Herkese keyifli okumalar canlarım.
“Anne, ne diyorsun? Kehanet ne olacak peki? Herkese umut olduk, geleceğin kralı olarak Leonard’a bel bağladılar.” kehanetten haberleri olduğundan beri Elio hep büyük bir savaş çıkacağını ve Leonard’ın tahtın yeni sahibi olacağını düşünmüştü. Ama Lucinda’nın dediklerini yaparlarsa böyle bir şey mümkün değildi.
Taht falan umurunda değildi, sadece ailesinin güvenliğini düşünüyordu. Ama Elena yaşadığı sürece bu mümkünmüş gibi gözükmüyordu. Sadece kendi ailesini kapsayan bir sorun olsa yine ses etmezdi ama ülkesindeki tüm insanlar Elena’nın öfkesini hak etmeden çekiyordu. Deliydi, cadıydı Elena. Hırsı gözünü kör etmişti. Kendi halkına dahi göz koymuştu adeta. Masum insanları katledecek kadar kendini kaybeden bir kraliçe vardı karşılarında.
Kehanet Elio’ya umut olmuştu bir nevi. Ejderhaların kötü şöhretini yok edecek fırsatın ele geçtiğini oğlunun gerçekten iyi bir kral olmasını ummuştu.
Daha iki yaşına gelmemiş oğlu için plan yapmak ne kadar doğruydu bilmiyordu. Belki büyüdüğünde istemeyecek inkar edecekti. Farklı bir hayat yaşamak isteyecekti belki ama kaderinden asla kaçamayacaktı.
“Aklından geçen şeyleri tahmin ediyorum Elio ama merak etme her şeyin bir sırası var. İçimden bir his suikastçının ölmediğini söylüyor. Ve Elena buraya geldiğinde anlaşma yapmaları gerekiyor. Lucas’ın tahtan çekilmesi Leonard’ın hakkını yok etmeyecek çünkü asıl önemli olan senin tahttaki hakkın. Ama bunu Elena’nın bilmesine gerek yok.”
Biraz önce yüzündeki şaşkın ve korkmuş ifade silinmiş yüzünde sinsi bir sırıtma olmuştu.
“Eğer dediğin suikastçılardan yaşayan varsa Elena gelmesi bir yılı bulmaz. Hiç hazırlık yok. Karşımıza bir orduyla çıktığında hiçbir şey yapamayız. Peki ilk önce ne yapmalıyız, elbette Elena kısa süre sonra bir şeylerden kuşkulanmaya başlayacaktır.”
Daha hiç hazırlık yapılmamıştı. Bunun en büyük kanıtı saraya giren suikastçılardı. Daha onları sorgulamaları gerekiyordu. Lucinda’nın yaralanmasından dolayı fırsat bulup sorguya başlayamamışlardı.
“Elena öğrense bile hemen gelemez, ordu var ama orduyu savaşa götürecek gemi yok. Şu an tek başına ama yakın zamana Güney Ejder Krallığı ile anlaşma yapacağını umuyorum. Bu süre içerisinde biz de diğer krallıklarla görüşme yapacağız.”
Hangi krallıklar var pek bilmese de kesinlikle Develiler ile anlaşamayacaklarını biliyordu. Son yaşanan badirelerin üstünden uzun zaman geçmiş bir haber gelmemişti. Ama sessizliğin sonu hiçbir zaman hayra alamet değildi.
“Lucas’ın şu anlık haberi olmaması daha iyi. Daha yeni kendini topladı, eğer gidip de ablan gelecek dersem daha fazla stres yapar bu da bebeğe zarar verebilir.” Lucinda onaylar şekilde başını sallayıp bakışlarını tekrar cama yöneltmişti. Aklına binlerce düşünce dolup taşıyordu.
“Gelecekleri belli olmadığından söylememiz doğru olmaz. Ama diğerlerinin bilmesi gerek. Lucas’a çaktırmadan bir plan yapıp yandaş toplamaya başlamalıyız. Askerler silahlandırılmalı ve eğitilmeli. Çok iş var çok.”
Ertesi gün Lucas uyuduğunda Elio sessizce odadan çıkmıştı. Planladıkları gibi sekiz Kraliçe ve Lucinda ile toplantı odasında görüşmüşlerdi. İlk önce Saffat’a bir mesaj yollamışlardı. Orada olan gelişmelerden haberdar etmesi istenmişti.
Üç Maymun kıtasına bir ziyaret düzenlenmesi planlanıyordu. Phiona bunu memnuniyetle kabul etmişti. Yıllardır görmediği eşine kavuşma hayalleriyle toplantıdan ilk çıkan o olmuştu. Diğerleri de fazla oyalanmadan odalarına dağılmışlardı.
Elio odasına girdiği vakit Lucas’ın rahatsızca kıpırdandığını gördü. İlk oğluna bakındı. Tombik kollarını başının iki yanına uzatmış uyuyordu. Battaniyesi beline kadar inmişti. Güzelce battaniyeyi düzeltip alnını uzunca öpüp yatağa ilerledi.
Camlar kapalı, şömine yanmasına rağmen teni buz gibiydi. Birbirlerinin sıcaklığına o kadar alışmışlardı ki yokluklarını hemen fark ediyorlardı. Yatağa iyice yerleştiğinde Lucas daha da kıpırdandığında Elio onu biraz daha kendine çekti. Mırıltılar eşliğinde eşinin göğsüne sığınan Lucas tekrar huzurlu bir uykunun kollarına kendisini bırakmıştı.
Sabah yanağında hissettiği küçük dokunuşlarla gözlerini açmıştı Lucas. Gözleri ilk ışığa alışamasa da görüşü netleştiğinde bir çift gri gözle karşılaştı. Rüya görüp görmediğini uzunca düşünmüştü. Karşısında cidden küçük Elio vardı. Oğlu beşiğindeydi yani Leonard olamazdı, nasıl gelebilirdi ki? Farkındalıkla gözlerini kocaman açıp yatakta doğruldu. Beline sarılan kollarda yatağa düşmüştü. Elio homurdanarak diğer yöne dönüp uykusuna devam etmişti.
“Leonard, bebeğim sen nasıl- nasıl beşiğinden indin?” afacan Leonard annesine sevimlice gülümseyip kıkırdamıştı. Uyanalı aslında çok olmuş beşiğinde dönüp durmaktan sıkılmıştı. Annesine seslenmiş ama kimseyi uyandıramadığında tam ağlamak üzereyken aklına bir fikir gelmişti.
Dönmüş dolaşmış beşiğinden çıkmaya çalışmıştı. Beşiğinden aşağı eğildiğinde tepe taklak poposunun üzerine düşmüştü. Şokla bir süre yerden kalkamayıp boş gözlerle etrafa bakınmıştı. Yeni şeyler keşfetmek için ayağa kalkıp odayı kurcalamaya başlamıştı en sonunda yatağa tırmanıp annesini uyandırmaya çalışmıştı.
Lucas hamileliğin etkisiyle daha derin uyumaya başlamıştı. Bu sebeple göğsünde hissettiği soğuklukla geceliğinin sıyrıldığını dahi hissetmemişti. Bir göğsü dışarıdaydı, belli ki oğlu karnını doyurmuştu.
“Elio kalk çabuk. Leonard beşiğinden dışarı çıkmış.” Oğlu nasıl beşiğinden inmiş diye düşünüp duruyordu. Ya düşmüşse demekten kendini alamamıştı. Ama düşse ağlardı değil mi? Tekrar çıkmaya çalıştığında ya bir yeri acırsa ne olurdu? Yeni bir beşik almanın zamanı geldi de geçiyordu belli ki.
Elio şiş gözlerle Lucas gibi yatakta doğrulduğunda ayakta çipil çipil onlara bakan oğlunu görünce yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.
“Benim oğluşum artık beşiğinden tek başına mı iniyormuş.” Leonard’ı kucağına çekerek yanağına sulu bir öpücük kondurmuştu. Lucas işin ciddiyetini anlamayan eşine kaşlarını çatarak bakmış ve sinirini çıkarmak istercesine karnına elinin tersiyle vurmuştu.
“Sen ciddi misin Elio? Ya düşüp bir yerini yaralasa ne olurdu.” Leonard daha çok küçük ve çok hareketli bir çocuktu. Ne yapacağı belli olmadığından artık daha dikkat etmeleri gerekiyordu.
Beşiğinden inip yanlarını geldiğini fark edememişlerse odada olmadıklarında ne olacağını düşündüğünde Lucas nefesinin daraldığını hissetti.
“Yeni bir beşik almanın zamanı gelmiş demek ki. Şöyle daha büyük daha uzun korkulukları olan bir beşik. Leonard’ın boyundan uzun olsun ki tırmanamasın.” Lucas ona sen ciddi misin bakışları atarken başını iki yana sallamıştı.
“Korkulukları çok uzun yapalım biz de oğlumuzu beşiğin içinden alamayalım olur mu hayatım. Çocuk hapis hayatı yaşasın içinde.”
Elio ne desem boş der gibi surat asıp bakışlarını oğluna indirdi. Kendi kendine mırıldanıp babasının elleriyle oynuyordu. Minicik elleri o kadar tatlı duruyordu ki Elio ısırmamak için kendisini zor tutuyordu. Hatta tutmamış sanki elini yiyormuş gibi yapmıştı. Leonard kahkahalara karışık çığlık atarak babasının ellerinden kurtulmaya çalışmıştı.
Lucas’ın korku ve siniri yanındaki minik savaşla kuş olup uçmuştu sanki. Baba oğlun birbiriyle uğraşmasını yüzünde oluşan gülümsemeyle izlemeye başladı.
Leonard gülmekten bir hal olmuş, gözlerinden yaş akmaya başlamıştı. Elio sabah eğlencesinin yeterli olacağını düşünmüş olacak ki oğlunu serbest bırakmıştı.
Beraber üstlerini giyinip kahvaltıya inmeye karar vermişlerdi. Lucas Leonard’ın artık ek gıda alması gerektiğini düşünüyordu. Annesinin sütünün müptelası olan oğlu için diğer gıdaları yedirmek belli ki onları çok zorlayacaktı. Elio yarı yolda eşi ve oğlundan ayrılarak Lucinda’yı kahvaltıya götürmek için gitti.
Yemek odasında tam bir kaos baş gösteriyordu. Ally’nin torunları Phiona’ın bacaklarına sarılmış salya sümük ağlıyorlardı.
“Gitme Phibi lütfen. Biz sensiz ne yaparız.” Miny ve Tiny senkonize bir şekilde konuşunca tüm salondan gülüşme sesleri gelmişti.
Oyun arkadaşlarını kaybeden çocuklar Phiona’yı bırakmaya pek meraklı değildi belliki.
“Ama kızlar kısa sürede geleceğimi söylemiştim değil mi? Hem size hediye de alırım. Ne istiyorsunuz söyleyin bakalım.” Ağlamaları kesilmiş hediyeyi duyunca birden gözleri parlamıştı.
Şekerden tut midilliye kadar onlarca hediye saydıklarında Phiona hiçbirine itiraz etmeden kabul etmişti. Lucas ve Leonard’ın yaklaştığını görünce Phiona’yı çoktan unutmuşlardı.
Ah afacan Leonard kızları görünce korkarak annesine sarılmıştı. Bu iki deli kız onu cidden çok korkutuyordu. Sulu öpücükler ve severken yanlışlıkla dövmeleri resmen kabus gibiydi. Lucas kızlara aldırış etmeden Phiona’ya doğru yürüdü.
“Nereye gidiyorsun?” sanki herkes Lucas’ın konuşmasını bekliyormuş gibi konuşmayı bırakmıştı. Lucas’ın sorusu odada bomba etkisi yaratmıştı. Phiona kem küm etse de ilk başta sonra gülümseyerek konuşmaya başlamıştı.
“Sebastian’dan mektup geldi. Yeni güzergahı Üç Maymun Kıtası olunca ben de gitmeye karar verdim. Ay çok heyecanlıyım resmen beş yıldır eşimi görmüyorum.”
Kraliçenin ülkesinden ayrılması pek sık görülmediğinden Lucas’a mantıksız ve şüpheli gelmişti. Yeni bir vukuat atlattıktan sonra yolda nelerle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Yine de ses etmeden ona gülümsedi.
“Yollarda dikkatli ol lütfen. Etraf çakal kaynıyor. Eşine selamlarımı ilet.” Phiona herkesle tek tek vedalaşınca yemek salonundan ayrılmıştı.
Odada sessizce yemek yenmişti. Lucas ne kadar rahatsız olsa da soru sormaktan çekiniyordu. Annesi düne kadar yaşadıklarına rağmen güzel sesiyle Lucas’ın içini ferahlatırken şimdi suskun bir şekilde masada oturuyordu.
Günler aynı şekilde devam ediyordu. Tuhaf bir sessizlik hüküm sürerken Elio ve Sara suikastçıyı sorgulamak için zindanların yolunu tutmuştu. Kapıya geldiklerinde bir askerlerinin yerde baygın yattığını görünce endişeyle hücreye doğru koşuşturmaya başladılar. Sara tekrardan bunca zaman silahsızlandırma yasalarını sürdürdükleri için kanunlarına küfrediyordu.
Ama odaya girdikleri anda hiç ummadıkları bir kişiyle karşılaşmışlardı. Üstü başı kan içinde kalmış James onlara sırtı dönük bir şekilde yerde hareketsiz yatan adama bakıyordu. Beyaz gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıyrılmıştı. Aslında beyaz demeye bin şahit isterdi. Kandan dolayı beyaz gömlek neredeyse tamamen kırmızıya dönmüştü.
“James sen ne yaptın!” Elio öfkeyle bağırdığında sesi dalgalar şeklinde zindanda yankılanmıştı. Ellerindeki tek fırsatı James’in intikam hırsı ve öfkesiyle kaçmasından korkuyordu.
“Adaleti yerine getirdim. Bu şerefsiz benim ailemin canına kastedecek ve ben onun yaşamasına izin vereceğim ha? Merak etmeyin canım ilk önce sorguladım tabii.”
Sara adamın nabzını kontrol etmek için yere çöktü. Elini boynuna koyup bir süre bekledikten sonra Elio’ya dönüp başını olumsuz anlamında salladı.
“Bu yaptığının bir suç olduğunun umarım farkındasındır. Benim krallığımda elini kolunu sallayarak adaleti kendin sağlayamazsın. Benim krallığımda benim askerlerimi yaralayamazsın. Ve benim krallığımda benim mahkumumu öldüremezsin. Kurul karşısına geçip tez vakit cezan verilecektir emin olabilirsin.” Öfkeden kuduran Sara ayağa kalkıp James’in üzerine yürümeye başladığında Elio sakinleşmesi için onu tuttu.
Aynı üzeri gibi yüzü de kan içinde olan James gülümsediğinde yüzündeki ifade daha da korkutucu olmaya başlamıştı.
“Adam pisliğin teki çıktı kraliçe Sara, ne yapsaydım aferin diyip salsa mıydım? Pek bir şey söylediği de yoktu zaten. Bizim için gelmişler, bakmış Lucas ve Lucinda da yaşıyor onları da öldürelim demişler. Sonra da güle oynaya Elena’ya haber vermeye gideceklermiş. Bir arkadaşının öldüğünü ve diğerin uçurumdan aşağı suya düştüğünü söylediğimde gülmeye başladı. Ken’in iyi bir yüzücü olduğunu söyledi. Hem de koca bir boğazı tek başına yüzüp geçebilecek kadar iyi bir yüzücü.”Umutla kalın. Sizleri seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDER'İN KALBİ
RomanceKalbinde ne kin ne de nefret. Öyle safça sevdiler ki birbirlerini, Yaktı yıktı her yeri, ejderha ateşi. Bir esaretti aslında onlarınki, Özgürlüğe nasıl evrildi? Ölümle süzülürken, Yeşil ve gri birleşti. Ateş ve buz gibi, Eridi Ejder'in Kalbi. Mpre...