20

1.1K 99 11
                                    

Hepinize merhaba. Biraz geç gelen bir bölüm oldu farkındayım ama buna değeceğini düşünüyorum. Yorumlarınızı merakla beklediğimi söyleyebilirim. Sizi şaşırtacağımı düşündüğüm bir bölüm yazdım. Keyifli okumalar.




Şehir o kadar sessizdi ki insana uykuda gelen ölümü hatırlatıyordu. Saat on ikiye geldiğini hatırlatan medyandaki saatin çanı çaldığında sessizliği adeta çığ gibi yarıp geçmişti. Herkes evlerinde, esnaflar dükkanlarını kapatmış, kar yağışı durmuştu. Her yer buz tutmuş, musluklar donmuş, evdeki insanlar işlerini güçlerini bırakıp ocak aşında ısınmaya çalışıyordu. Şehrin kasvetli havası insanın içine işlemiş ölüm sessizliği içinde bu soğuk günlerin geçmesini bekliyorlardı.

Saray ise yasa boğulmuş vaziyetteydi. Daha iki gün önce kötü haber saraya ulaşmıştı. Saraydan kaçtığı bilinen kraliçenin kendini kayalıklardan aşağı attığı haberi ülkeyi öyle bir çalkalamıştı ki, bu acı haber diğer krallıklara kadar yayılmıştı.

Ölen kişinin kraliçe olup olmadığını tespit etmek zor olmuştu, çünkü yüzü parçalanmış ve tanınmaz haldeydi. Ama üzerindeki kıyafetler ve boynundaki yeşil elmas kolyeyle birlikte siyah saçları kraliçenin olduğunun kanıtı saymışlardı.


Elena’nın yüzünden eksilmeyen sinsi gülüşü yok olmuş yerini korkutucu bir sertlik almıştı. Siyahlara bürünmüş ve omzuna attığı kürklü pelerini ile önde giden kırmızıya sarılmış tabutu takip ediyorlardı. Annesini severdi ama öyle delicesine değil. Onun idealleri ile uyuşmayan herkesi etrafından kaldırmaya çekinmezdi. Bu annesi olsa dahi. Annesi bir kaçaktı ve büyük bir cenaze törenini hakketmediğini düşünmüş, bazı yandaşları buna karşı çıksa da dinlememişti. Kendi aralarında bir cenaze töreni düzenlemeye karar vermişti.

Şimdiyse birkaç asker ve çalışan bir araya gelmiş cenaze yerini hazırlıyordu. Elena da büyük bahçeye çıktığında yerdeki buzlardan kaymamak için eşinin koluna girmiş şekilde yürüyordu. Bahçenin denize bakan bahçesinde toplanmışlardı. Bahçede büyük bir cenaze ateşi hazırlanmıştı. Tabutu güzelce üstüne yerleştirip her bir yanını yağa bulayıp hazırlamışlardı. Tabutun üzerindeki kırmızı örtü karla bezenmiş beyazlığın ortasında tüm canlılığıyla parlıyordu. Soluk beyazın ortasında kırmızı ne kadar göz alıcıydı. Ölümünde bile annesi bir asalet sergiliyordu resmen. Askerler bir meşale yakıp kraliçenin önünde eğilerek uzattı.

Elena inanmıyordu, annesin öldüğüne. Lakin sağına baktığında eşine sarılarak ağlayan Lilly’yi gördüğünde içindeki kuşku bir nebze sönüyordu. Kafasına geçirdiği siyah şala rağmen kızıl saçlarının ışıltısını kapatamayan Lilly o kadar içli içli ağlıyordu ki ölenin kraliçe olmaması imkansızdı.

Soğuk bir rüzgar esti. Herkes üzerlerindeki kalın kürklere sarınsa da üşümeden edemedi. Esen rüzgar dahi elindeki meşaleyi söndürmemiş, yavaş yavaş tabuta yaklaşmıştı. Attığı her adımda Lilly daha da şiddetli ağlıyor, zavallı kızın hali herkesi perişan ediyordu. Elena dahi bir damla göz yaşı dökmemişken kızın kraliçeye karşı duyduğu sevgi çoğu kişinin gözünü dolduracak cinstendi.

Lilly biliyordu ki kraliçe ölmemişti. Ama bu ağlamasına asla engel olmamıştı. Çünkü kaybedilen bir can ve oğluna kavuşmak için uzun yollar giden bir anne vardı. Lilly hem ölen kadın hem de uzun süre göremeyeceği kraliçesi için ağladı. Lucas’ın yaşadığını öğrendiğinde arkadaşına, sırdaşına karşı hissettiği hüzün gün yüzüne çıkıp onun içinde ağladı. Ama bunu Elena’nın bilmesine hiç gerek yoktu.

Vakit kaybetmeden meşaleyi odunlara değdirmiş, birden harlayan ateş soğuk havayı bölmüştü. Elena’nın yüzüne çarpan sıcaklık gözerini kamaştırsa da ateşe bir adım daha yaklaştı. Yüzüne çarpan sıcak havanın verdiği yakıcı his ile gülümsedi. Elindeki meşaleyi de ateşe attığında zevkle çıkan çıtırtıyı dinlemeye başladı.

Planları güzelce tutmuştu. Aslında intihar süsü vermek planın içinde değildi ama zamansız ölen hizmetçilerini kullanmak çok akıllıca olmuştu. Lucinda denize açılmadan önce kıyafetlerini değiştirmiş ve Lilly’ye vermişti. Bir askerin yanına gelip mutfakta çalışan kadının birden yere yığılıp öldüğünü söylemesiyle o anda hızlıca aklından geçen delice planı yapma kararı vermişti. Ölen kadını bir güzel giydirip kayalıklardan aşağı atmışlardı. Yaptığı bir canilik olarak düşünülebilir ama ona göre gerekliydi.

İki gün geçmemişti ki ceset nöbet tutan askerler tarafından keşfedilmiş hemen saraya taşınmıştı. Ardından hiç vakit kaybetmeden kraliçenin intihar haberi dört bir yana yayılmıştı.

Soğukla çarpışan sıcak havada buharlar çıkarıyor bir sis kümesi göğe yükseliyordu. Kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Ateşin çıtırtısından ve Lilly’nin hıçkırmasından başka ses çıkmıyordu.

“Hadi Lilly gidelim, hasta olacaksın.” Sör James eşiyle beraber sara doğru gitmeye başladı. Dışarıda sadece Elena ve eşi Nicolas kalmıştı.

“Anne sana güzel haberi veremedim. Ben hamileyim. Elveda.” Elini daha belli olmayan karnına koyarak okşadı.
---- ---
Güneş krallığında tüm kraliçeler bir araya toplanmıştı. Buna Lucinda dahildi. Lucas ve Elio’dan gizlice toplanan bu kadınların konuşması gereken önemli konular vardı.


“Önce Saffat’ı beklemeliyiz.” Maria hararetlenen gerginliği dindirmek için söze girişmişti.
“Bizi bu kadar ilgilendiren ne? Sonuçta bu vasiyet ve kader Kuzey Ejder Krallığı’nın değil mi?” senelerdir sırtlarında taşıdıkları yükten sıkılmış şekilde söze girmişti Rose.

“En çok da bizi ilgilendirir canım. Dünya savaşı çıktığında en çok kim zarar görecek sanıyorsun. Biz! Gelen geçen tüm krallar bu vasiyeti ve Kahini aradı, ve aradıkları bizim elimizde. Ona bunca yıl sahip çıktık, şimdide denilenleri yerine getireceğiz.”

“Bir şeyi çok merak ediyorum, eğer kaderi Saffat ortaya çıkardığıysa neden bize söylemiyor?”

“Çünkü hatırlamıyorum Majesteleri.” Konuşmaya o kadar dalmışlardı ki açılan kapının sesini dahi duymamışlardı.

“Kadere bakmak öyle kolay bir iş değil. Gözümü yumduğumda veya odaklandığımda ortaya çıkmıyor. Büyük bir meditasyon gerekir, büyülü nesneler ve birazda beynimi uyuşturan tütsüler. Zor ve zahmetli bir iş. Onları yazıya geçirdiğim gibi zihnimden silinirler ve eğer okumaya kalkışırsam bu bir felaket olur.” Elindeki kutuyu masaya koyduğu gibi bir toz kümesi kalkmıştı. Yıllarca sarayın derinliklerinde saklanmış ve hiç dokunulmamıştı.

Lucinda oğlu için endişelenerek konuşmaya başladı, “Şimdi ne yapmamızı tavsiye edersin? Benim tavsiyem Lucas olmadan bunu açmayalım.”

“Buna zaman yok, aç artık şunu Saffat.” Ginny’nin artık sabrı kalmamıştı, birden sert çıkışması salondaki herkesi şaşkınlığa uğratmıştı.

“Buna karşıyım, oğlum bilmeli. Bilhassa onun açması gerekiyor, ne kadar babası varislikten alsa da tek erkek çocuk o ve gelecekte tahta geçmesi gereken de o. Önümüzdeki büyük tehlikenin farkında değil misin Ginny Hazretleri.”

“Eğer kızınızdan bahsediyorsanız, tehlike arz etmediğini temin edebiliriz, nasıl olsa sizi ve Lucas’ı öldü biliyorlar. Ve ejderhadan da haberleri yok.”

Ginny ile gerginlik iyice artmış Lucinda ile saç başa girecek gibi duruyorlardı. Sakinliğini koruyamayan Lucinda, “Kızımın neler yapabileceği en önden tanık oldum. Babasını tahtın sahibi olabilmek için zehirleyen bir kızdan bahsediyoruz, ayrıca ejderhanın duyulma olasılığı oldukça fazla. Yüzlerce gemi gelip gidiyor, ağzı sıkı olmayanlar laf taşımayacağı ne malum.”

Çıkacak kavgayı önlemek için Sara artık söze girmesi gerektiğini biliyordu. “Bayan Lucinda Lütfen sakin olun, merak etmeyin halkımızın ağzı sıkıdır. Onlara güvenim tam. Elio kendi isteği ile açığa çıkmadığı sürece kimse ejderhayı öğrenmeyecek.”


“Lucinda bir konuda haklı, Elena ketum bir kız. Şimdiden yandaş toplamaya başladı. Belki bu yıl değil belki seneye de değil ama illa bir savaş olacak bunu hepiniz biliyorsunuz. Ve bunda Lucas ve Elio baş rolde oynayacak, onlara haber vermeliyiz. Bizzat onların açması gerekiyor, bu sırrı ortaya dökecek yegane insanlar onlar.” Saffat hepsinin gözlerinin içine tek tek baktı.

“Tamam o zaman bu toplantıyı haftaya erteliyoruz. Elio ve Lucas balayından dönene kadar kimse harekete geçmeyecek.” Maria itiraz istemez sesiyle konuşmuş ve hızla ayağa kalkmıştı. Saffat Lucinda’nın yanına giderek durgun kadının yanına oturdu. Salonda sadece ikisi kaldığında artık rahatça konuşabilirlerdi.

“Söylesene Saffat, oğlum iyi olacak mı? Çok endişeliyim, tam bir yuva kurdu derken böyle bir tehlikenin içine atmak sence doğru mu?”

“Söyleyebileceğim tek bir şey var, eğer doğru yolu seçerlerse mutlu olacaklar. Derinlemesine kadere baktığım vakit gördüklerimi unutuyor olabilirim ama bazen temas ile gelecekten küçük kesitler görüyorum. Elio ve Lucas ile ilk kez karşılaştığımda onların iki farklı geleceğini görmüştüm. Sonları ya ölüm ya da edebi mutluluk.”

“Umut olduğunu mu söylüyorsun?”
“Evet, Elio istemese de bulmacanın kayıp parçası. O normal bir ejderha değil Lucinda bunu hissettim. Katil bir tohumun parçası değil o. İçinde büyük bir sevgi var. Hele Lucas’ın bebeğinde, Lucas’ın karnına ilk dokunduğumda öyle parlak bir ışık kümesi gördüm ki, onun her şeyi değiştireceğine inancım her dakika daha da çoğalıyor.”


“Geriye sadece Lucas ve Elio’nun dönmesini beklemek kaldı. Mutluluklarına bir anda gölge düşürmeyi ne kadar istemesem de artık gerçekleri bilmeleri gerekiyor. Sandığın içinde kraldan bir mektup olduğunu söylemiştin değil mi? İçinde ne yazıyor?”

“Lucas tahtın varisi olduğu için onun okuması gerektiğini düşünüyorum. İçimde kötü bir his var. Sanki doğru bildiğimiz yanlışların bu mektupta ortaya çıkacağını hissediyorum.”

Her şey bir bilmece ve asla tamamlanmıyordu. Olacakları düşünmek herkesi tedirgin etse de çözüm arayışlarına devam etmeleri gerekiyordu.


----------
Lucas ve Elio ağaçlarla bezenmiş bir köşkte keyif yapıyorlardı. Elio’nun ejderhası rahat durmadığı için Ally ona kendi köşküne gidebileceklerini söylemişti. Böylece rahatça dönüşebilir ve kimse onları görmezdi. Çok yükseğe çıkmadığı sürece köy civarından asla görünmeyecek kadar gür ormanlarla kapalı gizli bir evi andırıyordu bu köşk. İlk önce çok korksalar da evin atmosferi ikisinin de hoşuna gitmişti. 


Ne çok büyük ne de küçük sayılabilecek bir evdi. Üç kattan oluşuyor ve büyük bir verandaya sahipti. Uzun zamandır gelinmese de düzenli temizliği yapıldığı için aşırı pis durmuyordu. Lucas yine de bir temizlik yapmaya giriştiğinde Elio onu durdurmuştu. Sonuçta eşi hamile ve ağırlık kaldırmamalı fazla efor sarfetmemeliydi.

Gündüzleri salonda şömine karşısında vakit geçiriyorlar, ormanda kısa bir yürüyüşe çıkıp Elio ejderhasına dönüşüp kanatlarını rahatlatıyordu. Doğanın biyoçeşitliliği o kadar hayran kalınasıydı ki hayvanlar hiç korkmadan evin çevresinde dolaştığında Elio’nun dili tutulmuştu. İlk defa bir geyik görmüştü. Ağaçtan ağaca atlayan sincapları hiç gözünü kırpmadan izlemiş, ağaçkakanların çıkardığı ağaca vurma sesini bir ninni gibi dinlemişti. Gece olunca baykuşların sesine ayrı bir hayran kalmıştı. Bazı zamanlar uzaktan uluma sesleri geldiğinde ikisi de geriliyordu. Ne de olsa güzel anıları yoktu.

Bugünse köşke geleli bir hafta olmuş ve saraya dönme vakti gelmişti. Elio kovalar dolusu sıcak suyu banyoya döktüğünde Lucas geceliğini üstünden attığında şiş karnı ortaya çıkmıştı. Elio’nun gözünde Lucas’ın esmer tenine hamilelik o kadar güzel duruyordu ki gözlerini alamıyordu. Karnında yer yer çatlaklar oluşsa da asla güzelliğinden ödün vermiyordu. Lucas eşinin dikkatli bakışlarından utanarak başını yere indirip karnını okşamaya başladı. o sırada elinin altında sıkça olduğu gibi bir tekme hissetti.

“Hadi gel bakalım üşüyeceksin.” Elio da soyunup eşinin elini tutarak onu suya soktu. Lucas tahmininden sıcak olan suyla bir an vücudunda yanma hissetse de belli bir süre beklediğinde bu his rahatlamaya dönüştü.

“İyi misin?”

“Evet, bir an su çok sıcak geldi. Ama şimdi alıştım.”

Elio eline aldığı tasla yavaşça Lucas’ın başından aşağı dökmeye başladığında Lucas gözlerini kapatmıştı. Siyah saçlarının dalgaları ıslandığında uzunluğu iyice belli olmaya başlamıştı. Su esmer teninde akıp gidiyordu. Birbirlerini yıkamışlar ama belli bir süre suda oyalanmışlardı.

Lucas’ın banyoda sevdiği bir şey varsa o da sırtını Elio’nun göğsüne yaslayıp suyun ve kendini Elio’nun ellerine bırakmaktı hem de her anlamda. Şimdide gözlerini kapatmış ve rahatlamanın verdiği etkiyle iyi ce mayışmıştı.

“Hiç gitmek istemiyorum.” Sesi mırıldar gibi çıksa da Elio onu duymuştu.

“Ben de gitmek istemiyorum ama uşağın getirdiği mektupta yarın bir toplantı olacağı yazıyor. Sabah erkenden yola çıkmalıyız.”

Lucas homurtularla sudan çıkmış ve eşinin yardımıyla havluyla kurulanmıştı. Gidecekleri için mutsuz olduğundan nazlanmaya karar verip kollarını açıp kucak istediğini belli etmeye çalıştı. Eşi buna dünden kabul, hemencecik kucaklayıp odalarına çıkardı.

“Çatlaklarım artıyor, artık çirkinleştim. Göğüslerim büyüdü, yanaklarım domates, parmaklarım şiş yüzük zar zor giriyor. Artık çirkin olmaya başladım.”

“Bunlar dört ay sonra gelip geçecek şeyler aşkım, ve sende bir daha çirkinim lafını duymayacağım çünkü her zamanki gibi çok güzeldin.”

Komidinin üzerindeki yağı alarak Lucas’ın karnına sürmeye başladı. Çatlakların artmasını önlemese de yavaşlatacağını söylemişti doktor. Hem de kuruyan cilde nemlilik verip masaj da yapılabilirdi. Karnından aşağı doğru yavaşça aşağı inmiş ve bacaklarına teker teker masaj yapıp en çok da ayaklarını ovmuştu Lucas’ın. Daha beş aylıkken ayaklarının ağrısından şikayet ediyorsa son aylarda hep kucak isteyeceği kesindi.

“Teşekkürler kocacığım.”

Ah bir de kocacığım lafı vardı. Elio’yu kalpten götürecek kadar etkiliyordu Lucas’ın cilveli sözleri. Yine bir durmuş, nefes almayı unutmuş şekilde bakıyordu ona. Lucas’ta anlayıp kıkırdayarak yorganın içine girip saklanmıştı eşinden.

“Eşin seni yiyecek şimdi haberin olsun.”

“Bugün yedin zaten. Yetmedi mi?”

“Hiç yeter mi güzelim, ben sana hiç doyamıyorum ki.” Elio’nun açık sözlülüğü ve hazır cevapları iyice utandırmıştı Lucas’ı.

“Tamam tamam uyuyalım hadi. Gel şöyle yamacıma ısıt beni.”

“Hadi geleyim bakalım yamacına, bugün de kurtuldun elimden.” Eşine hiç vakit kaybetmeden sarılmış kırmızı dudakları seslice öperek uykunun kollarına bırakmıştı kendisini.


Saraya gelişleri neşeyle karşılanmıştı yeni çiftin.  Lucas geldiğinde annesine hızla sarılmış ve gülüşerek büyük salona gitmişlerdi. Her zamanki yerlerine oturmuş yemek yerlerken Lucas bir gariplik olduğunu hissediyor ama sormaya çekiniyordu. Söze Sara onlara dönerek başladı.
“Lucas ve Elio, umarım tatiliniz güzel geçmiştir.”

“Teşekkürler majesteleri, keyifli vakit geçirdik.” Elio elindeki tavuğu kocaman ısırmadan önce hızla konuşmuştu. Yemeğini aşla yiyen Elio ortamdaki gerginlikten bir haberdi.

“Yavrum sizinle konuşmamız gereken bir durum var.” Annesi çatallaşmış sesiyle konuştu. Artık Elio da yemek yemeyi bırakmış kaynanasına bakıyordu.


“Bir sorun mu var anne. Geldiğimizden beri hepiniz gerginsiniz.”
“Geçen hafta bir mektup geldi. Buraya kaçtığım zaman bir kadın cesedi bulmuşlar ve onun ben olduğumu sanıyorlar.”

“Yani seni öldüğünü mü düşünüyorlar.” Lucas hayretle konuşmuştu. Bunun aslında iyi haber olabileceğini düşünüyordu. “Bu Elena’nın peşine düşmesini engellemez mi?”

“Şu an tek başına krallığı uçurumdan sürüklemek üzere tatlım. Sana söylemedik ama babanın ölümünden de o sorunlu. Şimdiyse kendisine yandaş toplayıp başta Güney Ejder Krallığı’nı kendisine bağlayıp diğer Krallıklara savaş açmaya hazırlanıyor.”


Elio duyduklarıyla kafasını hemen eşine dönmüştü. Gözleri dolu bir şekilde boşluğa bakıyor, elindeki çatalı öyle bir sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz kesmişti. Elio uzanarak eşinin elini tuttu. Tutuşu biraz gevşese de çatalı hala sıkıca tutuyordu. Eşinin yardımıyla biraz sakinleşmiş ve Elio yavaşça çatalı elinden almıştı.

“Asıl sorunumuz bu değil. Deden ölmeden önce gördüğüm kader ve onun bıraktığı bir mektup var. Sana kahin olduğumdan bahsetmiştim hatırlıyor musun?” Lucas belli belirsiz baş sağladı.

“Yazılmış kader ve dedenin mektubu elimizde ve sizin açmanızı istiyoruz.”

“Bunun bizle ne alakası var?”

“Çünkü tahtın gerçek varisi Lucas olmalı. Gelecekte bir savaştan söz ediyoruz bu nedenle baş rollerde siz oynayacaksınız. Çocuğunuzun geleceği söz konusu.”

“Tamam açalım. Ben, bir gün okarın bize döneceğini ve saklandığımız yerden çıkmak zorunda kalacağımızı biliyordum.” Eşine dönerek elini sıktı. “Daha fazla kaçamayız Elio.”

Beraber kalkıp gizli salona gitmişlerdi. Saffat elindeki sandığı Lucas’ın önüne koyup yerine geçmişti.  Titreyen elleriyle sandığın kulpuna uzanarak zar zor açtı. Derin nefes alarak içindeki katlanmış kağıtları çıkardı. İlk hangisini açması gerektiğine karar veremeyerek bir süre durmuş ve sonuçta ikisini de okuyacaklarını bildiğinden önde duranı açtı.


“Güneş gündüzken kararacak bir çift kanat ardında.
Gelecek bir felaket çanlar çaldığında.
Ateş hapsedilecek, demirler eriyecek.
Çarpışacak iki kardeş can pahasına.
Varis vermesi gerek bir karar, bu son şans.
Eğer kendi rızasıyla vazgeçmezse tahttan yok olacak dünya.”




Odada bir seslik oluşmuş yazılanların devamını bekleyen Sara merakla sormuştu, “Bu kadar mı?”

“Bu kadar yazıyor. Bunun kader olduğuna emin miyiz? Bana kehanet gibi geldi.”

“Evet bu benim yazdıklarım, gelecek her zaman açık olmayabilir.”


“Bu da çözmemiz gereken bir bulmacaya benziyor, ne yapmamız gerektiğini anlamadım. Kimden bahsettiği de belli değil. Lucas varis ise tahtan vazgeçmeli mi şimdi?” Elio’nun kafası karışmıştı.

“Bir çift kanattan bahsediyorsa bu sen oluyorsun.” Lucas kehanetin parçasını çözdüğünü düşünerek sevinçle şakıdı.


“Ya da bebeğiniz.” Şaşkınlıkla annesine baktı Lucas.


“Ne, bebeğinizin ejderha güçlerine sahip olacağını düşünmediniz mi? Hem Saffat geleceğin bebeğinizin elinde olduğunu söylemişti.” Annesi oğullarının saflığına şaşırdı.

“Evet Lucas, bahsedilen bebeğiniz olabilir. Cinsiyeti hakkında bir bilgimiz yok ama umarım oğlan olur. Geleceği parlak olduğu kadar da karanlık. Seçtiği yollar geleceğini etkileyecek.”

“Kafanızı daha fazla karıştırmayın, elbet çözülecek. Eğer bebeğin güneşi kapatacak kadar geniş kanatları olacaksa, kehanetin gerçekleşmesine ddaha vardır demek. Bu nedenle mektuba geçsen iyi olur.” Maria sabırsızlanıyordu. Düşündüğünden daha karmaşık bir yola girmişlerdi. Sonlarının iyi  olması için içinden sessizce dua etmeye başlamıştı bile.

Lucas son kağıt parçasını da açıp genzini temizleyip okumaya başladı.


Bu mektubu okuyanlara söylemeliyim ki bu benim itirafımdır. Ben eski ordu komutanı, Kuzey Ejder Krallığı’nın Kralı Alex.

Anlatılan tüm ejderha hikayelerinin bir saçmalıktan ibaret olduğunu rahatça söyleyebilirim.  Ejderha adasında yaşananlara tanık olan son insan ben olduğum ve ölmek üzere olduğum için itiraf ediyorum ki kralı kendi ellerimle öldürdüm. Bir kral olmaya layık olmadığımı düşünebilirsiniz. Zaten hiç kral olmayı istememiştim.

Ama eski kralın adına leke sürülmemesi için onu öldürdüğüme şerefim üzerine yemin ederim.

O gece ejderha adasına vardığımızda içime kötü bir his vardı. Ve ejderhaları uykusunda yakalayıp teker teker öldürdüğümüzde hiç ummadığımız birisiyle karşılaşmıştık. Kralın kızı Victoria karnı burnunda karşımızda duruyordu. Kısa beyaz saçlarıyla eteklerinin arkasına saklanmış ufak oğluyla beraber. Kral kinle hiç acımadan ejderhaların liderini öldürmüştü. O gündür kulaklarımda Victoria’nın Sander diye ejderhanın cansız bedenine bakarak haykırışı çınlıyor. 


Kral kızının ejderhanın yanına çöküp içli içli ağlamasına gururuna yedirememişti. Nasıl düşmanını sevebilirdi, bu krallığa bir ihanettir diyerek keskin kılıcını acımadan kızına saplamıştı. Böyle bir vahşete göz yumacak kadar cani bir insan değildim. Böyle alçakça bir şey hayatımda hiçbir zaman görmedim. Karşısındaki kızıydı ve karnındaki masum cana nasıl kıyabilirdi? Ve onu öldürdüm. Asla da pişman değildim.


Bu vahşete tanık olan birisi varsa o da küçük Elio ’dur. Victoria acı bir şekilde can vermeden önce ismini bana bahşetmişti.

O daha küçükken ejderhaya olan merakı babasının ikazlarının önüne geçtiğinde gizlice saraydan kaçıp konvoyun peşine takılıp ejderhayı görmüştü. Ama ejderha da onu gördüğünde birbirlerine aşık olduklarını söylemişti. O gün ejderha kendisine bir kurban kaçırmadığını çok net hatırlıyordum. Sonraki gelişinde de aynısı gerçekleştiğinde bir şeyler olacağı çok belliydi ve bir gece yarısı ejderha prensesi kaçırmıştı.


Ona asla zarar vermemiş ve ona tüm benliğiyle aşık olmuştu. Elio gerçek aşkın meyvesidir. Belki biz peşlerine hiç düşmeseydik mutlu bir hayat yaşayabilirlerdi.


Elio’nun da başına aynı şeyin gelmesini asla istemedim. Elio’yu bir odaya sakladığımda askerlerle kral ve kraliçenin cenazesini düzenledik. Bebeği ayrı bir yere gömerek kimsenin öğrenmemesini sağlamıştım.

Adanın etrafını surlarla çevirip bir daha dönmemek üzere terk ettik. Bu olaya şahit olan kim varsa hepsini öldürmüştüm. Merak edip adaya giden olursa diye bir kanun çıkardım. 

Belki oğlanı tek başına bırakmamalıydım ama o bir ejderhaydı ve başının çaresine bakabilirdi. Neden mi artık itiraf ediyorum? Çünkü bir gün gelecek ve krallık yıkılmak üzereyken ejderhalar tekrar yükselecek.



Eveet düşünceleriniz alalım, nasıldı bölüm. Bazılarınız tahmin etmiş olabilir tabii sksjsk.
  Yeni bir bölümle görüşmek üzereeee.

EJDER'İN KALBİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin