chapter 10: Castle in the Forest

347 41 54
                                    

1. ay dönümümüz için Tom'un Whychwood ormanına yakın, sakin bir kasaba olan Shipton'daki evine gitmeye karar vermiştik.

Cumartesi sabahı oraya gelip gece evde kalacak ve Pazar günü yine arabayla dönecektik, bu da ilk kez bir geceyi birlikte geçireceğimiz anlamına geliyordu.
Pekala, geceyi elbette o şekilde "birlikte" geçirmeyecektik. Bunun için erkendi, hatta birlikte kalmak için bile erkendi... Tam da bu yüzden, annemlere bu küçük kaçamağı söylememiştim. Ondan ne zaman bir şey saklasam -en fazla 3 kez olmuştu- bir şeyler ters gidiyordu ve asla huzurlu olamıyordum. Sürekli yanlış bir şey yaptığımı hissediyordum, gerçekten yanlış bir şey yapmıyor olduğumu bilsem de.

Tom aniden endişeli bir sesle konuştu.
"Lea? Haritaya bakmıyor muydun? Dönüşü kaçırdık."

"Ha?" Elimdeki telefonda konum açıktı, dikkatim dağıldığı için bir süredir bakmıyordum ama aslında oradan yolu takip etmem gerekiyordu.
Önce endişeyle arabanın camlarından dışarıya baktım, yağmur bulutlarının örttüğü ağaçlık yolda her yer birbirine benziyordu. Hızla tekrar ekrana döndüm, uygulamada yol devam ediyordu, hangi dönüşü kaçırdığımızı anlayamamıştım.

"Hangi dönüşü-" sorumu yarıda kestim, çünkü yüzünde bir sırıtma vardı.

"Çok komik."

"Dikkatin dağılmıştı," sevimli bir bakış attı. "Kendime çekmek istedim, aşkım."

Onun bu bakışlarına tepkisiz kalmak imkansızdı, yaklaştım ve koluna sarıldım.
"Tom... Annemden saklamak berbat hissettiriyor." sızlandım.

Saçlarıma kısa bir öpücük kondurduktan sonra fısıldadı, "Endişelenme sevgilim. Eve vardığımızda onu arayıp makul bir dille anlatırız, eğer izin verirsen ben de onunla konuşurum."

Aslında Tom'un benden daha ikna edici biri olduğu açıktı, ama annemle bu şekilde tanışmasını istemiyordum. Özellikle de annem sinirlenir ve sert konuşursa, Tom'un bunlara tanık olması çok rahatsız edici olurdu.

"Sadece ben konuşsam daha iyi olur..."

"Nasıl istersen, sevgilim," üstelemedi. Birazdan başımı omzundan çekip tekrar arkama yaslandım, elimi vites tarafındaki eline götürdüm ve parmaklarıyla oynamaya başladım.

Ağaçların içinde demir, parmaklıklı bir kapıdan geçtiğimizde kendimi eski zamanlara ait bir filmde gibi hissettim. Bahçe olması gereken, yeşil renklerle çevrili yolda bir süre daha ilerledikten sonra evin önünde durduk.

Tom "orman evi" dediğinde aklımda en fazla iki katlı; şirin bir evin görüntüsü belirmişti. Falat burası, burası bir şatoydu.
Ürkütücü derecede ihtişamlıydı, her ne kadar yeşil rengin yoğunluğu huzur verse de binanın dış çevresinde koyu renkler hakimdi ve gökyüzüne yükselerek adeta gri bulutlarla birleşiyorlardı.

"Dans ettiğimiz gün bir şato istemiştin."

Arabadan inmiş, çiseleyen yağmurun altında etrafa bakınıyordum. Yumuşak sesine karşılık kaşlarımı çattım.

"Hayır, ben kesinlikle bir şato istemedim."

"Ama bir şatodan bahsetmiştin..." çarpık bir şekilde gülümsedi, kolunu omuzlarımın üstünden bana atarak bizi kapıya doğru yönlendirdi.

Bu evi, daha doğrusu 'şatoyu' gerçekten benim istediğimi düşündüğü için almış olamazdı, değil mi? Böyle saçma bir şey yapmazdı.

manipulative Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin