Öykü kollarını bir yana savurdu ve yerdeki taşı tekmeledi.
"Alya kaybolduk."
Sinirlenince tatlı oluyordu bende daha da sinirlendirmek istedim.
"Öyle deme. Keşif yapıyoruz diyelim biz buna."
Bıyık altından sinsice güldüğümde Öykü kafasına göre bir yere gittiğini görmemle peşinden gittim. Kolunu tutup kendime çevirdim.
"Nereye gidiyorsun. Bir sakin ol."
Bana işaret ettiği yöne baktığımda zifiri karanlığı görmem ile tekrar ona baktım.
"Su birikintisi sesi geliyor o tarafa gidiyorum."
Saate baktığımda telefonumdan aslında daha 9 olmasını beklemiyordum. Sanki gece yarısıydı.
"Gece yaban domuzları ve diğer yırtıcılar su kenarına iner ihtiyaçları için. Yerimizde kalalım ve çevremize ateş çemberi yapalım. Bu şekilde yanaşamazlar."
Öykü çığlık attığında hemen ağzını elimle kapattım.
"Sessiz ol. Hayvanları yanımıza çağırıyorsun ses çıkararak."
Öykü gözlerini pörtletip korku içinde kalışını seyrettim.
"Hayvanlar mı?"
Ellerimdeki odunları bir kenara bırakıp çantayı da yanına bıraktım. Montumu da onların üzerine bıraktıktan sonra.
"Farkındaysan ormanın içindeyiz. Tabi ki hayvanlar olacak."
Odunları yere döküp yere çember şeklinde dizmeye koyuldum. Öykü ise bu sefer sakinleşmiş olacak ki kontrolü eline almış bir şekilde yanıma yanaşıp ne yapması gerektiğini sordu. Ondan sadece ince kuru dalları toplasa yeteceğini söyledim. Bu şekilde aramızda iş bölünmesi yaptık. Kendisi birkaç adım uzaklaşıp dalları topladı. Dalları ortaya koyduktan sonra işini bitirmiş ve tam çemberin ortasına oturabileceğimiz geniş yapraklı ağaçlardan topladığı yaprakları da toplamaya başladı. Getirdiği dalları dizdiğim dalları kapatacak , yere dik gelecek üçgen şeklinde hepsini dizdim. Öykü'ye baktığımda kendisi yeri yapraklarla kaplamaya başladı. Ben bir şey demeden onun bunu düşünmesi beni mutlu etmişti. Sweatimi çıkarıp tişörtümü de peşinden çıkardım ve Öykü hemen yanıma gelip montumu omuzlarıma bıraktı. Kızarmış yüzüyle göz göze gelmek istesem de gözlerini benden uzak tutuyor gibiydi.
"Üşüteceksin salak. Mahrem yerlerini görmek zorunda mıyım?"
Montumdan çakmağı almak için ayaklandım.
"Neden utanıyorsun ki sende olan şeyler bende de var."
Benimle dalga geçmek için suratını komik bir şekile getirip taklidimi yaptı. Tişörtümü ince bir şerit şeklinde yırtıp yaptığım çemberin etrafını çevirdim ve yakın çevredeki kuru çalıları da üzerine attım.
Kader anı... Lütfen çemberi tutuşturabileyim. Eğilip çakmak ile belli noktalardan tutuşturduğum çalılar aniden alev aldığında ısınmaya başlamıştım bile. Kenara attığım sweati giydiğimde ise Öykü ile göz göze geldim. Sweati giydikten sonra montumu da giydim ve onun yaptığı yapraklardan yere geçip uzandım. Yorgunluk bedenimi ele geçirmeye başlamıştı. Şiddetli bir şekilde omuz ve boyun ağrılarım kendini göstermeye başlamıştı.
"Susadım."
Öykü küçük çocuk gibi şikayet ediyordu. Ben de çantamı açıp sabah attığım su dolu şişeyi ona uzattım. Çok su içen biri değildim ama sanki sürekli taşımazsam susayacak gibiydim. Çocukluğumdan gelen bir alışkanlık.