Sabahın köründe daha karga bokunu yemeden okuldaydım. Bugün yeni okul yılımın ilk günüydü ve ne hikmetse okulda sınıflar karma yapılmıştı. Dün gelen mesaj ile tüm öğrencilerin tören ve sınıf düzenini öğrenmesi için erken saatte çağırılmıştı. Tören faslı her zamanki gibi sıkıcı geçmişti. Müdür her zamanki gibi bize iyi dileklerini getirmiş ve sınav senesine giren son sınıflar için bir sürü tavsiye vermişti. Seneye onların yerine geçecek olmamız beni bir miktar üzüyor, bir miktarda mutlu ediyordu. Sonunda liseden kurtulacak ve hayatımın en heyecan dolu yılları olacağını umduğum üniversiteye gidecektim. Okulun giriş katında panolara asılı olan bir sürü A-4 kağıdına bakınıyordum. Kör kalana kadar bakınırken Alp yanıma yanaşmıştı. Ne zaman geldiğini fark edemememle birlikte elini omzuma koydu. Suratında olan alaycı tavırlara rağmen modu düşükmüş gibi gösteriyordu.
"Kanka günaydın sana kötü bir haberim var."
Sadece diyeceği şeye odaklanıp kaldırdığı işaret parmağını direkt bir kağıdın üzerine koymuştu. Elini takip edip koyduğu yere baktım. Kendi adımı gördüm. 11-E. Yeni sınıfım. Sonra tekrardan ona baktığımda hala yüzü aynıydı. Ne çeviriyor bu çocuk? Sesimi biraz gür çıkarmış omzumu çürüten elini ittim.
"Ne var oğlum? Seninle aynı sınıftayım diye mi üzülüyorsun? Bu tavırlar ne böyle?"
Sonra elini kaldırmamıştı listeden. İttiğim eli ile ağlıyormuş gibi gözlerini ovuşturdu. Ben de ne varmış bu listede der gibi isimlere
bakındım. Alp Şahin onu gördüm ama kalan isimlere de bakınmadan edemedim. Tanımadığım çok fazla insan vardı bu listede. Sonra bir isim gördüm ki kan beynime sıçradı."Lan Öykü Ateş. Lan Öykü Ateş!!!"
Listedeki elini indirip kahkaha atmaya başladığında sinirimin son damlasını da harcayana kadar onun adını sayıklamaya başladım. Öykü Ateş, benim biricik ezeli homofobik düşmanım. 9 ve 10. Sınıfta onunla sadece seçmeli dersler ki bana göre uyku saatlerinde denk geliyordum. Okulda çıkan dedikodu ve benim yönelimimi rahat yaşıyor olmamdan mıdır bilinmez ama sürekli laf sokuyordu. Tabii o zamanlar uykulu halde bir şey diyemiyordum ona ama şu an günün 8 saatini uyuyarak geçiremeyeceğim için bir nebze bile olsa ona karşılık vermem lazımdı.
"Sınıfımı değiştirmem lazım. Ben Tarık Hoca'nın yanına gidiyorum."
Koridorun orada bıraktığım Alp'in sinir bozucu kahkahaları git gide uzaklaşırken benden büyük bir çaba ve hırsla Tarık Hoca'nın odasına gitmek için merdivenlerden çıktım. Odasına hışımla girip kapıyı çalmadım.
"Hocam beni Öykü ile aynı sınıfa koyamazsınız, yemin ediyorum kan çıkacak orada."
Odaya direkt hocanın gözlerinin içine bakarak girdiğim için karşısında duran Öykü'yü görmem her ne kadar zamanımı almış olsa da onun sesi kulaklarıma geldi.
"Hocam rica ediyorum beni Alya ile aynı sınıfa koymayın."
Hayatım boyunca Öykü ile aynı sınıfta olacağım asla ama asla aklımın ucundan geçmezdi. İkimizde aynı durum için hocanın ayaklarına kapanacak konumdaydık. Tabii normalde bizle eş giden canım hocamız şimdide bize zıt gidiyordu.
"Arkadaşlar bakın, sana da söyledim Öykü ne yazık ki sınıf değiştirmek gibi bir şey ciddi bir durum. Her öğrenci gelse bana böyle o zaman ne anlamı kalır ki karma sınıfların."
Adama hak vermiştim. Çok sıkıntılı bir durumdu ama tüm okul benim Öykü ile kanlı bıçaklı olduğumu biliyordu. Her ne kadar insanlar bizim laf dalaşımıza şahit olmuş olsa da şu anda manyaklar kavga edeceğiz diye bahis bile koyuyorlardır ortaya. Evrene ne vermem lazımdı ondan kurtulmam için diye düşünürken zilin çalması ile hoca ayaklanmış ve bizi kışkışlamaya başlamıştı.
"Hadi arkadaşlar senenin ilk dersi geç kalmayın. Hadi yeni sınıfınıza. İyi anlaşmaya bakın."
Biz de apar topar kapıya koyulmamızın ardından birbirimize bakakaldık. Yeni sınıf arkadaşım, canını sevdiğim Öykü Ateş umarım bu sene bana sataşmaz diye düşünürken dakika bir gol bir hesabı lafını sokmuştu.
"Bana bak Alya sakın ama sakın bana diklenme yoksa okulda canını okumak zorunda kalırım."
Ona doğru adımlayıp tehditkâr bir şekilde salladığı işaret parmağını tuttum. Önümden çekilmesini sağlayarak onu boydan boya süzdüm. Tanrım bir insan nasıl hem bu kadar güzel hem de bu kadar aptal olabiliyordu bilmiyorum. Al al yanakları, pürüzsüz bir cildi, iri ve bal rengi olan gözleri, turuncu uzun saçları vardı. Benden beş santim kadar kısaydı ve zayıftı. Fakat ben onun aksine siyah kısa saçlara, kahverengi ve hafif çekik gözlere, az biraz da kaslı bir vücuda sahiptim. Eğilip aramızda az mesafe kalana kadar yaklaştım ona.
"Benden o kadar nefret mi ediyorsun Öykü?"
Bir şey diyemiyor yerinde kalmıştı. Kaçıp gidebilirdi. Ya da Tarık Hoca'nın odasına sığınabilirdi. Ama hiçbir şey yapmıyordu. Tatlıydı. Ne? Hemen geri çekildim ve ona aşağılayıcı bir şekilde baktım. Sanırım benden bir karşılık aldığı için donakalmıştı. Alaycı bir tebessüm ile onu yerin dibine sokmaya karar verdim.
"Bunu evet olarak kabul ediyorum. Neyse eğer nefret ediyorsan dikkat et çünkü nefret ve aşk birbirine çok yakın iki his."
Ellerini önünde kavuşturdu. Başını sağa eğerek benim gibi alaycı bir gülümseme takındı.
"Senin gibi iğrenç bir zihniyetliye aşık mı olacağım? Özür dilerim, hislerin karşılıksız. Biliyorum bana aşık olduğunu."
Uzun koridordan sınıfıma gitmek için ilerlemek üzere yola koyulmuşken arkamı dönüp ona baktım ve omzumda asık olan yandan çantamın sapını tuttum.
"Dikkat ette senin hislerin karşılıksız olmasın, çünkü benim ne nefretime ne de sevgime layıksın. Ayrıca tipim bile değilsin."
Sonra çok büyük bir şey başarmışım gibi havalı bir şekilde sınıfa doğru ilerledim. 11. Sınıflar 3. kattaydı. Merdivenlere yavaş yavaş çıkarken aklımda olup biteni ve dediklerimi düşünmeden edemedim.