Şansımı sorguladığım bir gece ıssız ormanda ve başta deliler gibi nefret ettiğim ama şu anda onunla beraber sayısız günlere uyanmak istediğim kızlaydım. Yaşanmışlıklar veya umulan şeyler insanı değiştirirdi bunun farkındaydım. Fakat insanın en gafil olduğu konu olan aşkta bunu yaşayacağımı zihninim en ucundan bile geçiremezdim.
Gece Öykü ile konuşmuştuk. Konuştuğumuz şeyler genelde geçmiş hakkındaydı. Açıkçası o çikolata mevzusunu ona anlattığımda şaşırmasını beklemiyordum. İnce düşünceme tekrardan düştüğünü söylediğinde gülmeden edememiştim. Bunca zaman neden böyle davrandığını sordum. Bana ancak bu şekilde dikkatimi çekebildiğini söylediğinde ise aslında dışardan fazlasıyla ulaşılamaz biri olduğumu düşündürdü kendime. Gece saat üçü geçerken Öykü'nün esneyen halini gördüğümde ise ısrarlarım sonucu uyumasını istedim.
Tüm gece uyumamıştım ve nöbet tutmuştum. Gece ormanın ortasında kalmak beni tedirgin etmişti. Gelebilecek her bir canlıyı bizden uzak tutması için ateşe sürekli odun atmıştım. Öykü ise hemen yanıbaşımda uzanıp uyuyakalmıştı. Uyurken arada derin nefes alıyordu. Rüyasında ne gördüğünü merak etsem de korktuğu anlarda onun elini tutuyordum ve kolumu kendine çekip sarılıyordu.
Sabah doğan güneşin ağaçların ardında kalan gölgelerle doğanın en güzel dakikalarına şahit olurken Öykü'nün gerinmesine şahit oldum. Uykusunu almamış olacak ki kaşları çatık ve sinirli bir şekilde uyandı.
"Günaydın."
Sanırım hala anlamamıştı uyandığı yeri.
"Günaydın."
Sade bir günaydınlaşmanın ardından tam yerimden kalkacaktım ki Öykü başını sırtıma koyup bana sarıldı.
"Tüm gece uyumadın mı sen?"
Bedenimdeki ellerini tutup ona baktım yandan ve tebessüm ettim.
"Hayır, prensesimi korudum."
Önüme düşen elini öpüp kendine gelmesini bekledim. Yola çıksak iyi olacaktı. Gizemler bize ulaşamadığı için tedirgin oldukları hali bir hayal ettim. Alp kendini dağa taşa vuruyordu, Ayça ve Çilem kenarda bizi sürekli arıyordu, Gizem'de polislerle iletişim halindedir. Ayağa kalkıp külleşmiş ve sönmeye başlayan ateşe bakındım. Geldiğimiz yöndeki ayak izleri görmem ile içim rahatladı. Fakat Öykü'nün yüzündeki o mahçup ifadeyi gördüm. Hemen önünde eğildim.
"Ne oldu bakalım? Bir yerin mi tutuldu?"
Dizlerini kendine çekti ve hayır der gibi başını salladı. Gözlerini benden kaçırdı.
"Çişim geldi."
Sağa sola bakındım. Tuvalet bulmamız zordu. Sanırım doğa anayı biraz kirletecektik.
"Ben sırtımı döneyim herhangi bir yere işe Öykü'm."
Kalktığında ise kendine bir yer seçmeye başladı. Tabii koskoca alan şimdi. Seçmekte zor olurdu.
"Ama yapamam ki."
Utanınca kızaran yüzü kahkaha atmamı sağlamıştı. Elime dün tutuşturulan baltayı alıp yerde bir çukur açtım.
"Sırtını dön ve sakın bakma Alya."
Ellerimi kaldırıp sırtımı döndüm.
"Sanki ilerde görmeyeceğim."
Ardından Öykü kalan su ile ellerini yıkadı ve baltayı alıp deliği kapattı. Beraber el ele geldiğimiz yolu ayak izlerini takip edip geri döndük.
Kaç saat yürüdük bilmiyordum ama yola çıktığımızda güneş yeni yeni doğuyordu fakat şimdi neredeyse tepeye gelecekti. Yolun yarısında Öykü yorulduğunu söylediği için onu sırtımda taşımaya başlamıştım. Gece uyumamış olmamım verdiği yorgunluk bir yana, yolun yorgunluğu bir yana, kırdığım ve taşımaya çalıştığım odunların yorgunluğu bir yana her şey üst üste gelince bedenim kendini zor taşır oldu. Sonunda ormandan çıkınca görünen o ev ile adımlarımı yavaşlattım. Kapıda olan iki polis ve Gizem'in konuştuğunu gördüğümde Gizem'e adı ile seslendim. Gizem koştur koştur gelip bize sarıldı ve üstün körü bize baktı. Yaralanıp yaralanmadığımızı da sordu. İkimizin sağlam olduğunu görünce polislere teşekkür edip onları yolcu ettik.