Vücudumun her hücresi şimdiye kadar hissetmediğim farklı bir yoksunlukla kıvranırken gözlerimi açtım. Nerede olduğumu anlamak için bakışlarımı yattığım yerden içerde gezdirdiğimde, odanın bana tanıdık geldiğini fark ettim. Burası James'in panik odası adını verdiğim gizli sığınağıydı ve şu an içeride benden başka kimse yoktu. Benim burada ne işim vardı? En önemli soru ise James neredeydi?
Kendimi zorlayınca anılar arka arkaya beynime üşüştü. En son hatırladığım şey valiyi boynunu kırarak öldürmemdi. Bir dakika... Onun silahından çıkan kurşunun vücuduma saplandığı ve sonra her yerin karardığı da aklıma geldi.
Tanrım! O kurşun beni öldürmüştü.
Üstümdeki kırmızı geceliği sıyırıp yukarı kaldırdım. Kalbimin olduğu yerde hiç kurşun izi görünmüyordu. Tenim pürüzsüz bir mermer gibiydi, yalnız oldukça solgundu. Elimi kalbimin üstüne koydum ama kalp atışını hissedemedim. O an tüm gerçeğin farkına vardım. Artık ben yaşayan bir ölüydüm...
Hissettiğim panikle tüm gücümle çığlık atmaya başladım.
Odanın duvarı ikiye ayrılarak içeri James girdi. Hızlı bir şekilde yanıma gelip bana sıkıca sarıldı."Şişttt sakin ol. Hepsi geçecek, bir süre sonra alışıyorsun ve kendini daha iyi hissediyorsun." Bir yandan da sırtımı sıvazlıyordu.
Titrek bir sesle, "James, bana ne oldu böyle, kendimi çok kötü hissediyorum. Ne olur bana yardım et. Çok korkuyorum..." dedim ve kendimi tutamayarak ağlamaya başladım.
James'in beyaz gömleğinin üzerine dökülen pembe gözyaşlarımı görünce, daha çok ağladım. En son bu kadar çok ağladığım zamanı hatırlamıyordum bile...
"Bu duruma alışman için ben hep yanında olacağım. Bu zor günleri ikimiz beraber atlatacağız. O yüzden senden eskisi gibi hiç bir şeyden korkmamanı ve çok güçlü olmanı istiyorum. Bu durumun üstesinden geleceğine eminim ben."
James bir yandan sırtıma eliyle beni rahatlatmak için daireler çizmeye devam ediyordu.
Ağlamaklı bir sesle "James tüm hücrelerimin bir şeye ihtiyacının olduğunu hissediyorum. Boğazım çok kuru ve acıyor. Bana ne oluyor böyle?" diye sordum.
"Sana bunu söylediğim için benden nefret edeceksin ama bedeninin şu anda kana ihtiyacı var. Yeni uyandığın için yoksunluk çekiyorsun. Biraz kan içersen kendini daha iyi hissedeceksin."
"James ben kan içemem. Hatırlamıyor musun? Benim karşımda beslendiğin zaman ne kadar kızmıştım sana. Şimdi ben de senin gibi mi oldum?"
Rahatlatıcı bir tonda, "Benim güzel küçük kelebeğim. Artık bir vampir olduğunu ne kadar çabuk kabullenirsen yeni hayatına da o kadar çabuk uyum sağlarsın. Unutma sen bir savaşçısın. Bir savaşçı mücadele etmeden hiç bir zaman pes etmez. Şimdi bana savaşacağına dair söz vermeni istiyorum. Benim güzel Hera'ma da bu yakışır ancak," dedi.
James'in sözleri şu anda hissettiğim çaresiz durumdan kurtulmak için içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Başımı, dayadığım göğsünden kaldırarak gözlerinin içine baktım. "Tamam pes etmek yok. Savaşacağım."
James memnun bir şekilde sırıtarak vampir dişlerini gösterdi. "Aferin benim sevgilime."
Ayağa kalkıp buzdolabını açtı. Dolaptan çıkardığı kan poşetini kesip açarak tamamını bir bardağın içine boşaltıp bana uzattı.
"Bunun hepsini içmeni istiyorum. Sonra kendini daha iyi hissedeceksin, sana söz veriyorum."
Çekinerek uzattığı kan dolu bardağı elime aldım. Kanı görünce midemin bulanacağını düşünüyordum ama tam aksi oldu. Kokusu burun deliklerimin içine girince birden çok susadığımı hissettim. Öyle ki bardağı kafama dikmemek için kendimi zor tutuyordum. Yine de kendimi zorlayarak sadece bir yudum aldım. İçtiğim kanın vücudumda dolaşarak tüm hücrelerimin içini doldurduğunu hissettim. Sanki kanı içmeden önce boştum, şimdi kanla birlikte bütünleşmiş, dolmuştum. Elimdeki bardağı yudum yudum içmeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Nefes (TAMAMLANDI)
VampireKararlı ve duygusuz olduğuna güvendiğim sesle, "Onları serbest bırakmak için ne istiyorsun?" diye sordum. Fazla düşünmeden soruma yanıt verdi. "Seni!" Tek kelimelik bu cevap tam da duymak istediğim şeydi. "Gel de al o zaman orospu çocuğu. Arkada...