Uyarı 1: Eğer homoseksüelliğe karşı bir ön yargınız varsa rica ediyorum ve tüm zarafetimle söylüyorum buradan defolup gidin!
Uyarı 2: Eğer orucunuzun vaktinden önce bozulmasını istemiyorsanız, bunu gece saatlerinde okuyun.
Not 1: Yaş sınırı koymayacağım. Ya da bu hikayenin ağır smut içerdiğine dair uyarıda bulunmayacağım. Hepiniz her şeyi benden daha iyi biliyorsunuz gördüğüm kadarıyla. Ayrıca oraya +18 işareti de koysam okumak isteyen okuyacak. Ne yapıyorsanız yapın, pes ediyorum.
Not 2: Konuşmalar çizgi roman tarzında yazılmıştır.
Not 3: Tüm bunların dışında, keyif alacağınız, eğleneceğiniz bir bölüm oldu. İçime sindi açıkçası. Bu yüzden okurken yorum yapar ve beğenirseniz daha da zevkli bir hale gelir hikaye.
İyi okumalar dilerim...
Kelime Sayısı: 5700 (Toplam)
Karakterler: Natasha Romanoff, Wanda Maximoff, Mystique
İki bina arasında kalan sokakta fareler cirit atıyor, köpekler çöpten yiyecek bulmaya çalışıyordu. Sıvası çıkmış duvarlara yapıştırılmış afişler esen rüzgarla ağacın yaprakları gibi sallanıp duruyor, hışırtılar çıkıyorlardı. Yere baktığınızda birkaç dakika önce sağanak yağmur yağdığını sanacağınız türden çöp suları gölet oluşturmuştu ufak ufak. Yüzeylerine ise dolunayın parlaklığı yansımıştı. Küf kokusu, bozulmuş peynir kokusu, ped kokusu, kusmuk kokusu, bozulmuş et kokusu,... Hepsi birbirine karışmıştı. Sen ise burada ağlayarak içkini içecek kadar kötü bir haldeydin. Binanın yangın merdiveninin demir kapısını kırıp bir kenara fırlatmış, aldığın kucak dolusu şarap şişelerini teker teker içmeye başlamıştın. Bir yandan şarabından içiyor diğer yandan mesajlara girmiş Bucky'e, seni terk ettiği için nefret mesajları yazıyordun.
Sana zamanımı ayırdım. Sana her şeyimi verdim. Sana tutkumu verdim ve tüm ruhumu. Sana sözler verdim ve hiç söylenmemiş sırlar.
Farkında değildin ama şuan telefonun ardında çalan Michael Jackson şarkısının sözlerini kendine uyarlayarak yazıyordun. Hatta elinin tersi ile dudak kenarlarında kalan şarap kalıntılarını silerken ne kadar zekice yazılmış bir yazı olduğunu düşünüp kendinle böbürleniyordun. Tam gülümseyecekken Bucky'den bir mesaj geliyordu ve ağlayarak şarap şişesini kafana dikiyordun. Kahretsin ki sarhoşluğun sadece beş dakika sürüyordu. Çakırkeyif durumlarını uzatmak için bulabildiğin tek çare iki kasa dolusu şarap almaktı. Bunun sebebi, damarlarından DNA'na geçen Captain America serumuydu. Metabolizman alkolü çabuk yakıyordu.
Bucky'e bir kez daha mesaj atmıştın seni bırakmaması için ki mesaj gitmedi. Bir mesaj daha attın. O da gitmemişti. Sonra bir tane daha, bir tane daha. Öyle sert basıyordun ki ekrana, telefon neredeyse çatlayacaktı. Ne yaptığını bilmeden diğer elinle de telefonu tuttun. Şarap şişesi elinden düşüp basamakları teker teker inmeye başladı ve betona düşer düşmez tuzla buz oldu. Sen de bu sırada rehbere girdin ve Bucky'nin numarasına tıkladın. Kulağına götürdün fakat telefon çalmıyordu. Seni her yerden engellemişti bas baya. Dayanamıyordun. Hiçbir sorununuz yokken, hem cinsel hayatınız hem de sosyal hayatınız bu kadar renkliyken nasıl olurdu da senin sevginden korktuğu için seni terk ederdi? Akıl alır şey değil! Öyle sinirlendin ki, yanında üst üste duran kasalardan bir tane şişe kaptın. Göz hizana getirdin. Cama yansıyan yüzün, geçirdiğin kısa sarhoşluk sırasında Bucky'e dönüşmüştü.
- AH, SİK KAFALI!, diye bağırıp duvara tüm hızınla şişeyi fırlattın. Duvardan seken cam parçaları ve birkaç damla sıvı üstüne, başına gelmişti. Gerdanın şarabın soğukluğu ile serinlese de damlalar boynundan iki göğsünün arasında kayarak leke bırakmıştı derinde. Öfkeni dindirecek hiçbir sebebin yoktu. Hırsını bir şeylerden çıkarmak istiyordun. Bunun için yapacağın son şey telefonunu parçalamak olurdu, iki avucunun arasına aldın ve ekmek böler gibi telefonunu iki parçaya ayırdın, yere atıp yüzünü dizlerinin üstüne kapadın. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordun. neredeyse boğazın yırtılacak, ciğerlerin patlayacaktı. Bucky'nin seni terk etmesini sorguluyordun bir yandan. Fakat sesin, sonunda birinin dikkatini çekmişe benziyordu.