Londra'da yaşamak, yabancı kökenli bir öğrenci için zordu.
Gayrimenkul fiyatları yüksekti ve yüksek lisans ücreti de yıllık 10 bin pound ediyordu. Bu fiyatı Lea'nın Kolombiya'da yaşayan ailesi çok zor da olsa karşılamıştı, ancak geri kalan masrafları kızın karşılaması gerekiyordu.
Yine de genç kız, en yakın arkadaşıyla birlikte Banbury'de uygun fiyatlı bir daire bulduklarında ve daha sonra da Oxford bölgesinde bir kafede işe girdiğinde kendini şanslı saymıştı.
Çalıştığı kitap-kafe, "Bookish", kiraladıkları daireye trenle yaklaşık 30 dakika mesafedeydi.
Bookish, Oxford'un ara sokaklarında adeta gizlenmiş gibiydi, herkes orayı bilmezdi. Sürekli tanıdık yüzleri görmek mümkündü. Mekânın sahibi Margaret adında, orta yaşlarda siyahi bir kadındı ve Lea'yı ilk gördüğü andan itibaren sevmişti. Genç kızın görevi, haftanın dersi olmadığı 3 gününde kitapları düzenlemek ve siparişleri almaktı.En yakın arkadaşı ve aynı zamanda ev arkadaşı Elina ise Brixton'da bir restoranın mutfağında çalışıyordu. Aşçılık okumuştu, hedefi bir gün şef olabilmekti.
Lea'nın finans alanında yüksek lisans yaptığı Londra Üniversitesi ve evi arası yaklaşık 40 dakika sürüyordu. Elbette bu tempo yorucuydu, fakat iyi tarafından bakılırsa bir şekilde geçinebiliyorlardı, ayrıca Londra'da tahmin ettiğinden daha fazla göçmen vardı, yani ırkçılık can sıkıcı boyutta değildi. Zaten enerjisi yüksek biri sayılırdı; Londra'da, ailesinden uzakta geçirdiği 2. ayın sonunda ailesini özlemek dışında bir üzüntüsü yoktu.
"Günaydın Marge!" Lea Bookish'ten içeri girdiğinde enerjik bir sesle cıvıldadı.
"Günaydın tatlım." kafeyi açma hazırlıkları yapan kadın gülümsedi.
"Nasıl gidiyor?""Unilever'e başvuru yaptım." genç kız sabah serinliğinde dışarıya günün tatlılarını ve çöreklerini yazan küçük yazı tahtasını koydu, sonra tekrar içeri girdi.
"Dönmeyeceklerinden emin olsam da." kıkırdadı."Ne olacağı hiç belli olmaz." dedi Margaret kahve makinesini çalıştırırken. O sırada çıngıraklı kapı tekrar açıldı, içeri Anna ve Henry girdi. Anna ve Henry, Bookish'te Lea'nın vardiyasında çalışan diğer iki personeldi, aynı zamanda sevgililerdi ve birlikte kafenin arka sokağındaki küçük bir evde yaşıyorlardı.
Lea fırından çıkardığı donutları sergileme tabağına yerleştirirken, Anna ona saçlarını kestirdiği kuaförü ne kadar beğendiğinden bahsediyordu.
"Sana söylüyorum, burası hem çok uygun hem de çok güzel! Henry ve ben Le Gavroche'a gittiğimiz gün kesinlikle saçlarımı orada yaptıracağım."
"Le Gavroche?" Lea beceriksizce tekrar etti.
"Harika bir Fransız restoranı." Anna kat kesilmiş sarı saçlarını omuzlarının arkasına atarken açıkladı. "Henry dün rezervasyon yaptırmak için aradı. Ne zamana alabildik biliyor musun? 1 ay sonraya. Le Gavroche'da yemek yemek için 1 ay beklemek zorundayız!" alayla güldü. "Herkes kafayı yemiş olmalı."
"Sanırım lüks bir restorana gidememenin iyi tarafı..." Lea mırıldandı ve güldü. "Rezervasyon için beklemek zorunda olmamak."
Anna da güldü, kendisine ve Lea'ya bir bardak kahve alırken aklına bir şey gelmiş gibi atıldı.
"Dün yine seninki yazmış, Oliver söyledi." sırıttı. "Akşam vardiyası sırasında birini kitabın olduğu dolabın orada görmüş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
manipulative
FanfictionGözlerin gözlerimle uzun süre temas etmekten çekiniyor. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken alt dudağını kemiriyorsun, oturduğun yerde bir türlü rahat edemiyormuşçasına kıpırdanıyorsun. Düşüncelerini dev bir bilboard'ta yazıyor gibi net bir ş...