Miran'dan
Aklımda hâlâ çözemediğim soruların cevabı ile bir sabaha daha uyandım. Yeni uyananlar lavaboya girip çıkıyor, etraftaki sessizlik büyük bir gürültüyle hıncahınç doluyordu. Birileri kahvaltıyı hazırlarken birileri sabahın bu kör vaktinde konuşacak kadar enerjilerini toplamışlardı bile. Benim geceden sabaha takatim bile kalmamıştı oysaki. Gözüme bir parça uyku ya girmiş ya girmemişti.
Söylemeli miydim yoksa söylememeli miydim ikilemi ile dolanıp durmuştum yatakta akşamdan sabaha.
Söylemesem başka birinden duyması daha acıtıcı olurdu. Güvendiği dağlara kar yağabilirdi. Söylesem tepkisi ne olurdu kestiremiyordum. Bunca aydan sonra mı söylemek aklına geldi dese nasıl bakardım gözlerine bilmiyordum.
Bilmemek mi yoksa bilmek mi? Omuzlarıma yüklenen ikilemin bende oluşturduğu ağır hasarla baş başaydım.
Bir yanım yap gitsin diyordu. Bir yanım ya senden kopup giderse diye çığlığı basıyordu.
Doğru yaptığıma inandığım yanlış mı yoksa yanlış yaptığıma inandığım doğru mu?
Etraftaki uğultular benim sessizliğimde boğuluyordu adeta. Kendi iç dünyamla o kadar büyük bir savaş içindeydim ki o dünyadan çıkışım omzuma dokunan bir el sayesinde olmuştu. Başımda dikilen kişi üniforması üzerinde olan gençten bir gardiyanın kendisiydi. Uzandığım yatağımdan kalkarken gardiyan hoş olmayacak şeyler mırıldanıyordu. Kulağıma gelmemesi ise imkansızdı.
"Ayakta uyuyor paşam. Sabahtan beridir boşuna mı sesleniyoruz sana? Kalk hadi."
Uzandığım için dağılan eşofman üstümü üstünkörü düzeltirken ayağa kalktım ve benden kısa olan gardiyana bakarak konuştum.
Buraya beni uyandırmaya gelmemişti nihayetinde. Bir durum olmalıydı.
"Hayırdır? "
Tavrıma karşı sert bir üslupla beni cevapladı.
"Müdür odasına çağrılıyorsun. Bana iletilen bu. Hazırsan gel."
Leyla'ya gidecektim. Ondan da akıl alırdım. Ben düşünme yetimi kaybetsemde o beni düştüğüm karanlıktan çıkaracak bir aydınlık bulur, yüreğimi ferahlatırdı. İyi geliyordu bana. Yine iyi gelirdi.
"Müsaade edersen bir elimi yüzümü yıkayayım."
İtiraz etmeksizin başını salladı.
"İyi ya. Çabuk ol. Kapının önündeyim. Fazla uzatma."
Başımı usulca sallayıp doğrudan lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Havlu ile kuruladıktan hemen sonra ise aynadan kendime doğru baktım. Uykusuzluktan ortaya çıkmış göz altı torbalarım ve dağılmış saçlarım durumun vehametini ortaya koyar nitelikteydi. Alt üst eşofmanımı dün duş aldıktan sonra değiştirmiştim. Bu yüzden değiştirip kimsenin bakışlarını üzerime çekmeye gerek yoktu. Sonuçta sıradan bir mahkumdum. Aşığına koşacak bir Mecnun olduğumu kimse bilmiyordu tabi. Bilmeseler onun için daha iyi olurdu. Mesleğini benim için riske atmasını asla istemiyordum.
Mesleği onun altın bileziğiydi. Benle ya da bensiz güvencesiydi, ayaklarının üzerinde durmasını sağlayan yegane şeydi. Özgürlüğüydü. Ben onun sebebi olmak istemezdim.
Evet, ne kadar hor görülüp aşağılanmış olsamda koca bir servetin pay sahiplerinden biriydim ama o zenginliği bir tarafa öteleyip okumak isterdim. Aynı abim gibi..
Üvey ama özden farksız Ardıl abim gibi okumak isterdim. Elimde sadece ehliyet almama yarayacak bir ortaokul diploması ile okul hayatım sonlandırılmıştı. Lise, üniversite hak getireydi. Bu bile benim için fazlaymış. Öyle demişti damarlarımda onun kanı akan babam. Üvey annem ise okula benimle gitmek isteyen abime okumak istemiyormuş, zorla mı gelecek seninle diye bir hikaye uydurmuştu. İtiraz etsem zaten özgüven eksikliği yaşarken yine aşağılanacaktım. Yediğim dayakla, içime attığım laflarla kalacaktım yine ortada. Bu yüzden ağzımdan ne olumlu ne olumsuz bir laf çıkmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARA
RomanceBenim adaletimin terazisi vicdandır diyen bir adamla hayat bana hiç adil davranmadı diyen küçük bir kadının hikayesi... Bütün umutlarını bir avuç taş yığınında yitiren yüreği yaralı bir adam Hâkim Korhan Atmaca ve sevdiği adamın tecavüzüne uğrayıp...