Keyifli okumalaaar. 😘😘😘
Kale surlarına vuran kudretli dalgaların çıkardığı haşin ses kulakta rahatlatıcı bir his bırakıyordu. Dalgalar surlara her çarptığında etrafa dağılan su taneciklerinin tuzlu ve yosunlu kokusu insanın ciğerlerini açarcasına canlı, esintisi insanın içine işlercesine soğuktu.
Kale surları güçlüydü. Yıkılmaz, sarsılmaz darbelere dayanıklıydı. Üstünde birlik halinde askerler nöbet tutuyor, asiller üzerindeki paltolarına sarınmış hırçın denize aldırmadan limanda havanın keyfini çıkarıyordu.
Güneş Krallığına kış bu sene geç gelmişti. Kışa hazırlık çoktan yapılmış, ekinler biçilmiş ve erzak dağıtılmıştı. Biliyorlardı ki geç gelen kış sert gelir uzun süre de gitmezdi.
Limanda pazar gün geçtikçe daha da hareketleniyor, diğer krallıklardan gelen mallar kapış kapış gidiyordu. Bir gemi yanaşıyor bir gemi kalkıyordu. Gelen gemilerin içinde öyle biri vardı ki kalbi hüzünle dolmuş, içindeki özlem taşmış göz yaşlarıyla akıp gidiyordu. Kraliçe Lucinda sarındığı siyah pelerin ve üstündeki eski püskü eşyalarla bir yaşlı bir kadından farksız, kamufle oluş bir şekilde oğluna kavuşmayı bekliyordu.
Bir yıla yakın bir sürede yaşlı kalbinde öyle büyük acılar barındırmıştı ki anlatılmaz ama son bulması için kalan tüm gücüyle hayata tutunuyordu. İki kere kaybetmiş bir kadındı o. Oğlu gözlerinin önünde göğe süzülmüş, çok sevdiği kocası yanı başında gözlerini son kez kapamıştı. Kızı çıldırmış krallıklarını bir mahşer alanına çevirmişti. Kendi evinde, bir kuytu köşede kızı tarafından esir edilmiş bir şekilde pencere pervazında otururken yanına konan beyaz bir güvercinin bacağına bağlanan bir mektupla bir yıl sonra ilk defa gülmüştü.
Kralı ve kraliçeyi seven askerler hala vardı. Zalim Elena’nın yönetiminden memnun olmayıp ama elinden bir şey de gelmeyip kaderlerine küs görevlerini yerine getiriyorlardı. O gün Lilly’ye de ne yapacağını anlatan bir mektup gelmişti.
İlk iş eski kraliçenin kapısında nöbet tutan mendebur suratlı askerleri oyalamak olmuş sonra kraliçeyi pek bilinmeyen geçitlerden çıkarıvermişti. Birkaç sadık asker de arkalarından gelenleri oyalamışlardı. Edilen yeminler, verilen sözler asla unutulmazdı. Hepsi Lucinda’nın ağzından çıkacak tek bir söze bakardı. İçlerinden iki asker yanlarında giderek yoldaş olmaya karar vermiş, Lilly ve kalan üç beş asker de olan biteni onlara bildirmek için geride kalmıştı. Güney’e gidildiğinde bu yoldaşlara Saffat’ta katılmış birlikte Güneş’in ardından gidiyorlardı.
Güneş Krallığı’nda onları karşılamak istercesine bir curcuna hakimdi. Sarayın her yeri süslenmiş, çiçeklerin kokusu tüm sarayı sarmıştı. Sekiz kraliçenin onayı ile Elio ve Lucas için ertesi gün güzel bir düğün töreni düzenlenecekti. Kraliçelerin gözdesi bu çift aynı zamanda halk tarafından da benimsenmişti.
Ülkelerine ve kraliçelerine sadık bu halk olan biteni ülkelerinde saklamış ejderhanın gelişi dışarıya haber edilmemişti. Biliyorlardı ki kötü krallıkları kendilerine musallat ederlerdi. İlmin, bilimin ve sanatın geliştiği bu ülke savaşa hazır değildi.
“Sanki beyaz giydiğimde karnım daha çok belli oldu.” Ayna karşısında yan şekilde durmuş bir şekilde damatlığın içinde kendine bakıyordu. Beş ayı geride bırakmışlardı ve karnı kendini belli edercesine büyümüştü. Son iki ay onlar için bir rüyadan farksızdı. Elio gözlem evinde dizlerinin üzerine çöküp ona evlenme teklifi ettiğinden beri Lucas’ın yüzünde gülümseme eksik olmamıştı. Zaman su gibi geçmişti. kimse iki ayın geçtiğine inanamazdı. Şimdiyse onlara özel dikilmiş damatlıklarıyla son provalarını yapıyorlardı.
Aslında Elio için anlamsız bir uzunluktaydı. Düğün hazırlığı Kraliçe Maria’nın isteği üzerine ertelenmişti de ertelenmişti. En yaşlı ve en bilge kraliçe olduğu için hepsi kararına saygı duyarak istediğini yerine getirmişti. Lucas için sorun olmamıştı hiçbir zaman. Sonuçta o her zaman sevdiğinin yanı başındaydı.
“Neredeyse beş aylık oldu, artık kumaşın altında saklayabilmen imkansız.” Ah, bunu dememeliydi. Lucas oldukça kilo konusunda hassastı. Hep hassastı doğrusu. Aylar öncesi göbeğinin ele geldiğini söylediği zaman gözünde canlandı ve durumu şu an daha da vahimdi. Önceden kendini dizginleyip sorun etmemeye çalışsa da artık hamileydi canım istediği kadar ağlar ortalığı ayağa kaldırırdı.
“Çok kilo almışım değil mi. Hamilelik bana yaramadı. Çok çirkinleştim. Beni artık sevmeyeceksin.” Gözleri çoktan dolmuş tombul yanaklarından inci taneleri akmaya başlamıştı. Yaşadığı duygular onu daha da duygusal yapmış alınganlığı zirvede ve aklında kurma seviyesinin bir sınırı yoktu.
Elio gelecek felaketi anlayarak hemen yanına koşup sevgilisine arkasından sıkıca sarıldı. Sevgilisinin gönlünü almak için ensesine küçük öpücükler bırakarak elini oldukça belli olan yuvarlak karna atarak sıcak elini gezdirdi. Sanki bebeği babasının sıcaklığını hissetmişçesine tekmelemişti.
“Hamilelik bence hiçbir insana sana yakıştığı kadar yakışmazdı. Seni her haline seviyorum ve seveceğimde. Aldığın tüm kilolar bebeğimiz için. Ve düşüncen aksine o kadar güzelsin ki sana her baktığımda aklımı başımdan alıyorsun.”
Eşinin yumuşak boynunu uzunca öpüp kokusunu içine çekmişti. Lucas’ın yanakları allaşmış ve vücudunu bir sıcak basmıştı. Elio başını yasladığı boyundan kaldırmasa da Lucas’ın utandığını ısınan kokusundan anladı. Çiçeklerin üzerine düşen güneş ışını gibi ısınan vücudundan yayılan koku daha da artmış biraz daha bu şekilde kalırlarsa işleri değişecekti.
“Beni yatıştırmak için demiyorsundur umarım.”
“Sana ne zaman yalan söyledim ben. Tombul yanaklarını her zaman daha çok sevmişimdir. Keşke hep böyle kalsan. Belki bebeğimiz doğduktan sonra yine yaparız. Sonra yine ve yine.”
Dayanamamış birkaç kez daha öpmüş ve oh diyerek geri çekilmişti.
Lucas’ın ağzı Elio’nun söyledikleriyle açık kalmıştı. Bu oğlan sanırım bir ordu oluşturmak istiyordu.
“Daha oğlumuz doğmadan sen ikinciyi hatta üçüncüyü düşünüyorsun.”
“Oğlumuz? Bence o bir kız olacak.”
Konuşmaları küçük çaplı bir inada girmiş, hayır kız hayır erkek diyerek gülerek tartışıyorlardı.
Hayali bile güzeldi. Cinsiyeti hiç önemli değildi. Eğer Lucas bir oğlan istiyorsa bir çocuk daha yapmak için sebepleri olurdu değil mi? Onlar prova odasında oynaşıp kıkırdarken terzi gelmiş ve düğün kıyafetlerinde son detayları ayarlamaya başlamıştı.
Lucas’ın karnı belli olsa da kıyafetlerin oldukça rahat olmasından dolayı ses etmemiş, herkesin karnına bakacağını bilse de aldırmamaya çalışacaktı.
Üzerlerini değiştirdikten sonra Elio ile yemek salonuna doğru yürümüşlerdi. Vakit çoktan akşama yaklaşmış güneş batmak üzereydi. Kraliçeler salonda olmalıydılar çünkü büyük bir gürültü içeriden geliyordu. Merakla birbirlerine bakmışlardı. Normalde sessizce yemeklerini yiyen kraliçelerin bu kadar kargaşa çıkarması bir sorunun olduğunu gösteriyordu.
Maria Lucas’a büyük annesini andırıyordu. Eşini kaybetmiş bir kadının yüzündeki sert çehre ve keskin bakışlar, asla kıvrılmayan dudakları ve aklaşmış ensesinde topladığı saçları hepsi büyük annesini andırıyordu. Ginny ve Sabrina en gençleri ve aralarında tek bekar olanlarıydı. Phiona’nın eşi bir yurt gezisinde olduğu için onu hiç görmemişlerdi. Tris ve Rose ikizlerdi. Aynı zamanda eşleri de onlar gibi birer ikiz ve halktan biriydiler. Tris ve Rose diğerlerine nazaran akşam yemeklerine daha az katılırlar, eşleri de bazı zamanlar ortak salonda olsalar da eşleriyle birlikte giderlerdi. Ally, Maria’dan sonra en büyükleri olup torunları olan tek kişiydi. En güler yüzlüsü ve konuşkan olup sık sık Lucas ve Elio ile çay saatleri yapar ve öyküler anlatırdı. Eşi ağır bir hastalık geçirdiğinden dolayı çoğu zaman Ally yanlarına gelemez kocasının başında kalıp dualar ederdi.
Torunları iki kız kardeş resmen Elio’ya bitikti. Lucas ile evleneceklerini duydukları zaman büyük bir bozguna uğramışlardı. Oysa kardeşiyle paylaşmaya razıydı ikisi de ama Lucas ile asla! Daha altı ve yedi yaşında olan bu iki kız için ilk aşkları hiç bu kadar ulaşılmaz olmamıştı Lucas’a göre. Bu sebeple erkeğini elinde tutmak için hemen evlenmesi gerekiyordu haliyle.
Elio içinden küçük kızların mızmızlanmasından dolayı bir karmaşa olduğunu düşünmüştü. Çünkü arada gelirler yemek bitene kadar mızmızlanmaları bitmez, Elio’nun yanında oturmak ve Lucas’ı kovmak için ellerinden geleni yaparlardı. Lucas onları her gördüğünde surat asar, yemek boyunca Elio ile konuşmazdı. Anlayacağınız Elio için zor bir yemek safhası olurdu.
İçeri girdiklerinde hiç beklemedikleri yüzlerle karşılaşmışlardı. Üzerinde siyah bir pelerinle beyaz sakalları ve eğri duruşuyla Saffat’ı anında tanımıştı Elio. Ama arkasında iki izbandut ve siyah dalgalı saçlarının arasına beyaz aklar düşmesine rağmen hala ihtişamlı duran, yeşil gözlerinin kenarları kırışmış güzel kadın gözüne çok tanıdık geliyordu.
“Anne!” Lucas bir anda bağırıp koşmaya başladığında Elio donup kalmıştı. Ne olduğuna anlam veremiyor ama kadının içine işleyen yeşil hareleri etkisinden çıkamamıştı. Kapıdan ilk girdikleri anda kadın gözlerini resmen Elio’ya dikmişti.
Yeşil harelerin etkisinden kadının bakışlarının kendisine sarılan oğluna dönmesiyle çıkmıştı. Uzun zamandır çekiği evlat acısı bugün resmen son bulmuştu. Boşta salan kollarını hızla oğluna sıkıca sardı. Kokusunu içine özlemle çekerek uzamış saçlarını öpüyordu. O kadar özlemişti ki yüreği sızlıyor,
ağlamasını zor tutuyordu. Lucas çoktan kendisini bırakmış annesinin zayıf bedenine sarılmış, annesinin boynuna göz yaşlarını akıtıyordu.
“Sana gelecektim anne, çok istedim gerçekten. Sana yaşadığımı söylemek istedim cidden. Ama imkanım yoktu. Güney’e kadar geldim az kalmıştı ama engel oldular.”
“Şükür hayattasın. Ah, Lucas. Hala inanamıyorum. Şükürler olsun.”
“Anne seni çok özledim.”
“Ben de bir tanem bende.”
Oğlunu biraz geri çekmiş ellerini ıslak yanaklara koyarak sanki gerçek olup olmadığını teyit etmek ister gibi her yerini inceliyordu. Göz yaşlarını silerek ıslak yanaklarını doyasıya öpüp tekrar sarıldı.
Lucinda, Lucas’ın son gördüğünün aksine oldukça zayıflamış, yüzü biraz daha kırışmış ve gece karası saçlarında bir tane dahi beyaz görünmezken şimdiyse saçı aklarla dolmuştu. Lucas ise daha bir güzelleşmiş gelmişti gözüne. Saçları uzamış ve hiç olmadığı kadar parlak. Yanakları al al ve tombul, sanki kilo almış gibi duruyordu. Gözlerinin canlılığı geri gelmiş, şu an ağlasa bile hiç olmadığı kadar mutlu duruyordu.
Oğluyla sarılan kadın arada gözlerini onları izleyen sarı oğlana değdiriyor bu da Lucas’ı endişelendiriyordu. Annesinin korkularını çok iyi anlıyordu. Annesini ilk gördüğü vakit gözleri hiç birleşmemiş hatta annesi bakışlarını Elio’dan alamamıştı. Annesinin gözünde kötü bir ejderhadan, oğlunu kaçıran katil bir yaratık olmasından korkuyordu.
“O bana zarar vermedi. Asla da vermez. Beni seviyor ve ben de onu seviyorum. Lütfen ona bir şans ver.”
Daha bir şey dememesine rağmen bakışlarından anlamıştı Lucas. İstemese de Elio Lucas’ı yuvasından koparmış ve acılara vesile olmuştu. Belki de annesi tarafından hiç kabul görmeyip sevilmeyecekti. Evliliklerine bile karşı çıkma olasılığı yüksekken gözlerini yere indirip hasret gidermelerini bekledi.
“Onunla tanışmanı istiyorum.”
“Lucas ben…”
“Anne lütfen. O benim hayatımın aşkı. Kötü bir başlangıç yaptık ama şimdi bebeğimin babası.”
“Lucas sen hamile misin?” elini oğlunun karnına koyarak daha önce nasıl fark etmediğini düşünerek büyük karnı okşadı. Bir şaşkınlık nidası kopararak oğluna baktığında dolu gözlerle ona gülümsediğini gördü.
Lucas onları izleyen sevgilisine dönüp gel işareti yaparak elini uzattı. Elio pek emin olamasa da yavaşça yanlarına adımlayarak kadının tam önünde durdu. Eğilmesi mi gerekirdi yoka elini uzatıp tokalaşması mı bilemeyerek sadece durdu.
“Merhaba efendim. Ben Elio, oğlunuzun sevgilisiyim.”
Sesindeki resmiyet ve korku bu değişik ortamı adeta bölüp geçmişti. Lucas biran boşluğuna gelip güldüğünde odadaki diğer kişilerde gülmeye başladı. Hatta Lucinda dahi gülmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDER'İN KALBİ
RomanceKalbinde ne kin ne de nefret. Öyle safça sevdiler ki birbirlerini, Yaktı yıktı her yeri, ejderha ateşi. Bir esaretti aslında onlarınki, Özgürlüğe nasıl evrildi? Ölümle süzülürken, Yeşil ve gri birleşti. Ateş ve buz gibi, Eridi Ejder'in Kalbi. Mpre...