|50|

825 56 19
                                    



  
          Hayat denen bu tiyatro oyununun iniş çıkışları öylesine bilinmezdi ki; dümdüz bir patikada yürürken bir anda uçurumun kenarında bulabilirdik kendimizi. Hava günlük güneşlik iken bir anda yağmur bulutları çökebilir, her yanı sis kaplayabilirdi.

      Ne önümüzü görebilirdik ne de bir adım ileri gitmeye cesaret edebilirdik...

        Ben de şu an tam olarak böyle hissediyordum. Dümdüz bir patikadan falan çıkmamıştım gerçi, zaten günlerdir dağ tepe tırmanıyordum. Ancak Yalım sayesinde şu an derin bir uçurumun kenarında dikiliyordum.
       
           Şile'ye kadar gelip beni bulması, apar topar buraya getirmesi, birlikte sahneye çıkmamız ve yine göz göze şarkı söylememiz bir yana dursun; şarkının bitmesinin ardından sahneden inmemiz, daha doğrusu Yalım'ın, bize bakan onlarca çift göz eşliğinde beni elimden tuttuğu gibi sahneden indirmesi ve yine aynı bakışlar altında kalabalıktan geçirerek koridora oradan da ara kapıya getirmesi sanki bir rüya sahnesinden ibaretti. Ne ara olup bitmişti, çözemeyecek kadar sersem hissediyordum kendimi.

         An itibariyle ise o meşhur ara kapıdan geçmiş, iki mekanın arasında boşluk görevi gören küçük yerle Hades'in bekleme alanı arasındaki eşikten geçip bomboş mekanın orta yerine gelmiş bir halde karşılıklı duruyorduk.

        Ne ben ondan bakışlarımı ayıracak gücü kendimde bulabiliyordum; ne de o, içinde gizli bir efsun barındırdığına inanmaya başladığım kahve irislerini benden çekiyordu.

          Aramızdaki sessizlik ve bakışlarımız arasındaki görünmez bağın ağırlığı, daha fazla dayanacak gücümün kalmamasına sebep olurken titrek bir nefes verdim. Her ne konuşacaksak lafa girmesini bekliyordum ancak o beni izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Hâl böyleyken bendeki gerginlik seviyesi de an be an artıyordu.

"Ne konuşacağız?"

     Gözlerimi ondan kaçırmayı başardıktan sonra, artık ezberlemeye yüz tuttuğum mekanın içinde bilmem kaçıncı defa gezdirdiğim bakışlarım sonunda tekrar onu bulduğunda buram buram gerginlik ve merak kokan soruma karşın derin bir nefes aldı.

"Birçok şeyi."

       "Nasıl, birçok şeyi?"

       Verdiği açık uçlu cevaba karşın kaşlarımdaki çatılma, alnımın kırıştığını tahmin etmeme sebep olurken yüz ifadesini okumaya çalıştım.

          "Günlerdir sustuğumuz birçok şeyi Pera." dedi ve gözleri, mutfaktaki o malum dolabı bulurken devam etti. "Ama senin için de bir sakıncası yoksa burada değil. Birinin çat kapı gelip bölmesini istemiyorum."

Tedirginlik kırıntıları yerleşen bakışları, onu reddedersem ne yapacağını hesaplar gibiyken sertçe yutkunduğunu hareket eden Adem elmasından anladım.

"Sana uyarsa içeri geçelim mi?"

Bakışları, dolabın arkasındaki gizli odayı işaret ederken tekrar sorduğunda birkaç saniye içimdeki hesaplaşmayı dinledim.

Bir tarafım; zaten günlerdir ondan ve bana hissettirdiklerinden kaçtığımı, kendi iyiliğim için bir an önce buradan gitmem ve onunla arama mesafe koymam gerektiğini savunurken diğer yanım ise benimle ne konuşmak istediğini deli gibi merak ediyordu.

"Olur."

Baskın çıkan tarafım, mantığım değil kalbim olurken tilkilerimin müdahalesinden önce dudaklarımdan dökülen onayın ardından onu beklemeden malum dolap kapısına doğru ilerledim.

ARJİN ||  (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin