-13-

883 65 22
                                    

Havalar gittikçe soğuyordu. Kış aylarının verdiği o kuru soğuğu iliğimin en derinine kadar hissediyordum. Bugün kendimi daha iyi hissediyordum ve neden dışarı  çıkmıyorum diye düşünmektense şu an deliler gibi pişman olduğum o şeyi yapmıştım. Dışarı çıkıp tur atmıştım sokak aralarında.  Arada bunu yapmak beni iyi hissettiriyordu ama şu anda hiç iyi hissettirmemişti. Normalde birkaç saati aşan turumu bugün yarım saate düşürmüştüm. Neyse ki cebimde taşıdığım mamaları kedilere vermiştim. Elim boş dönmüştüm. Şimdi kapıda dikiliyor ve annemin kapıyı açması için bekliyordum.

Sabah yine bir kargaşa hakimdi annemler bu akşam uçak ile Polonya'ya gideceklerdi. Yine ne zaman dönecekleri meçhuldu. En azından başıma bir şey gelirse diye beni en çok güvendikleri manevi kızı olarak gördükleri Gizem'e emanet etmişlerdi. Komik. Kapı açılır açılmaz koştura koştura eve gitmek üzere merdivenleri çıktım. Hemen sıcak bir duşa girmek istiyordum. Kapıyı annem açtığında kapının eşiğinde duran botları görmüştüm. Kimin olduklarını düşünecekken holden geçer geçmez salonda koltukta usul usul oturan Öykü'yü görmeyi beklemiyordum. 

"Hoşgeldin Alya. Tam da arkadaşının geldiğini söyleyecektim sana."

Öykü ile göz göze gelmiştik. Ona selam bile veremeden arkamda beliren annemi dinliyordum. 

"Neyse siz odana geçin ben de çay koyup çıkacağım. Baban birazdan gelir. Vedalaşmak için odana gelirim. Hadi geç bakalım."

Önden gidip odamın kapısını açtım. Peşimdeki kızın burada ne olduğunu düşünüp duruyordum. Acaba Ayça için mi buradaydı? Bir şey mi demişti ona? İçeri geçip duraksadım. Ona baktım. Odamın duvarlarındaki posterlere bakınıyordu.

"Herhangi bir yere geç sen ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum."

Hızla koridorun sonundaki banyoya geçtim ve elimi yüzümü yıkadım. Siktir, bugün pansumanı değiştirmemiştim. Ardından odama geçtim tekrardan. Öykü'nün oturduğu yere baktım. Gözüme okuduğu kitap ilişti. Kitap dikkatini çekmiş gibiydi. İçimden kitaptan alıntı yapmak geldi.

"Konuşmak mı daha iyi yoksa ölmek mi?"

Kitabın ortalarını okuyordu. Ben alıntı yapar yapmaz kitabı kapattı ve aldığı yere tam da pufun bitişiğine koydu.

"Adınla Çağır Beni okuduğunu bilmiyordum."

Yatağımın kenarına geçip oturdum. Neden geldiğini hala merak etmiyor da değildim. Altımdaki eşofmanın tiftikleriyle oynuyordum. Ona da göz ucundan bakındım. Okuldan direkt buraya gelmişti. Üzerini değiştirmemişti.

"İlk kitabını bitirdim. Sıra ikincisinde. Onu da okuyacağım bir ara."

Tam karşısında duran duvara dikti gözlerini. Sanırım çizimlerim dikkatini çekmiş olmalı ki oraya doğru adımladı. Çalışma masamın üzerinde önceden çizip duvarıma astığım resimlerin her birini inceliyordu. Eliyle birini gösterdi ve onu incelemeye başladı.

"Bunu çok güzel çizmişsin. Ne tuhaftır ki soldaki kız bana benziyor."

Dediği resme daha yakından bakmak için yanına doğru gittim. Yaslandığı sandalyemin kenarına çekildi ve bana da bakmam için yer açtı. 

"O zamanlar sulu boyaya merak salmıştım. Denemek için çizdim ama sana benzediğini şimdi fark ettim."

10. sınıfın seçmeli derslerinin birindeydik. O zamanlar anneme ağlaya zırlaya aldığım sulu boya kalemlerini denemek istiyordum fakat ne çizeceğimi bilemiyordum. Dersin birinde Öykü bakış açımdaydı. O zamanlar aramız kanlı bıçaklıydı ama içten içe de onun nasıl biri olduğunu merak ediyordum. En net ve karakteristik yüz onundu o yüzden onu çizmiştim. Bunu bilmesine gerek yoktu, tekrardan saçma salak havalara girmesine katlanamazdım.

"Vay be Alya Barut. Sanatsal bir ruhun varmış. Beklemezdim bunu senden. Kitaplar, çizimler, piyano çalıyor olman... Allah bilir daha ne hünerlerin var."

Sadece gülmekle yetinmiştim. Açıkçası yanaklarım yanıyordu. Beni övmesi utandırmıştı. Kapının çalınmasıyla kapıya baktım. Annem tepsi ile gelmişti. Bize çay koymuştu. Bir tabakta meyve diğerinde de bisküviler vardı. Bize koskocaman gülümserken gözlerinin parlamasına şahit olmuştum.  Ne tuhaftır ki şu an eminim benim de gözlerim parlıyordu. Annem tepsiyi puf koltuğun önündeki küçük sehpaya koydu. Sonra yanıma geldi. 

"Baban gelmiş kızım, biz yavaştan yola çıkalım. Anca zaten varırız oraya akşam trafiği ile. Gizem'e emanetsin. Bir şey olursa hemen haber et tamam mı?"

Başımı salladım ve aklının burada kalmasını istemediğim için iyiyim ben merak etme dercesine güldüm ona. Kocaman kocaman ona sarıldım ve kısa saçlarımın arasına öpücük bırakmasına izin verdim. Sanki normal günlük işe gidiyormuş gibiydi. Alışmıştım ailemin bu hallerine. Öykü'ye de veda edip odamdan çıktı. Sonrasında Öykü'ye baktım. Elini alnıma attığında tüm bedenimi saran bir sıcaklık oldu. Soğuk tenime değen narin uzun ince ve yumuşak elleri pansumanımı inceliyordu. 

"Sen yoksa bugün yenilemedin mi pansumanı?"

Hayır dercesine başımı olumsuzca salladım. Hemen masamın üzerindeki ilaçları alıp pufun oradaki sehpaya bıraktı. Ardından benim elimden tutup çekiştirdi. Sanki tüm bedenim onun kontrolü altındaydı. Hipnoz edilmiştim. Onun tarafından. Pufa oturmamı sağladı kendisi de dizlerinin üzerine çöktü. Susuyordum. Susuyorduk. O ince iş yapıyormuşçasına dikkatle hareket ediyordu. Ben de onun yüzünü yakından inceleme fırsatı yakalamışken bundan yararlanıyordum. İlk olarak eski bandajı çıkardı. Bunu ne zaman ben yapsam hep canım acıyordu. Onun narin elleri şu an bunu hissettirmiyordu bile. Burnum hafif şekerli veya çiçekli olan parfümüyle çoşuyordu. Ardından yaramın çevresini temizledi ve üzerine üfledi. Tanrım, o dolgun dudaklarının tadına bakmak için nelerimi vermezdim. Ne ara bedenim çöle düşmüştü de onun dudaklarında son nefesini vermek ister oldu bilmiyordum. Ardından sıcak bedenime işleyen o soğuk krem yüzünden hafiften bir ürperdim.

"Acıdı mı?"

Bunu derken fazlasıyla masumdu. Onun etkisindeydim. Ne zamandan beridir onun etkisindeydim ama ben farkında değildim.

"Hayır."

Zar zor sorusuna yanıt verdikten sonra kendisi işine dönmüştü. Bantın bir tanesini alıp arkasındaki kağıdı çıkardı. Narince yaramın üzerine yapıştırdı. Elleri titriyordu. Onun göğsüde hızla inip kalkıyordu. O da mı benim yaşadıklarımı yaşıyordu? Sağ eli alnımdayken yanağıma indirdi. Parmaklarının uçlarıyla ensemdeki kısa saçlarımla oynuyordu. Alnını alnıma yasladı ve yavaşça yanaşmasını bekledim. Ondan bir adım bekledim. Çok mu ezikçeydi bilmiyorum ama korkuyordum. Neyden korkuyordum bilmiyorum. Gittikçe birbirimize yaklaşırken nefeslerimiz yüzlerimize çarpıyordu. Sadece bir kere öpeyim seni Öykü. İzin ver bir kere. Yaklaşıyorduk ama o an kulaklarımda sadece onun nefes sesleri ve ona eşlik eden çınlamalar hakimdi. Üst dudaklarımız birbirine değeceği vakit telefonu çaldı. Hemen elini çekip ayaklandı. Boğazını temizledi. Çalışma masama bıraktığı telefonunu açtığında ise arayanın kim olduğunu tahmin etmek zor olmadı.

"Ha geldin mi aşk? Tamamdır ben de geliyorum. Görüşürüz."

Telefonunu arka cebine koyup gergince bana baktı.

"Çilem geldi. Ders notlarını ve sınav tarihlerini bıraktım sana."

Çantasını omzuna takıp çıktı odamdan. Yerimde çakılı kaldığım bir an daha. Sonra kapı kapandı. Ne yaşandı diye düşünürken tek kelime çıktı ağzımdan.

"Teşekkür ederim."

Piyano (gxg)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin