|30|

1.1K 56 21
                                    




Biz insanlar, nasıl bir döngü içinde hayatımızı idame ettirirdik? Tek bir düz çizgiden ibaret değildi çünkü yaşantımız. Ancak neye göre inişleri çıkışları belirlenirdi?

İyilikler ve kötülükler neye göre bulurdu mesela kader çizgimizdeki yerlerini? Ne zaman üzülüp ne zaman sevineceğimize nasıl karar verilirdi? Ne zaman kazanır, ne zaman kaybederdik? Hayat, bizden tam olarak ne isterdi?

Doğduğumuz andan itibaren ruhumuzu sarmalayan o koruyucu koza hangi noktada parçalanırdı? Ne zaman kanatlanıp uçmaya hazır hissederdik kendimizi? Ne zaman kendimize güvenip gökyüzünün güzelliğine teslim ederdik, kozasından çıkan savunmasız bedenimizi?

Peki uçmayı öğrendiğimizde bizi ne beklerdi? Özgürlüğümüze mi kavuşurduk? Yoksa kendi sonumuzu getirecek olan bataklığa saplanmak için bir rüzgarın uğultusuna kapılıp savrulur muyduk?

          Kozamızdan çıkıp özgürlüğe kavuşma hissinin yarattığı o tuhaf sarhoşlukla ne yapardık?

Döngümüzün, kader çizgimizin sonunda bizi ne beklerdi? Çiçeklerle dolu bir bahçenin en büyülü tomurcuğu bizi güneşin güzelliğine doğru yükseltir miydi, yoksa uçurumun kenarında duran kırık bir dalın güçsüzlüğü bizi hırçın dalgaların acımazlığına bırakıp soğuk sularda boğulmamıza mı sebep olurdu?

Ama, daha da önemlisi, sona ulaşana kadar nasıl sınavlara tabi tutulurduk?

          Bizi bekleyen o bilinmez sona ulaşana kadar ne gibi yollardan geçerdi adımlarımız? Sürünür müydük, emekler miydik, adımlar mı atardık, yoksa koşar mıydık?

Ben de sanırım; kabuğumu kırıp kozamı parçaladığım o büyülü özgürlük anından itibaren yaşadığım en ağır sınavlardan, en büyük dönemeçlerden birini geçiriyordum hayat döngümde.

Kader çizgimin en sert virajlarından birindeymişim gibi hissediyordum. Öyle ki, her adımımda büyük bir kontrolle ilerlemem gerekiyordu ancak peşimden gelen pislik dolu rüzgarın gücü beni oradan oraya savurup duruyordu. Bir adım ileri gidiyorsam iki adım geri sürükleniyordum.

    Dün gece ise bu virajın en fırtınalı ânını yaşamıştım.

        Uğruna, hiçbir şeyden habersiz masum bir insanı oyunuma sürüklediğim kariyerim; isteklerini, planlanan çerçevede gerçekleştirmediğim için imaj kaybına sebep olduğum bahanesiyle bir avuç para meraklısı yüzünden tehlikeye giriyordu.

         Ve yine bu fırtınalı ânda yanımda olan, oyunuma sürüklenen adamdan başkası olmamıştı.

        Yalım Alaz, varlığının getirdiği tüm sıcaklıkla fırtınanın ortasında çaresizce sürüklenen ruhuma dayanak olmuş; döktüğüm her gözyaşında elimi bırakmadan yanımda durmuştu.

           Vücudumun her bir zerresinde hissettiğim sızı, hareket etmemi zorlaştırırken uzun bir rüyadan uyanmakta zorlanır gibi gözlerimi açmakta zorlandım. Sanki, göz kapaklarımın üzerinde onlarca ansiklopedi vardı ve açılmalarına engel oluyordu. Ne kadar istesem de karanlıktan kurutulup ışığa kavuşamıyordum.

          Ne kadar zamandır uyuyordum? Bayılmış olabilir miydim yoksa? Ya da ağlaya ağlaya sızıp kalmış mıydım? Daha da önemlisi, neredeydim ben?

          Gözlerimi açacak gücü kendimde bulamasam da yatay pozisyonda olmadığımı idrak edebiliyordum. Vücudumun her bir noktası sızlıyordu ancak sırtım ve boynumdaki ağrı hissi hepsinden fazla kendini belli ediyordu.

ARJİN ||  (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin