Öykü'den
Okul haftası başlamıştı ancak ben kendimi hala o günde tıkılmış hissediyordum. O gün...
İnsanlar bazı anları unutamazdı. Kimisi için en mutlu olduğu günlerden ibarettir. Kimisi için ise aldıkları en ağır hayat dersinin yaşandığı o gündür. Fakat ben her şeyi unuturdum. Her şeyi unutmamın imkanın olduğu bu alemde ben kendimi o güne hapsolmuş hissediyordum.
Belki yalan belki gerçek bunu sadece Alya bilebilirdi ama hayatımda görmediğim bir ifadesi ile bana beni sevmediğini söylediğinde benim zaman algım durmuştu.
O günden beri yine okula geldim, derslerime katıldım, notlarımı tuttum, her şey normalmiş gibi davrandım ama normal değildi. Bir şeyler eksikti. Yanımda oturan bedenin eksikliği anormaldi, bana sürekli gülen gözleri ile bakan o bedenin son hali anormaldi, ikinci dönem başladığından beri her şey anormaldi.
Sınıfıma yavaş yavaş gitmiştim. Bedenim de zihnimle paylaşıyordu yorgunluğunu. Halbuki tüm haftasonumu yatakta geçirmiştim. Ne kimseye yazabilmiş ne de kimseyi arayabilmiştim.
Adımlarım o ezbere bildiğim sınıfa doğru ilerlerken arkamdan adımla seslenildiğini farkettim. Gitgide gerçeklik algımı kaybediyordum. Koridorun duvarına yanaşıp seslenen kişiye baktım. Ayça'ydı.
"Kayıp nerelerdesin? Telefonlara da yanıt vermedin."
Koluma girer girmez beraber yola koyulduk. Bana bir şeyler anlatmaya başladı. Haftasonu Gizem'in mekanından ayarttığı kız ile geçen sohbetlerini anlatıyordu. Fazla mutluydu. Aniden önüme dikilmesiyle merdivenlerin ortasında donakaldık.
"Öykü, iyi misin?"
Sanırım göz altlarım veya eskisi kadar özene bözene yapmadığım makyajımdan birkaç pot kırmıştım.
"Bir şey yok."
Ağzımdan zar zor dökülen kelimelerle beraber yalanıma bir de tebessüm ekledim. İnandırıcı olan bu taktiğimi asla Ayça'da kullanamamıştım. Kısacası vakit o vakitti.
Fakat saniyeler yavaşladı. Sesler uğuldadı. Merdivende donakalan ben şu an yanımdan bir ruh gibi çıkıp giden Alya'yı görmem ile tekrardan savunmasız halime girmiştim. Gözlerim her adımını takip etti. Üzerinde sadece bir hırka vardı. Başına geçirdiği kapüşonu ile insanlara ne kadar kapalı olduğunu gösterir türdendi. Ağır ağır merdivenleri çıkarken burnuma dolan parfümüyle karışık olan sigara kokusu ciğerlerimi doldurdu. Elindeki telefonuna bağlı olan kulaklığı da tüm sesleri bastırmak istediği için taktığı belliydi. Ne beni ne de Ayça'yı görmedi. O bizi görmeden bakış açımızdan çıkmasına rağmen iki çift göz ona bakakalmıştı. Ayça ellerini omzuma koydu.
"Neden bizi görmedi? Yoksa..."
Cümlesinin devamını getirmeden ben araya girdim. Ayça benden olayları öğrenene kadar beni salmayacak gibiydi.
"Ayrıldık."
Ayça sesli bir şekilde yutkundu. Ben de şimdiden burnumda beliren o iğrenç ağlama öncesi sızıyı görmezden gelmek ister gibi gözlerimi devirip sınıfın yolunu tutmaya devam ettim. Koşar adımlarla yanıma gelen Ayça bir şey demedi. İkimizde sadece yürümeye başladık.
Sınıf kapısından içeriye girdiğimde sıramızda çantasını bir kenara bırakmış ve uyumak üzere başını masaya gömen kişiye baktığımda çenemi sıktım. Yeterince ağlamıştım. Artık ağlamamalıydım. Ön sıramızda Alp ve Çilem aralarında bir şeyler konuşuyordu ki bizi görünce yerinde bağırdı Alp.
"Günaydın hanımlar."
"Günaydın."
Sonlara doğru kelimeyi uzatan Ayça onların yanına gidip sarıldı. Alya ise hiç istifini bozmadan duruyordu. Alp beni görünce yüzündeki o endişeyi alayla örtmeye çalıştı.
"Kanka bu halin ne? Biraz dağılmış gibisin. Yoksa geceniz çok mu yorucu ve uykusuz geçti?"
Ayça, Alp'in karnına dirseği ile vurdu. Yaptığı şey aslında nabız ölçmekti ama şu an ölçebileceği bir nabzımın olup olmadığından dahi şüpheliydim. Dışarıdan fazlasıyla hayatsız gibi durduğuma yemin edebilirdim.
Okul günümüz öğlenden sonrasını görememişti. Çünkü hocaların toplantısı varmış. O yüzden saat 12 olur olmaz herkes eşyalarını toplayıp okuldan sıvışmaya başladı. Herkes sınıftan teker teker ayrılırken Çilem bize doğru baktı.
"Evlere mi dağılıyoruz yoksa bir şeyler yapar mıyız?"
Çantamın içine defterlerimi koyacakken en sevdiğim çikolatayı gördüğümde maziden kalma birkaç anı depreşti derinlerde. Bir ihtimal Alya'nın eseri miydi bu yoksa? Çünkü kendisi bunu yaptığını bana söylemişti.
Ayça, Alp ve Çilem yapacakları planı düşünüyorlardı. Ben de uzun zaman sonra Alya'ya çekine çekine omzuna dokundum. Kendisi hiçbir ders başını kaldırmamış sadece uyumuştu. Benim ona attığım bu adımın ardından kendisi ağır bir şekilde başını kaldırdı. Yan gözle bana baktı. Tanrım, cidden çok korkuyordum. Bana ne var der gibi baktı.
"Çantama bu çikolatayı koyan sen misin?"
Ona karşı sonsuz bir hassasiyetim vardı. Bunu daha öncesinde ona hissettirmek için elimden geleni yapıyordum. Ancak ne ben ne de o artık o ara tatildeki insanlardık. Ben her ne kadar çok onu seviyor olsam da kendisi benden uzaklaştıkça ben elim kolum bağlı oturmaya mahkumdum. Sırasında gerindi belini kıtlatırken gözlerimden olabildiğince kaçmaya çalıştı. O kahvelikler ben dışında her yeri görüyordu. Boğazını temizledi ve çantasını omzuna attı.
"Hayır."
Bunca zamana kadar kışı severdim. Soğuk ile aram iyiydi. Herkes kar tatilinde evinde dururken ben dışarı çıkıp kar oynamak için takla atardım. Asla soğuk nedir bilmezdim. Ancak bir kelime belki de bir tavır ancak bu kadar soğuk olabilirdi. Bedenim değil ama ruhum Alya'nın soğukluğu yüzünden üşümüştü. Zamanında onun sıcaklığını evi benzetiyordum halbuki.
Kenara çekildim kendisi yanımdan geçip arkadaşlarımıza pas vermeden yola koyuldu. Arkasından gidişini izliyordum. Tekrar soğuk sesi ile konuştu.
"Ayrıca yanımda oturmazsan sevinirim."
Onun yanında olmak bile onu bu kadar rahatsız ederken ben nasıl hala onun için umut tohumu yeşertebilirdim ki içimde? Kendisi kaşla göz arasında sınıftan çıkarken ben gözümden süzülen yaşlara aldırış etmeden yerimde takılı kaldım. Ayça gelip sarıldığında omzuna ağladım. Ardından Çilem, Alya'nın peşinden koşa koşa gittiğini gördüm.