🥀42. Bölüm🥀

4.6K 352 74
                                    

Miran'dan

Hayat'la Leyla'nın odasında konuşmam çok iyi geçmişti. Beklediğim gibi tepkiler vermişti kardeşim. Üzüleceğini tahmin edebiliyordum ama bu yine de onu üzeceksem ben üzeyim şimdi mantığından kurtaramamıştı beni. Başlangıçlarda bitişlerde dudaklardan çıkan kelimelerde gizliydi. Biz yeniden başlıyorduk. Yalan olmadan, gerçekler ayan beyan ortadayken.

Ben buradan çıkınca onu yanıma almakta tereddüt etmeyecektim. Biri bir şey der,aklını bulandırırsa diye hiç kafayı yemeyecektim. Konuşmuştuk. Gerçi ben anlatmıştım, o ise susmuştu. Karakteri gereği zaten fazla konuşmazdı zaten. Ama o gözleri..

O gözler türlü türlü şeyler söylemişlerdi de yok saymıştım. En basitinden bana değer mi değmişti? Üç günlük kardeş için kendi düzenini, ismini, sicilini kirletmeye değer mi?

Değerdi. İnsan bu dünyada ailesi olarak bildiği tek kişi için neler yapmazdı ki? Kim takardı ismini, cismini. Ben böyle yapmıştım.

Bazı şeylerin öncelik sırası hiç değişmezdi çünkü. Ben küçücük yaşımda türlü zorbalığa, sözlü tacize uğramıştım. Avucunu açıp şeker isteyen ama şeker istediği için tövbe edene değin eşek sudan gelene kadar dayak yiyen o çocuktum. Ben bilirdim elbet kimsesiz olmayı, başının eğik oluşunu, o çaresizliği..

Ben yaşamıştım yaşamasına ama buna rağmen onu bu dünyanın çirkin yüzüyle tanışmaktan koruyamamıştım. En çok kendime kızıyordum. Yetişemediğim, elimden o ana değin bir şey gelmediği için..

Kendimce korumuştum işte. O küçük çocuk o yaşta bitkinlikten, kan ve gözyaşından kaldıramadığı yumruğunu, savunamadığı kendini koskoca adamken kardeşi için yapmıştı.

Hayat gözlerimin önünde ağlamıştı. O gözyaşlarını silemiyordum ya, müsebbibi bendim. Bir iti dünya üzerinden kaldırmıştım ama kardeşimin korkularını üstünden atması o kadar kolay olmayacaktı.

Dayısı olduğum el kadar bebek..

Ben o ikisi için savaşıyordum. Evet, Leyla vardı ama insan önce can sonra canan derdi. Üçü için mücadele ettiğim günlerde gelecekti pek yakında.

Kardeşimi kollarıma alamamıştım ama Hayal'i kucağıma vermişlerdi. Onu öpmüş, ona sarılmıştım. Hele bir buradan çıkayım. En iyi terapistlerle çalışacak ama kardeşimi gizlendiği o mağaradan gün ışığına çıkaracaktım.

Gün yüzü görmemiş kardeşim aydınlığa vakıf olacaktı.

Hayat'ın gidişinin ardından Leyla'nın odasından çıkmamıştım. Onunla da bir şeyleri paylaşmaya niyetim vardı. Tabi iki arada bir derede onunla zamanımı geçirmek istediğimi söylememe gerek yoktu sanırım.

Özlemiştim. Leyla bilinmedik ama aynı zamanda tanıdık bir memleketti benim için. Onunla sokaklarında geziniyor, soluklanmak için ise bir yerlerde ara ara duruyorduk. Hiç yorulmuyordum keşfetmekten. Yolun biteceğinden ise korkmuyordum. Çünkü onun yolları ekseriyetle bana bağlanıyordu zaten. Kayıp olma imkanımız yoktu.

Leyla'nın bir an önce bu odaya ayak basmasını isterken bu dileğim çarçabuk kabul oldu. Leyla yine en güzel haliyle odadan içeriye giriş yaptığında bana gelmesini bekledim. Bir elimi uzatıp onu beklerken avucumun içine konan eliyle sakin bir şekilde onu kucağıma çektim.

Saçlarını, gül yüzünü, boynunu sıra sıra öptüm. O ise bu sırada hiç konuşmadı. Ara ara hızlanan nefesleri, alçalıp yükselen göğsü durumdan ne kadar memnun olduğunu belirtir nitelikteydi. İki bacağımın arasına sığdırdığım bedeniyle saçlarımda usulca dolanan elleri onun gerdanında, tatlı sinesinde uyuma isteği uyandırıyordu.

MARA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin