"Bırak dokunma bana."

38 0 0
                                    

Babamın geceden açık bıraktığı televizyon sesine uyandım. Berbat bir rüyaydı, ben ve alkol... Ben
babam değilim dedim sesli bir şekilde, bunu duymaya
ihtiyacım varmış gibi. Kendime gelip yataktan çıktım. Seri hareketlere kardeşim Yaren’in ütülediği okul
formamı giyip kahvaltıya oturdum. Zihnimde hala gördüğüm rüya kendini başa sarıp aklımı
kurcalıyordu. Yaren’in abi diye seslenmesiyle irkildim.

“Sana sesleniyorum kaç saattir iyi misin?” dedi.

“İyiyim yok bir şey . Gel masayı toplayalım çıkmam gerek.” dedim.

Kafasını olumlu anlamda sallayıp tabakları toplamaya başladı. Bende ona
yardım ederken bir yandan da babamın nerede olabileceğini düşünüyordum.Büyük ihtimalle yine
bir yerlerde sızıp kalmıştı. Sıkıntıyla nefesimi verdim. Kardeşimi öpüp evden çıkmak için kapıya
yöneldim. Eskimiş apartmanın eskimiş kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Rutubet kokusu yüzüme
çarparken hoşnutsuzca yüzümü buruşturdum. Daireden çıkarken kapanması için yavaşça ittiğim
kapının korku filmlerini andırır bir gıcırdamayla kapanmasına odaklanmış olacaktım ki, kapının
hemen sol tarafında sızmış olan babamın koluyla alkol şişesini devirmesi birden irkilmeme neden
oldu. Üstü başı dağılmış yanında birkaç şişeyle öylece yatıyordu. Şaşırmadım, ilk değildi belli ki son
da olmayacaktı. Eğilip hafifçe omuzlarından sarstım.

“Baba kalk hadi.” diye seslendim. Homurdanarak yavaşça gözlerini açtı. Büyük bir huzursuzlukla bana
baktı. Kaşlarının çatılmasıyla elinin tersiyle beni ittirip,

“Çık şurdan!” diye kükredi. Hafifçe geri çekildim. Yerden kalkmak için debelenmeye başlayınca yavaşça
kolundan tuttum. Aynı şekilde tiksinir gibi kolunu çekip, “Bırak dokunma bana.” dedi. Alkolün etkisiyle
harfleri yuvarlayarak söylüyordu. Sallanarak eve girip kapıyı yüzüme sertçe çarptı. Bir süre kapanan kapıyı
izledikten sonra yerdeki şişeleri elime alıp merdivenlere yöneldim.

Yıkık dökük basamakları inerken şişeler birbirine ufak ufak çarpıp minik çaplı birkoro oluşturuyorlardı,
tıpkı kafamın içi gibi. Binadan çıkıp şişeleri attıktan sonra dar sokaklarda yürümeye koyuldum.
Cehennemden bir parça olan okuluma
gidiyordum. Aslında derdim okulla değildi, okuldaki insanlardı. Hepsinin zorba, kaba, şımarık halleri
beni içten içe zehirliyordu.

Çok geçmeden okulumun tabelasını gördüm “Milli Piyango Lisesi”. İsminde bilehayır yoktu. Gerçi
Tarlabaşı’nda olan liseden ne beklersin ki? Kapıdan girdim ve etrafa bakınarak ağır ağır yürümeye
başladım. Ne kadar rezalet bir okul olduğu gerçeği bir kez daha yüzüme vurdu. Kırık camlar, tahtaları
çıkmış banklar, sıvası dökülmüş duvarlar... Böyle bir okulda gelecek kaygısı olan bir tek bendim sanırım,
bir tek ben omuzladım geleceğimi. Koridorda yürürken yankılanan okul sesleri kulaklarımı doldurdu.
Küfürler, kavgalar ve kaosu tek başına durdurmaya çalışan okul müdürü. Sınıfıma yaklaştığımda kapıda
duran okulun zorbası Rüzgar telaşlanmama neden oldu, sanırım yine yemek paramı kaptıracağım diye
düşünürken hemen ellerimi cebime sokup babamın şarap kokan ceketinden aldığım 5 lirayı avuçlarımın
içinde sakladım. Rüzgar beni sanki hiç görmemiş gibi yanından geçip sınıfa girdim. Bazen ezik olmak
görünmez olmakla aynı kefende gibiydi. Ortadan 6. sırada oturuyordum. Buradan tahtayı net
görebiliyordum fakat önümde duran o saçlar sanki yaradılıştan önce var olmuş, hiç keşfedilmemiş
topraklar kadar saf güzellikteydi. Şevval o kadar güzeldi ki gözlerim ona bakamayacak kadar aciz
kalıyordu. Ders başlayacak konuya odaklanmalıyım diye geçirdim içimden. Bu tanrısal güzellikten zihnimi
uzak tutmalıyım. İlk dersimiz İngilizce, okul müdürümüz Hira Hanım’ın dersi sadece 1 ders, sonra beden
dersi. Gerçi sınıfımızdaki bütün erkekler Hira hanım’a deli olur.

İşte geldi.
“Good morning students.”“Good

KÜLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin