Okulun ikinci günüydü bugün sabah annem ile babam valizini hazırlamıştı. Bana iş seyahatine çıkacaklarını ve yaklaşık olarak 2 ay gelemeyeceklerini söylemişlerdi. Liseye başladığımdan beri hep böyle oluyordu o yüzden alışmadım desem yalan olurdu. Yeni okul senemin ikinci öğle arasında da kuru kuru ve kaşarlı, ama kaşara dair herhangi bir malzeme barındırmayan, tostumu yiyordum. Tabiki de ayrılamaz parçası olan şeftalili meyve suyumda ona eşlik ediyordu. Alp ve Çilem de köfte ekmek yanına da ayran almışlardı. Umarım cidden yedikleri şey köfteydi. Sabah olan ilk dört saat sadece sayısal dersler görmüştük. Bünyemiz bunu kaldıramıyor olacaktı ki hiçbirimiz konuşmuyor gariban gariban yemeğimizi yiyorduk. Bu sırada asla öğle aralarında kantinde oturmayan Öykü Hanım da kantindeydi. Benden en uzak noktada oturuyordu, bana arada dik dik bakıyordu. Ben de ona arada bakıp ne var der gibi başımı sallıyordum. Bu kız net bir şeyler çeviriyordu. Neyse yakında kokusu çıkardı. Elinde telefonu ile yanımdaki boş sandalyeye oturan Çilem telefonu bana doğru uzattı. Komik bir video izletecekti ki telefonu kapatıp bana baktı.
"Sen parfümünü mü değiştirdin?"
Üstümdeki hırkayı kokladım. Bana gayet normal kokuyordu. Benim her zaman kullandığım parfümdü bu.
"Hayır kanka her zaman sıktığım koku bu neden ki?"
Çilem omzuma doğru eğilip tekrardan kokladı. Gözlerini sıkıca yumdu.
"Bu koku bana bir yerden tanıdık geliyor."
Alp'te ayaklanıp diğer taraftan o koklamaya başladı. İkisi de durup beni kokluyorlardı. Alp aniden bir şey bulmuş gibi işaret parmağını kaldırdı ve aldığı ayrandan yudum alıp bana baktı. Durup yerinde doğruldu. Gözlerini etrafta bir dolandırdı ve sinir bozucu bir ses tonu ile konuşmaya başladı.
"Sen neden Öykü gibi kokuyorsun?"
Öykü mü? Yan yana dahi gelmediğim insanın kokusunu nasıl taşıyabilirdim aptal arkadaşım. İkisini de başımdan savdım ve çevirdikleri saçma muhabbete ve şakalarına dahil olmak istemiyor olsam da susamadım ve hızla masadan kalktım, yumruğumu masa ile sert bir şekilde birleştirip onlara baktım.
"Kimden bahsettiğinizin farkında mısınız acaba? Onunla aynı havayı solumak bile bana bu kadar zor gelirken bana gelmiş onun kokusunu taşıdığımı söylüyorsunuz."
Çilem ortama bir bakış atıp elimden tutup beni yerime oturtma çabasına girmişti. Yemeğini bitirmişti. Alp ise yaptığım çıkışım yüzünden boğulmaktan son anda kurtulmuştu.
"Alya sakin ol dalga geçiyoruz."
Bu tür şakalar hoşuma gitmiyordu. Her şeyimle dalga geçilebilirdi ama söz konusu Öykü olduğunda beynime kan sıçrıyor karşımdaki insanı tanımıyor oluyordum.
"Bu tür şakalar yapmayın rica ediyorum."
Yerime geçmek yerine sınıfa gittim. Sırama oturup kafamı masaya dayayacaktım ki kapının açılma sesi ile bakışlarımı ister istemez oraya çevirdim. Gelen kişi Öykü'ydü. Bir şey demeden kafamı cam tarafına çevirdim. Havalar artık yavaş yavaş soğuyordu o yüzden mont giymeye başlamam lazımdı. Yaşasın, kutup ayısı olma vaktim gelmişti. Görüş alanımın dışında olan seslere bakacaktım ki Öykü yanıma gelmiş ve oturmuştu. Kalkıp ona baktım.
"Ne istiyorsan söyle. Sinirimi senden çıkarmak istemiyorum."
Utangaç bir tavırla bana baktı. Göz temasından kaçınan biri olmasına rağmen şu anda bana bakıyordu.
"İyi misin? Kantinde baya esip gürlüyor gibiydin."
İyi miyim? Öykü. Ateş. İyi. Miyim. Diye. Soruyor. Bugünü acilinden takvimlere eklemeliydim. Bayram niyetine kutlanması lazımdı. Bu kızı ne ara benim iyi olup olmadığımı merak etmeye başladı bilmiyorum ama sanırım içten içe mutlu da olmuştum. Hayır susmayacaktım. Hemen öyle aramızdaki buzları eritme taraftarı değildim. Hatta hiç erimesin daha iyiydi.
"Ne ara benim iyi olup olmadığımı merak etmeye başladın merak ediyorum açıkçası?"
Ellerini masaya koymuş uzun tırnakları ile oynamaya başlamıştı. Bakışları sınıfın tahtasındayken bana çevirdi bu sefer ama ben konuşmasına fırsat vermedim.
"Yanımdan kalkıp gider misin? Maazallah şimdi benle oturuyorsun diye lezbiyen falan olursun. Sonra senin bağırmalarını çekemem."
Yanımdan kalkmak üzere ayaklandığında yerdeki çantamı alıp üzerime attı. Ya sabır. Sene sonu sinir hastası olarak hastaneye yatmazsam iyiydi.
"Aman be iyi olup olmadığını merak edende kabahat."
Çantayı üzerimden kaldırıp masaya attım. Benden uzaklaşan bedenin kolunu tutup masaların birine oturttum. Kolunu ne kadar sıktığımı fark etmemiştim ama acı içinde inlediğinde bıraktım. Çenelerimi kastığım için sinirle ateş püskürür gibi konuştum.
"Bak bana sataşma. Senden nasılsın diye şeyler duymak istemiyorum. Benimle muhatap olma. Cici cici bir yılı uzak bir şekilde kapatıp kendi yollarımıza bakalım."
Okul duvarındaki saate baktığımda öğle arasının bitmesine daha 15 dakika olduğunu gördüm. Sınıf kapısını itip çıktığımda omzuma çarpan kişiye baktım. Tanıdığım biri ise içimdeki bu belirsiz nefreti ona kusacaktım. Baktığımda çelimsiz bir çocuk görmemle beraber bir şey yapmama kararı aldım. Okulun bahçesine çıkma kararı almış ve hızla bahçeye gidecekken büyük bir erkeğin sesi ilişti kulağıma. Sesin geldiği yöne baktığımda Tarık Hoca'yı gördüm. Hocam siz bu sene asıl sabrımı sınayan kişisiniz. Onun olduğu tarafa doğru olabildiğince sakin ilerlemeye çalıştım. Etrafta şu an benim sinirimi bozan o kadar çok şey vardı ki... Ortaokul zihniyetinden çıkamamış ve etrafta koşuşturanlar, bağıra bağıra küfür edenler vs. Okulu küle çevirmek istiyordum. Tarık Hoca'ya ise ayrı uyuz oluyordum. Geçen sene ona sürekli dertleşmeye giderdim. Haliyle Öykü ile aramda olan olaylara, yönelimime hakimdi. Bunu göz göre göre benimle aynı sınıfa yerleştirmesi... Yüzüme yalancı bir tebessüm takınıp sakin kalmaya çalıştım.
"Tünaydın Alya."
"Tünaydın Hocam. Bir şey mi olmuştu?"
Bu adam bana takıktı. Halbuki ders notlarım gayet yerli yerindeydi, hiç kavgam gürültüm de olmamıştı.
"Biliyorsundur belki bu sene sınıf hocanız ve müzik hocanız benim."
Pek umrumda değildi ondan şaşırmış gibi davrandım.
"Öyle mi hocam haberim yoktu."
Siyah çerçeveli gözlüğünü düzeltip keçi sakalını ovmaya başladı ve kollarını göğsünde bağladı.
"Neyse bu zaten pekte umrunda değildir. Seni şey için çağırdım, bugün atölyeye gidip eşyalara biraz çeki düzen vermeni istiyorum."
Hemen beynimde ders programını canlandırdım. Kalan 4 saatin 2'si tarih, diğer ikisi de fizikti. İyi iyi güzeldi. 4 saat boyunca halletsem yine okuldan kaytarmış oluyorum. Yine çok umrumdaymış gibi davrandım.
"Hocam peki diğer dersler ne olacak? Yoklamalar işleniyor ya hani."
Hoca önemsizmiş gibi bir elini alıp salladı.
"Sorun etme izinli sayılacaksın öğlenden sonra. O yüzden eşyalarını da al atölyede dur arada kontrole geleceğim. Kaytarma."
Sonunda iyi bir şey başıma gelmişti. Gözlerimin parladığına emindim. İçimde şenlikler, düğünler vardı. Horon tepen, halay çekenler vardı. Hocaya teşekkür edip çantamı almak üzere sınıfa gittim.
Sınıftan çantamı alırken bizimkilere durumu özet geçtim. Bana ballısın gibi sözler söylediklerinde sınıftan çıktım ve bodrum katına indim. Atölye oradaydı. Kapıyı açtım ve içeri girdiğimde beni yoğun bir tiner ve yağlı boya kokusu karşıladı. Yüzümü hemen ekşittim. Şu an oksijene ihtiyacım vardı. O yüzden gidip camları açtım. Ardından da havalandırmaları çalıştırmak için sigortaları açtım. Şimdi az biraz nefes alabiliyordum. Şimdiden yorulduğumu hissettiğim için gidip ortada duran masadan sandalyelerin bir tanesini çekip oturdum. Bu sırada şöyle bir bakış attım. Cidden burayı tek başıma halledemezdim. Ardından kapının açılması ile yeni yeni dinen sinirim tekrardan kendini göstermeye başladı.