Küçük Aden araba yolculuklarını severdi. Bugün şehrin en büyük sanat kurumlarının birinden büyük bir resital vardı. Piyano çalacak olan kişi dünya çapında ün salmış olan bir piyanistti ve onu canlı bir şekilde dinleyecek olması onu mutlu ediyordu.
Ama asıl çabası ne araba yolculuğunun verdiği mutluluk ne de resitaldi. Tek mutluluğu iki haftadır ayrı ortamları paylaşmaya çaba gösteren anne ve babasını sonunda aynı ortama sokabilmekti. Keza arabanın arka koltuğunda gökyüzündeki pembe pamuklara bakarken anne ve babasının barışma niyetinde birkaç kelam kurabilmesi dileğiyle yanıp tutuşuyordu. Elinde sımsıkı tuttuğu kahverengi ayıcığa sarıldı ve dileğini her saniye içinden tekrarladı. Lütfen annem ve babam barışsın.
Piyanisti görme belki de annesi aracılığı ile yüz yüze tanışma ihtimalini de göze alarak en güzel elbisesini giymiş ve annesinin aldığı yapay çiçeklerden yapılan tacını da takmıştı. Gelinler gibi çok güzel olmuştu. Evinden çıkmadan önce annesi aynanın karşısında ona bunu söylemişti.
Annesi ve babası birkaç hafta önce hiç olmadığı kadar büyük bir tartışma yaşamışlardı. Babası salondaki pek rahat olmayan koltukta, annesi de tek başına yatak odasında uyumaya başlamıştı. Babası günün en erken saatinde işe gidiyor ve gece geç saatte geliyordu. Annesi de artık eskisi gibi pazar günleri büyük aile kahvaltısı hazırlamıyordu. Akşam da yemeğe eşini beklemiyor sadece kendisi ve kızına göre yemek porsiyonlarını hazırlıyordu.
Aden küçüktü. Bir elinin tüm parmaklarını göstererek herkese yaşını eliyle gösteriyordu. Sadece beş yaşındaydı ama içinde bitmek bilmeyen bir piyano sevdası vardı. Annesi ona daha çok küçük yaşta notaları öğretmişti. Hatta bazı geceler kızının daha rahat uyuması için piyano çalardı ona. Küçük Aden'in parmakları daha çok küçük olmasına rağmen annesini feyz alarak basit birkaç klasiklerden sayılan müzikleri çalardı. Annesinin her zaman yüzünde oluşan o gururlu gülümsemeyi görmesi ise onu daha çok cesaretlendirirdi.
Annesi eski piyanistlerdendi. O zamanlarda herkesin gittiği opera salonunda birkaç kere Aden'in babasını görmesiyle geri dönülemeyecek kadar büyük olan aşkı beslemişti içinde. Aden'in babası ise o dönemin varlıklı ailelerinden birinde yaşıyordu ve sadece gelecekteki eşini yani Aden'in annesini piyano çalarken görebilmek için tüm resitallerin gününü ezberlerdi. Babasının bir demet papatya ile kuliste karşısına çıkmasıyla birliktelikleri başlamıştı. Dillere destan aşklarını evlilik ile süslendirmişlerdi. Uzun süre çocuk planı yapmayan çift, Aden'in doğumuyla planlarının suya düşmesini izlemişti. Babası, ailesinden kalan şirketi devralmıştı. İş adamı olmuş ve çoğu bekar kızın gözdesi haline gelmişti. Annesi ise eşinin aksine çocuğunun olmasını her zaman istemişti. İstemişti çünkü kendisi yakın bir arkadaş istiyordu. Piyanoyu çocuğuna öğretebilmek istiyordu. Aden'i doğurduğunda resitallere ara verdi. Tüm odak noktası biricik kızı oldu.
Aden'in annesi kısık bir ses ile konuştu.
"Seninle şu an buradayım diye beyaz bayrak çekmiş değilim. Aden'im istedi diye seninle aynı ortamdayım."
Babası ise gözlerini yoldan ayırmadı.
"Biliyorum ancak kaç kere daha demeliyim bilmiyorum. O kadın ile aramdaki her şey bitti. Neden bu kadar inatçısın anlamıyorum."
Kadın dirseğini kapıya yasladı.
"Güven dediğin şeyi yıktın sen Kerem farkında mısın?"
Adam kravatını gevşetti bir eliyle.
"Güvenini geri kazanmam için ne yapmam lazım?"
Kadın aşkının nefrete dönüşünü izledi. Gözleri ise bomboş olan ağaçlı yoldan ayrılamıyordu.
"Kazanamazsın. Senden sadece tek istediğim boşanma evraklarını imzala artık."
Adam'ın telefonu çaldığında tüm gözler ona döndü. Aden ise ısrarla çalan bu telefona kayıtsız kalamadı ve sordu.
"Baba kim arıyor?"
Annesi atıldı. Ekrana baktı ve yine o ismi gördü.
"Tuğçe arıyor. Aç kızmasın şimdi nerelerdesin diye."
Kerem, eşinin elinde tutup sinirle salladığı telefona uzanmaya çalıştı.
"Lina ver şu telefonu!"
Lina vermemekte ısrarcıydı. Telefonu en uzak yerde tutmaya özen gösteriyordu.
"Bir de utanmadan güvenimi kazanmak istediğini söylüyorsun. Yalancısın Kerem."
Telefonu sonunda kapandı ancak Lina hala sinirliydi. Kerem'in telefonuna mesaj geldi. Lina ise hiddetlendi ve aracın içinde bağırmaya başladı.
"Aşkım eşyalarını topladıysan yarın atla gel bana! Allah allah görüşmüyorsan nasıl seni evden kovduğumu biliyor?!"
Kerem hem arabayı kontrollü bir şekilde kullanmaya gayret ediyor hem de Lina'nın elindeki telefona uzanmaya çalışıyordu.
"Lina, verir misin telefonu?!"
Küçük Aden ise kararından pişman olmuştu. Onları asla aynı çatı altında birleştiremeyecekti. Belki de bunu kabullenmesi lazımdı. Çünkü zamanında iki kadeh şarap eşliğinde birbirine aşk dolu sözler söyleyip gözleri parlayan annesi ve babasından geriye kanlı bıçaklı iki düşman kalmıştı. Al yanaklarını ıslatan gözyaşlarına aldırış etmeden kararından geri döndüğünü söylemeye çalıştı.
"Eve gitmek istiyorum ben."
Annesi ise arkasını dönüp kızının saçlarını okşadı.
"Küçücük kıza yarattığın etkiye bak Kerem. Memnun musun bundan?"
Adam derin bir bir nefes aldı. Sabır diledi.
"Sen istedin doğurmayı. Ben değil."
"Senin için mi doğurdum zannediyorsun? Onu en iyi piyanistlerden biri olmasını sağlayacağım. En yakın dostum o olacak."
Kerem'in telefonu tekrardan çaldığında Lina yine aynı ismi gördü.
"Tuğçe arıyor."
Arabanın camını açtı. Fırlatmak istedi telefonu. Kerem, Lina'nın elindeki telefona ulaşmak için uzandı ki karşılarından gelen araç ile kafa kafaya çarpıştılar...