Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
~
"Yine geleceğim."
Sena ile birbirimize sıkıca sarıldık ayrılmadan hemen önce. Ben koridorun ortasında kalırken o mecbur olduğu adama yürüdü. Yamaç'a. Elimden bir şeyin gelmiyor oluşuysa beni perişan etti. Yalnızca arkasından bakabilmiştim tek dostumun. Ne acı. Geleceğini söylüyordu ama belki de gelemeyecekti. Attığı ve atacağı her adım o adama bağlıydı. Onun gibi özgürlüğüne düşkün bir kadın için ne fena bir durumdu bu!
Sena Yamaç'ın yanına yaklaştığı sırada Levent de arkadaşından ayrılıp bana doğru yürüdü. Onun büyük adımlarının yanında Sena'nın adımları küçük kaldı. Bu nedenle Levent Sena'nın benden gidişinden daha hızlı gelmişti bana.
Yamaç Sena'nın elini tuttu. Bu zamana kadar kimsenin tutamadığı o eli kolayca kavrayabilmiş olması bana dokundu. Bakışlarım arkadaşıma kaydı fakat Sena'nın gözleri yerdeydi. Onun yanında mutlu değildi. Farkında değil miydi Yamaç? Madem seviyordu, görmüyor muydu sevdiği kadına ne yaptığını?
Yamaç baş selamı verdikten sonra Sena'yı da peşinden sürükleyerek gözümüzün önünden yok oldular. Sena Yamaç'ın adımlarına elbette ayak uyduruyordu ama benim için onları öyle görmenin anlamı farklıydı çünkü arkadaşımı tanıyor ve hislerini biliyordum. Onun için üzülmek dışında elimden bir şey de gelmiyordu üstelik.
"Eğer annen müsaitse,"
Levent'in varlığını yanımda konuştuğunda hatırlamıştım. Beni sabırla beklemiş olsa gerekti ve sonunda baktı ki ben konuşmuyorum, söze o girdi. Ona döndüm. Kabalık olarak algılar mıydı bilmiyorum ama sözünü kestim.
"Geldiğin için teşekkür ederim Levent. Kafeteryaya inelim mi?"
Bir yanıt vermek yerine beni başıyla onayladı. Birlikte asansöre ilerledik. Yalnız olsam ya da az önceki gibi yanımda Sena olsa merdiveni tercih ederdim. Fakat Levent benim için hala bir yabancıydı. Beni onayladığında ona ayak uydurdum ve sessiz kaldım.
Asansör hızla bir alt kata indi ve kapıları iki yana açılırken ince bir ses çıkardı. Bu hastanede her şey lükstü aslında. Asansörün aynalarının kenarlarında ledler vardı ve hareket ettikçe klasik müzik çalıyordu. Katlara geldikçeyse hangi bölümün var olduğunu dile getiren başka bir ses duyuluyordu. Hastanenin kafesi ya da kafeteryası her neyse orasının da dışarıda herhangi bir restorandan farkı yoktu.
Bir çok loş aydınlatmayla aydınlatılan tavan aslında bir şeyle kapalı değildi. Metal, irili ufaklı, dikdörtgen ve silindir bir çok şeyle vardı. Sanırım bunlar havalandırmaydı. Kötü görünmüyor, aksine oldukça iyi duruyordu. Masalar ve sandalyeler açık ve koyu dengesini koruyarak ahşaptı. Duvara yakın olanlarda turuncu deri koltuklar da eklenmişti.