|73|

446 39 32
                                    




Mezarlık...

Göğe doğru yükselen irili ufaklı ağaçların gölgelerinin kapladığı, attığın her adımda ayağının altında ezilen ağaçlardan düşmüş ve çoktan kurumuş olan yapraklar ve belki de binlerce gözyaşına şahitlik etmiş toprağın olduğu; kimi zaman sadece birkaç hıçkırık ve yakarışın anlatmaya yettiği, kimi zamansa tasvir etmek için kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir tarifsizlik hali...

Mezarlıklar için hiçbir zaman bir yer ya da mekan diye bahsetmeyi doğru bulmamıştım. Çünkü teknik olarak bir lokasyonu ifade etse bile insanlar özelindeki anlamının çoğunlukla 'acı, kayıp, boşluk' ya da bunların tam tersi olarak 'huzur, sessizlik, güven' gibi karşılıklar bulduğunu biliyordum.

Mezarlıklar sadece yüzlerce mermer taşın oradaki toprağın altında yatan isimleri gözler önüne serdiği bir yer değildi çünkü.

Kimisine göre fiziken yanında olmasa bile kalbinden bir an olsun ayırmadığı kayıplarıyla dertlenip hasret giderebilmek için bir alandı. Kimisi için hatıralarını yad etmek adına, eski dostlarını ya da büyüklerini ziyaret ettiği bir uğraktı. Kimisinin ise en beklenmedik, en acı verici anlarının toprak altına gömüldüğü son duraktı.

       Bana göre ise yıllardır tek bir kelimenin karşılığıydı; baba...

       Yepyeni umutlarla uyandığım bir sabahın ardından aniden haberini aldığım kayıptan bana kalan son somutluk; ona, ilk sırdaşıma, babama seslenmeye gücümün yetmediği her güçlükte soluğu yanında aldığım bir sığınaktı toprağın başına dikilmiş olan o mermer mezar taşı.

       Şimdi de yine aynı döngünün içine girmiştim. Yıllardır ne zaman çıkmaza girsem; kimseye sesimi duyuramadığımı, sorgusuz sualsiz beni dinleyecek ve bana güven verecek birine ihtiyaç duyduğumu hissettiğimde soluğu aldığım o yerdeydim. 

       Upuzun servilerin altında, güneşin tüm heybetiyle selamladığı gökyüzüne rağmen üzerine düşen gölgelerin huzurunda yatan babamın baş ucundaydım. Çocukken de ne zaman canım yansa ona koşar, kollarının arasına sığınırdım.

        Şimdi de akan gözyaşlarım onun göğsüne değil toprağına değiyordu, bense ona fiziken sarılamasam da bir şekilde onu hissedebilmek için toprağından güç almaya çalışıyordum.

           Pırıl ablanın eve gelip benimle konuşmasının üzerinden üç gün geçmişti. Ertesi gün Eliz bütün gün boyunca evde olmadığı, mesaisi geç başlayacak olmasına rağmen birkaç işi olduğunu söyleyip erken çıktığı için yalnız başıma kalıp düşünmeye epey bir vaktim olmuştu.

            En sonunda evin duvarları üstüme üstüme gelmeye, aldığım nefes ciğerlerimi genişletmek yerine daha da daraltmaya başladığında daha fazla dayanamamış ve sevgili arkadaşıma annemlere gideceğime dair bir mesaj atarak evden çıkmıştım. Yalan da söylememiştim. Gerçekten annemlere gelmiştim.

        Ama ne beni kapıda ruh gibi görüp endişelenen annemin şefkatli kolları ve derdime derman olmaya çalışması, ne de anneannemin dizine yattığımda saçımı okşarken ağlamamam için çabalaması işe yaramıştı. Yalım'ın o son bakışları gözlerimin önüne geldiği her an içimde katlanarak büyüyen ağlama hissi bir türlü geçmemişti. Bense son çare olarak buraya, yüzüm olmadığı için günlerdir kaçtığım o yere gelmiştim. 

Neyse ki sabahın fazlasıyla erken bir saati olduğu için etrafta benden başka pek kimse yoktu, böyle yürüyen hayalet gibi duran yüzümü kimse görmemişti.

ARJİN ||  (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin