-10-

969 65 4
                                    

Uzun süredir evde tek başıma yaşamanın verdiği sessizlik nedeniyle şu an evimde fazlasıyla kargaşa var gibiydi. Salonun tekli koltuğunda yarın okul yokmuş gibi oturuyordum. Babam çoktan kendini uçuş moduna almış uyuyordu. Annem de içeriden bir tane battaniye alıp onun üzerine serdi. Aralarında aşk yoktu ama sonsuz bir saygı vardı. Aşk denilen şeyi yıllar yıpratabilir miydi? Demek ki yıpratabilirmiş. Çok geçmeden annem siyah küt kesimli saçlarının önüne düşen tutamlarının arasından bana baktı. Ben de ona bakıp diyeceği şeyi bekliyordum. Sonrasında içeri doğru gitti. Gitmeden önce de elleriyle gelmemi istediği belli eden hareket yapmıştı. Üzerimi hala değiştirmediğim için fazlasıyla rahatsız hissediyordum. Annem mutfağa geçmiş peşinden ben de girmiştim. Yüzümde bir şey mi vardı bakıyordu anlamamıştım ama o an suratında olan o kırgın ifadeyi görmüştüm. Sandalyelerin birine geçtim ve oturdum annem de arkamdan gelip sarıldı. 

"Çok zayıflamışsın Alya."

Kendimi dıştan görme imkanım yoktu. Evet, her sabah aynaya bakıyordum ama bir şey değişmemiş gibiydi uzun zamandır. Fakat ana yüreği midir bilinmez karşımdaki kadın bana bunu söylemişti. Karşıma bir sandalye çekip o da oturdu. Mutfakta asılı duran saatin sesi dışında bir ses duyulmuyordu. Belki de içimizdeki çığlıkların sesini duymaktansa sadece saate kulağımızı vermiştik. Önümde duran ellerimi tutup ne zamandır yerin gri fayanslarını incelediğini bilmediğim bakışlarımı annem, kendisine bakmamı sağladı. Çok zayıf hissediyordum. Psikolojik olarak...

"Ne oluyor bakalım anneye anlatmak ister misin?"

Kalbimi kaplayan o bilinmeyen hislerden mi bahsedeyim? Ya da güven denilen şeyden şüphe duymanın verdiği ağırlıktan mı? Ya da kendime biraz daha açık sözlü olabilmeyi ve arkadaşımın yaptığını mı? 

"Anne ne yapacağım bilemiyorum."

Yüzüne takındığı o buruk gülümsemeyi gördüm. Çillerinin ve yavaştan senelerin eseri olan kırışıklıklarının daha belirgin olması gözüme çarpmıştı.

"Bilmiyor olman belki de sadece durman ve bir şey yapmaman gerektiği anlamına geliyordur bebeğim."

Yüzümdeki o gözyaşlarının firar edişini durduramadım. Ardından da ağzımdan çıkan hıçkırık sanki kalbime saplanan bir acı gibiydi.

"Anne, ben birini çok kırdım. Kırdığım insanın değerini anlamadım. Şimdi onu kaybediyorum anne. Ellerimden kayıyor. Kimseye anlatamıyorum anne."

Hemen masanın ortasında duran kağıt havlu rulosunu çekip bir tanesini kopardı ve yüzümü sildi.

"Anne ben artık kendimi tanıyamıyorum. Ne ara nefretle hareket eder oldum bilmiyorum."

Nefesim kelimeler arasında kendini derinden belli ediyordu ve düzensizleşiyordu. Öykü'yü kaybediyordum. Bunun bana bir zafer olması gerekirken neden acı verir oldu bilmiyordum. O an belki de anneme sarılıp deli gibi ağlamak bana iyi gelmişti. Fakat yarın okul vardı. Gerçeklerle yüzleşecek olmak içimi darlıyordu. 

Okulun ilk saatlerindeydik daha ve şimdiden ruhumun çekildiğini hissedebiliyordum. Gece mutfaktan odama geçmiştik ve eskisi gibi annemin bana uydurduğu hikayelerini dinleyerek uyuyakalmıştım. Çocukluğumdan beri bana iyi gelen sayılı şeylerdendi. Kahvaltımı güzelce yapmıştım ve annemin beni okula bırakmasına izin vermiştim. Kendisi de oradan işe gidecekti. İkinci ders saatine girecektik. İlk ders rehberlikti. Sınıf hocamız gelip bize bir şeyler anlatmıştı. Bir şeyler diyorum çünkü o sırada kitap okumuştum. Kendisi de bana karışmamıştı. Tarık Hoca yeni sınıf oturma planı yapmıştı. Herkes koşa koşa kapının yanındaki panoya bakmaya gittiğinde ben de merak etmişti. Umarım tekrardan yalnız otururdum derken aynı yerimde kalmış olmamın verdiği mutluluğu Öykü'nün adını görmemle içim tuhaf olmuştu. Ne tuhaftır ki cırlamamıştı. Sırama tekrardan oturduğumda kafamı sıraya koydum. Uyu Alya. Uyu... Nereden bilebilirdim ki o an masa sallanacak kafamı kaldırır kaldırmaz Öykü'nün bana o sinir dolu bakışını göreceğimi. 

"Gele gele beni buraya verdi. Şaka gibi."

Ona baktığımda üzerindeki bol kesimli siyah sweat ve yakaları görünen beyaz okul formamızı gördüm. Bir de saçlarının tane tane kendilerine çizdiği yolları... Bugün de çok güzelsin Öykü.

"Kalkıp başka yere gidebilirim." 

Tam ayaklanmış ve omzuma çantamı takacaktım ki Öykü hemen masanın dibine geçti ve ellerini omzuma koydu. 

"Hayır kalkmana gerek yok."

Ne tuhaftır ki ben de onun gibi sweat giymiştim ama okulun siyah sweatiydi. Kapkalın kumaşın altından bedenim onun titreyen elini hissediyordu. 

"Benimle oturuyor olman sorun değil yani?"

Ona bu soruyu sorduğumda sadece yerine yani yanımdaki boş sandalyeye oturdu tekrardan. Gözlerini tekrardan bana çevirdi.

"Hayır değil. Burası çok arkada kalıyor ve tahtayı göremiyorum."

Çantamı masamın üzerine bıraktım. Sandalyemi arkaya çekip duvara yasladım sırtımı. Yanımdan kalkmasını istemiyordum. Bu yüzden aklıma gelen ve ilkokuldan beri yapılan basit bir yolu seçme kararı aldım.

"O zaman ben notları tutarım benden yazarsın. Bu sırada hocayı da dinlersin."

Verdiğim fikir onu mutlu kılmıştı ki elini bacağıma attı. Bedenin kasılmıştı. Elleri de hala titriyordu. İlk saati okulu eken ikili ise kapının dibinde görülmüştü. Kendilerinden önce Çilem'in Alp'e attığı o sesli kahkahayı duymuştum. Öykü'nün ise aniden bedenimden çekilen eliyle uzun yıllar önce hissettiğim o soğukluğu hissettim. 

Piyano (gxg)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin