-33-

602 35 4
                                    

Gizem'in dağ evinde sadece bir gece geçirmiştik. Ertesi gün daha karga bokunu yemeden hepimizi evlerimize bırakmıştı. Sabah kahvaltısı yapmadığımız için hepimizin karnı kazınıyordu. Ayça yol boyunca Gizem'i bir yere gidip yemek yememiz için ikna etmeye çalışmıştı. Biz de ona destek çıkmıştık. Ancak canım arkadaşımızın çok önemli işleri varmış. İşi ise barına gelecek olan denetimmiş. Bu denetim işini Cenk'e bırakabileceğini söylediğimde ters tepmişti. Yok neymiş iş yeri sahibi olduğu için kendisi de orada olmalıymış. 

Benim evim daha yakın olduğu için ilk olarak beni bıraktı. Öykü'de gelmek istemişti benimle ben de hiç inkar etmeden ona evimin kapılarını açtım. Bir hafta bende kaldı. 

Bu bir hafta boyunca sadece aylak aylak uyumakla ve dizi film maratonu yapmakla geçmişti. Arada gülüyor arada ağlıyorduk. İyice deliye dönmüştük. O ağladıkça ben de ağlıyordum. Yemek yapmak konusunda üstüme tanımadığım için ona sevdiği yemekler yapmıştım. Tabii arada sadece kaytarmak için dışardan da yemek söylemiştik.

Bazı geceler beni uyku tutmamıştı. Ansızın kabustan kalkışlarım yüzünden sabahlama kararı almıştım. Beynimi yorup uykusuzluk yüzünden bayılmak belki de iyi gelir sandım ki cidden işe yaramıştı. Ancak saçma salak yerlerde keşke uyuyakalmasaydım dediğim de çok olmuştu. Mesela duş alırken sıcak suyun verdiği mayışma hissi yüzünden kaşla göz arasında uyuyakalmıştım.

Sabahladığım gecelerde ise yapacak bir şey bulamadığımız çok olmuştu. O gecelerin birinde kar yağmıştı. Hayatı romantize etmek adına kahvelerimizi alıp cam kenarına geçmiştik ve dışarıyı seyretmiştik. Kahvelerimiz bitene kadar ikimizde neredeyse hiç konuşmamıştık ama huzur dolu olduğumuza emindim. Çünkü yüzümüzden o aptal aşık gülüşü eksik olmamıştı. Kar yağışı hafiften dindiğinde dışarı çıkmayı teklif etti. Hayır diyemiyordum bu kıza. Beraber dışarı çıkmış deliler gibi kartopu savaşı yapmıştık. En sonunda neredeyse diz boyuna gelen kar katmanının üzerine kendimi bıraktım. Ve tahmin edin uyuyakaldım.

Bazı sabahlar ben erken kalmıştım. Öykü'ye incir reçelinin eksik olmadığı bir kahvaltı masası hazırladım. Bazı sabahlar o erken kalkmıştı ancak kahvaltı hazırlamamıştı. Beni seyretmişti. Ona göre bana baktığı her an unutulmaması ve eline geçtiğinde değerlendirmesi gereken altın değerindeki fırsatlarmış. 

Bazı anlar eskileri yaad ettik arada. Eskilerden kastım geçen yılları. Bazen yaptığımız hareketlere gülerek tepki verirken bazen de sadece susup uzaklara dalmıştık. Dalan kişi genelde Öykü'ydü. Çünkü bana sataşayım derken aslında ne kadar çok kendine yakıştırmadığı sözleri söylediğini fark ediyordu. Her ne kadar çok özür dilemesini istemesem de her fırsatta dile getirmişti özrünü. 

O gittikten sonra evdeki yokluğunu çekmeye başladım. Sanki bunca zaman onunla beraber tammışım ben... Ayrılmamış olsakta evde yoktu işte ve yalnız hissetmiştim. Yatağım buz gibiydi, içtiğim kahvenin tadı yok gibiydi. Kahvaltı yapmak ise yalnızlık hissime bir süs gibiydi adeta. Hele en çok kabuslarımdan kalkarken ve sarılmadığı anlarda eksikliği kalbimi ağrıtmıştı.  

Her ne kadar çok müziğim eksik olmasa da her anımda, yine de duvarlarda, odalarda yankılanan şeyin müzik değil de onun sesi olsun istemiştim. 

Yarın okul başlayacaktı. Kahvemi bir yandan yudumlarken bir yandan da sigaramı içiyordum. Telefonumdan sosyal medya bataklığına hapsolmuştum. Herkes oraya buraya giderken, ben bir yere gitmeden hayatımın en mutlu tatilini geçirmiştim. 

Telefonda deliler gibi takılırken ve kendimi kitlemiş haldeyken telefonum çalmaya başladı. Öykü'nün adını görmem ile gülümsemeden edemedim.

"Alya!!!"

Aniden bağırarak telefonu açtığında korkmuştum.

"Öykü bir şey mi oldu aşkım? İyi misin? Neredesin?"

Telaşlı bir halde bedenimden soğuk terler atmaya başlamıştım. Gerildim. Ancak mızmızlanır gibi konuşan Öykü'yü pürdikkat dinledim.

"Alyaaaa seni özledim. Gel seni görmek istiyorum."

"Tamamdır aşkım geliyorum."

Telefonu kapatıp sigaramı söndürdüm. Kahveyi fondip atıp bulaşık makinesine yerleştirdim. Ardından salona gidip televizyonu kapattım. Banyoya geçip dişlerimi hemen fırçalayıp üzerimi değiştirdim. Elime geçeni giydim. Eşofman ve sweatshirt... Asla beni yarı yolda bırakmayan ikili. Hızla salona geçtim aniden durdum ve eve bir bakış attım. Mırıldanarak kontrol ettim almam gerekenleri.

"Telefon. Cüzdan. Anahtar kapıda. Tamam."

Hızla ayakkabılarımı giyip portmantodan motorun anahtarını ve montumu aldım. Kaskı da alıp kapıyı kilitledim ve yola koyuldum. 

Yolda nasıl geldim bilmiyordum ama hızla gelmiştim. Eğer bir çevirmeye takılsaydım kesinlikle hız yapmaktan ceza yerdim. Öykü beni özlemişti ve beni görmek istemişti. Emir büyük yerdendi. O beni özlediği kadar ben de onu özlemiştim. Her ne kadar onu görmemin üzerinden sayılı günler geçmiş olsa da kokusu burnumda tütüyordu. Motoru boş bir yere bırakıp park ettim. Yolda benzinlikten Öykü'nün en sevdiği çikolatayı alıp gelmiştim. Kaskımı çıkardım ve derin bir nefes aldım.

Evlerinin önüne geçip kapıyı çaldığımda Öykü'nün kapıyı açıp üzerime atlaması bir oldu. Bu kızın ışınlanma konusunda yetenekleri vardı bence. Sımsıkı sarılmıştık. Kapının önünde sessizce duruyorduk. Dudaklarına hafif bir öpücük bıraktım. 

"Ne oldu bakalım güzelime?"

Saçını okşadığımda bana tekrardan sarıldı. Nefessiz kalacak gibiydim. Öykü'nün bu hali, beni ilk aradığından beri her ne kadar telaştan fark etmesem de tedirgin etmişti. Boyun girintime başını koyduğu için sesi boğuk geldi.

"Karnım ağrıyor. Off regli hiç sevmiyorum."

Keşke daha fazla çikolata alsaydım dedim o an. Geri çekildi ve utanır gibi bana baktı.

"Beni yatağıma taşır mısın?"

Gözleri pırıl pırıl ve pijamalarının içinde tatlı tatlı dururken nasıl bu kızı reddedebilirdim bilmiyordum. Kollarını boynuma, bacaklarını da belime kenetledi. Ben de bacaklarından onu tuttum. Kapıyı ayağımla zar zor kapattım. Hanım efendi ise durumdan bir hayli memnundu. Hiç istifini bozmuyordu. Elimde duran kaskı kenara bıraktım ve ayakkabılarımı çıkardım.

Odasına gelip onu yatağına bıraktım ve üzerine yorganını örttüm. Ağrıdan kıvrınması an meselesi olmuştu. Keşke o ağrı bana gelseydi. Onu bu halde görmek içimi yakıyordu. Yatağın kenarına oturdum ve elimle yüzünü okşadım.

"Kahvaltı yaptın mı bakalım?"

Dudaklarını büzdü ve hayır der gibi salladı. Regl konusunda ben düzensizlik mağduruydum. Ama ağrı konusunda ne yapılabilir biliyordum. Bende işe yarayan taktiklerin onun üzerinde de yaramasını dilemeye başlamıştım bile.

"Şimdi ben gidip kahvaltı hazırlıyorum. Sen de bir ılık su ile duş al balım. Bu sırada ilaç kutularına bakarım ve sana çikolata sipariş ederim. Ardından film açar izleriz ve sıcak su torbası hazırlarım. Olur mu?"

Beni dikkatlice dinlemişti ve her dediğime başını salladı. En son dediğime cevap verdi.

"Olur."

Sonra kollarını açtı ve ona en şefkat dolu sarılmamı verdim. Saçlarının arasına öpücük kondurdum. Ardından doyamadığım için onu öpücük yağmuruna tuttum. Kendisi de kahkaha atıyordu. Sonra ondan uzaklaştım ve öpücük yolladım. Yastığına başını gömdü. Ben de mutfağa geçtim.

"Dünya'nın en iyi sevgilisine sahibim!"

Sesi her ne kadar boğuk çıksa da dediğini net bir şekilde anlamıştım ve yine beni güldürmeden edememişti. Farkında değildi ama ben de en iyi sevgiliye sahiptim... En iyi diyerek her ne kadar içimdekileri tarif edemesem de şu anlık bununla yetindim.


Piyano (gxg)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin