminde hakkını verdi, kendisini hiç tanımasam da 'iyi bir oyuncu' olarak kaldı aklımda. Filmi izlediniz mi, ya da bu karakteri tanıyor musunuz bilmiyorum ama ben nedense bu karaktere gereğinden fazla bir arzu doluyum. Loki ikinci planda hatta. Hep Loki ihanet edecek değil ya hehehe Ayrıca bu hikayeyi diğer kitapta paylaşacağım aslında ama dayanamadım. (Medyada Riddler bulunmaktadır)
İçerik: 18+ Rahatsız olacaksanız ve etkilenecekseniz okumayın. Ben etkilendiğim ve kabuslarıma girdiği için paylaşmak istedim!! Korku, psikolojik ve fiziksel şiddet, Edward'ın çocukluk travması, Edward'ın Riddler olduğu ilk yıllar, zorlama, takıntılı aşk, toksik ilişki, obsesyon, kaçırılma...
Karakter: Edward Nashton. Namı diğer: RIDDLER
Konu: Bu hikayenin konusu rüyamdan baz alınarak oluşturulmuştur. Bölümlerin hepsi rüyamda birebir yaşanmış, sadece kurgulanmıştır. Rüyadan çok bir kabus olduğundan korku ve gerilim temalı bir hikaye olacaktır. Psikoloji ve gerilim temasında bir denemedir. Bu yüzden bana yorumlarınızda yapıcı olursanız sevinirim. Kitap da önerebilirsiniz. (Wattpad kitabı değil tabii, edebi eser) Teşekkürler.
İyi Okumalar dilerim...
Temsili Görsel
Yıllar önce terk edilmiş bir akıl hastanesi binasının orta katında koşuyordun. Nefes nefese, ciğerlerin yanar vaziyette soluman zorlaşıyordu git gide. Her şeye rağmen peşindeki adama tekrar yakalanmamak için var gücünle çabalıyordun. Fakat ne yaparsan yap merdiveni bulamıyordun! Bir odaya giriyordun ve o da başka bir odaya yönlendiriyordu seni. Sonunda tekrar koridora çıkıyordun ve Riddler'ın karşına çıkabilecek olma ihtimali seni yiyip bitiriyordu. Yolunu bulamamanın sebebi bu katın şizofreni vakalarına ait özel bir kat olmasıydı. Kat planı yapılırken labirentten ilham alınmıştı ve hastaneden -hatta kattan- kaçamamaları için özel olarak tasarlanmıştı. Bu kattan kaçabilecek tek kişi, katı bilen insandı.
Leş gibi duvar fayanslarında pislikten yosun tutmuş bir odaya girdin. Eğer demirlik olmasaydı camdan bir şekilde atlardın. Ağlıyordun, hıçkırıkların duyulmaması için elinle ağzını kapatmıştın. Odaya göz attın ama iskeleti çürümüş yatak ve üstünde koyu, kahve rengi lekelerin bulunduğu yataktan başka bir şey yoktu. Yerdeki cam kırıklarının üzerine basıp ses çıkarmamak için dikkatle yürüdün ve yatağın yanına, kalorifer peteği ile arasına sindin. Karşındaki kapıya korkuyla bakarken tüm bedenin titriyordu. Ölmek istemiyordun, yaşayacak daha bir sürü anın vardı ve daha çok gençtin. En kötüsü de Riddler'ın seni ölmekten beter edeceği gerçeğiydi! Ona ölmek için yalvaracak hale gelecektin. Biran önce bir yolunu bulup kaçmalıydın. Ancak o çok zekiydi; şahin gibi gözleri vardı. Baykuş gibi, avını kolayca bulabilecek dürtüleri vardı. Bu yüzden akan burnunu çekmeye bile korkup üzerindeki tişörtün koluna sildin. İçinde bulunduğun durum öyle iğrenç öyle mide bulandırıcıydı ki, hiçbir şey düşünemezdin. Riddler'ın sesi gelmediğinden biraz rahatlamışsan da bunun da bir oyun olduğuna sana öyle bir inandırmıştı ki, birazdan yosun tutmuş beyaz kapının açılacağına dair şüphelerin vardı. Bekledin, bekledin. Vücudunu küçültmek için -sanki seni göremezmiş gibi- olabildiğince kambur durarak dizlerini kendine çektiğinden omurgan, belin ve sırtında ağrılar oluşmaya başladı; bacakların uyuştu ama Riddler'a yakalanma korkun tüm bu ağrıları düşünmemeye itiyordu seni. Tam seni bulamayacağına kendini inandırmaya başlamıştın ki dışarıdan ses duydun. Şarkı söylediğini, bulunduğun odaya yaklaştıkça anlamıştın; maskesinin altından sesi boğuk geliyordu.