"Avlanacağız."

4 0 0
                                    

olmadığını telkin edip durdum. Ağır bir şekilde aralanan göz kapaklarım ile yeni aydınlanan havanın
içeriye yansıttığı ışık, küveti görmemi sağlayacak kadar aydınlatmıştı. Babamın geriye düşen kafası,
küvetin dışından sarkmış eli ve parmaklarından damlayan seyrek anlar… Sanki hepsi şu an yaşanıyor
gibiydi. O kan ve su dolu küvet sanki ağzımın içine dökülüyor, kanın tadını hissedebiliyordum. Derin bir
nefes alıp içeriye girdim ve hala temizlenmemiş olan küvete baktım. Kan o günkü renginden daha koyu
bir hal almıştı, sanırım tamamen kurumuştu. Fayansta yer yer belli olan kan izlerinin üzerine basmamaya
dikkat ediyordum, sanki basarsam benim canım yanacaktı. Midem bulanıyordu. Daha fazla burada
kalmak midemi bulandırıyor… Arkamı dönüp kapıdan çıktım. Salona gitmek için koridorda yürürken
babamın odasının kapısının açık kaldığını farkettim. Sanırım Yaren ilk eve girdiğinde babama bakmıştı.


Odanın kapısını itip açtığımda çarşafı kırış kırış olan bir yatak ve yere düşen yastık gözüme çarpmıştı.
Ne zaman içeriye girdiğimi bile anlamadan kendimi yatağın kenarında bulmuştum. Kafamı
kaldırdığımda yarı açık olan kapının arkasında asılı duran hırka dikkatimi çekmişti ve o kollarındaki
kan lekesi. Bayağı eskiydi, neredeyse hatırlayamadığım çocukluk anılarım kadar eski. Ama bu kan
lekesini hatırlıyorum, ilk av, ilk ölüm, ilk korkum. Babamın gözlerindeki o ilk acımasızlığı gördüğüm
zamandı. İlk ve son defa bir baba oğulgibi ava çıktığımız an. Dün gibi hatırlıyorum sevinçten yol
kenarında bulunan küçük ağaç dallarını kırıp kendime silah yaptığımı. Sanki karşımda bir düşman
varmış gibi, sol gözümü kapatıp çubuğu kaldırıyor ve nişan alıyordum. Babam ise benden 1- 2 metre
önde gidiyor arada bir kılıfında duran bıçağı çıkartıp kontrol ediyordu.


“Baba.”


“Söyle.” demişt bana kılıfına geri sokarken bıçağı.


“O bıçakla ne yapacaksın bu koca ormanda?.”

hafifçe kafasını çevirip yüzünde garip bir gülümseme ile;.

“Avlanacağız.”


“Avlanmak mı? Burada neyi avlayacaksın ki? Burada geyik olmaz şehre çok yakın.”


Sesli ve içten olmayan bir şekilde gülüp,


“İlla avlanmamız için büyük bir şeyin olması gerekmiyor, balık da avlanılır, fare de, tavşan da, domuz
da… Bugün sana nasıl büyük ve cesur bir erkek olunur onu öğreteceğim çocuk.’’


Sevinmiştim ilk defa babam bana bir şey öğretecekti hemde cesur bir erkekolmayı. Ormanın içlerine
doğru indiğimizde babam bana,


“Burada bulunan 4 ağaç var ya, onların çevresini ara ve bize ziyafet için yakacak
odun bul. Bende gidip yiyebileceğimiz bir şeyler avlayayım.


Kollarımı önümde kavuşturup yüzümü asarak,


“Hani bana da öğretecektin cesur erkek olmayı? Odun arayarak nasıl cesur olayım? Bunu kız
çocukları bile yapar.” diye itiraza kalkışınca babamda,


“Cesaret bir av bulduğunda olmaz. Öldürecek kabiliyetin ortaya çıktığında, bir canlının ölümü senin
elinden olduğunda cesur olursun ama bu hep öldürerek değil, sadece yiyebileceğimiz bir hayvan için
geçerli. Zorunlu olmadığı müddetçe bir canlının eceli olmak seni cesur biri değil, aptal biri yapar ufaklık. O
yüzden bu iki olayın arasındaki ipi sağlam tut ve asla unutma. Cesaret yürek ister, aptallıkise değil.”


Kafamın içindeki sesleri artık bastıramıyorum. İçimde beni yok edebilecek kadargüçlü bir ateşin parçaları
bedenime yayılıp duruyor. Ruhu bir kuş kafesine koyup, kafesi daha da daraltmak ister gibi sıkıyorlar.
Uykularım benden kaçıyor ya da ben onlardan.

KÜLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin