Saat on bire yaklaştığında ve hava çoktandır karardığında çöktüğüm yerden kalktım. Acıkmak, susamak umurumda değildi. Hemen yanımdaki pencereden Toprak'a bakmak için doğrulmuştum birkaç kez. Toprak saatlerdir ortada yoktu, son bir buçuk saattir de öylece oturuyordu gölün üzerindeki tahta zeminde. Artık gidecektim ve içimi dökecektim. Bu işin kaçarı yoktu. Utancı, gururu ve diğer her şeyi göz ardı ettim.
Onu kaybetmek istemiyordum ve kalbim onun için hızlıca atıyordu, bunun bilincinde gidecektim yanına sadece. Saçma sapan sözleri, anlamsızca karşı gelişleri telafi etmek istiyordum. Onu hayal kırıklığına uğrattığım için ben de hayal kırıklığına uğramıştım. Kavga ettiğimizden beri sadece bu durumu düzeltmeyi istedim. Oturmaktan uyuşan bacaklarıma kendisine gelmesi için zaman verdim.
Toprak'ın odasına gidip oradaki dolabın alt kısmından ince bir pike çıkardım. Odadan çıktıktan sonra pikeyi portmantoya bıraktım ve botlarımı giyindim. Pikeyi tekrardan elime alıp evden çıktım, kapının arasına ayakkabılıkta gördüğüm bir ayakkabıyı sıkıştırdım çünkü Toprak muhtemelen anahtarı yanına almamıştı, ben evdeyim diye.
Yorgun adımlarla tahta zemine doğru yürümeye başladım. Adım seslerimi duymuştu, biliyordum. Başını hafifçe yana döndürdü. Bir süre öyle kaldı ama tekrardan önüne döndü. Soğuk hava tenimi ısırdı. Gece öylesine sessiz, ıssız ve güzeldi ki. Buna rağmen dünyadaki en huzursuz insan olabilirdim. Bu iç sıkıntısını geçirecek tek şey onun üzüntüsünü, öfkesini geçirmekti. Benim bu hayattaki mutluluğum sevdiğim ve değer verdiğim insanları mutlu ve güvende hissettirmekten geçiyordu.
Aslında amacım yanına oturup gözlerine bakarak içimden gelen her şeyi söylemekti. Ama onun öfkesi, benim de korkaklığım buna engeldi. Elimdeki pikeyi ona örtmeme izin vermeyeceğine adım kadar emin olduğum için, onun hemen arkasına oturduktan sonra kucağıma bıraktım. Sırtımı sırtına yaslamak istedim ama öfkesinden çekiniyordum. Önce konuşmalıydım. Avuçlarını tahta zemine yaslamıştı, onun gibi yaptım. Onun parmaklarının bittiği yönde benim parmaklarım vardı. Aramızda bir boşluk bıraktım. Oturmama ses çıkarmamıştı ama ben yine de açıklamak istedim. ''Seninle konuşmak istiyorum, o yüzden lütfen gelmemi sorun etme.''
Sessiz kaldı, sorun etmedim.
Beni dinlesin, yeterdi.
O gölü izliyordu, ben göl evini. Bu şekilde konuşmak daha kolay olacaktı. Rüzgârda savrulan saçlarım ensesine çarpıyordu. İki dakikayı geçkin bir süre kendime zaman tanıdım. Bedenim hemen soğuk olmuştu, onun ne kadar üşüdüğünü tahmin bile edemiyordum. Boğazımı ıslattıktan sonra dudaklarımı araladım. Bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştim ama pat diye söyledim. ''Kıskandım seni.''
''Toprak, özür dilerim. O kadını ilk gördüğüm anda çok kıskandım. Güzeldi ve sana bir şeyler hissettiği belliydi. Bu durum canımı sıktı ama dayandım.'' Derin bir nefes aldım. ''Ama onun senin odandan çıktığını görünce, yazdığı şeyi okuyunca dayanamadım, çıldırdım. İkimiz de öfkeliydik. Bu sözler içimden geçmedi ki, yemin ederim.'' Sesim titrediği için ara verdim. İçimi dökerken kelimeler boğazımı yarıyordu sanki. Gözlerim ıslandı. ''Sadece seninle kavga etmek, sinirimi senden çıkarmak istedim çünkü o kadının senden hoşlandığını görmek ve beraber vakit geçirmeniz beni çok rahatsız etti. Neden bilmiyorum ama rahatsız oldum işte. Özür dilerim.''
Derin bir nefes aldığında sırtı hareket etti, bunu aramızdaki küçük mesafeden hissettim.
''Toprak, salonda söylediğim gibi bir şey yok. Ben seni karşıma almak istemiyorum ki.'' Gözyaşlarım sessizce dökülürken sesim de titriyordu, buna engel olamıyordum. Onun sessizliğinden cesaret alarak bir adım geriye kaydım ve sırtlarımızı birleştirdim. Hem onunla temas etmek hem ondan güç almak istedim. ''Babamı yaptıkları yüzünden sevmiyorum, o ismini anmamı istemediğin adam umurumda bile değil.''
''Ağlatmadan anlat şunu.'' Tok sesi içimi ürpertti. Benimle konuşması bir nebze de olsa rahatlatmıştı. Sesli bir nefes bıraktı, bedeni kasıldı. Bunu temas eden bedenlerimizden anladım. Sesimin titrememesi için kendime birkaç saniye verdim. Gözyaşlarımı sildim.
''Ben bugün babamın ölmesine izin veren kişi olmamak için telaşın içinde ulaşabildiğim bir insan olduğu için onu mecburen aradım. Ben bugün seni kıskandım ve öfkelendim. Daha öncesinde de sen zarar görme diye, olay çıkmasın diye sustum ama yemin ederim ki gitmeyecektim. Bugün sana beni buradan uzaklaştırman için anlatmıştım.''
''Ağlamadan anlat dedim.''
Farkında bile değildim ki.
İç çektikten sonra devam ettim. ''Toprak ben sadece babasının ölümüne sessiz kalan kızı üstlenmeyeceğim bu hikâyede. Bunu yapamam, bunu kaldıramam. Anneme böyle bir şeyi yaşatamam. Ama seni de karşıma alamam. Öyle çaresizim ki.'' İç çektikten sonra yine konuştum. ''Ne yapacağım ben? Sensiz kalmak istemiyorum, yetim de kalmak istemiyorum...''
''Ya konuşmayı ya ağlamayı kes.''
''İstemiyorum, o adam bir yerlerde nefes alsın ama yüzünü bile görmeyeyim istiyorum.'' Burnumu çektim. Soğuktan kıpkırmızı olmuştu ve akıyorlardı. ''Benim için öyle zor ki, çocukluğumda bana fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamış bir adamı, birinin hayatını mahvetmiş hırsız bir adamı, anneme hayatı dar eden bir adamı yaşatmaya çalışmak benim için öyle zor ki. Sürekli kendime aptal olduğumu söylüyorum. Ama işte yapamıyorum, öleceği fikrine katlanamıyorum.''
''Yeter. Sus. Ağlamayı kesmediğin için sana konuşmayı yasaklıyorum, kız çocuğu.'' Sesi belki soğuktan, belki bu durumdan dolayı boğuk çıktı ama üstüne basarak taviz vermeyen şekilde konuşmaya çalıştı. Kız çocuğu dediği için içimin ısındığını hissettim. Başında 'küçük' sıfatı olduğunda daha şirin olabiliyordu ama böyle bile öyle güzeldi ki. Aradaki tüm mesafeleri yıkan bir sözdü bizim için sanki. Ya da bana öyle geliyordu.
Bacağımın arasındaki pikeyi almak için biraz eğildim. Başını yana çevirdi. Bana dönmek istedi. ''Dur, lütfen.'' diye mırıldandım. Dizlerimin üstünde ona döndükten sonra pikeyi üstüne örttüm ve tekrardan ona yaslandım. ''Böyle kalalım, olur mu?''
Saniyeler geçti, suyun ve bizim nefes seslerimizden başka bir ses yoktu.
''Olur.'' dedi, sesi benimki gibi yorgundu.
Başımı geriye atıp omuz çukuruna yasladım. Şimdi gözlerim gökyüzündeydi. Birkaç dakika öncesine göre daha huzurlu hissediyordum. Ona içimi dökmek beni rahatlatmıştı.
Sessizliği tattığımız dakikaların ardından Toprak, ''Üzerine ceket almadan çıktığını söyleme.''
Sessiz kaldım, üzerime ceket almadan çıkmıştım.
''Bu pikeyi alıyorsun.'' derken üstündeki pikeyi sıyırdı. Kolları sırtıma değdi. Çok soğuktu. ''Ve içeri koşuyorsun.''
''Ama sen...''
''Hadi içeri.'' dedi, itiraz istemeyen ses tonuyla. ''Geleceğim.'' diye ekledi.
''Tamam.'' diye mırıldanıp yerden destek alarak kalktım. Bana uzattığı pikeyi alıp omuzlarıma attım. Hâlâ birbirimize bakmamıştık, bunun tuhaflığı vardı üzerimde. Ama olsun, böylesi konuşmama yardım etmişti. Üzerimdeki pikenin ağırlığıyla sallana sallana eve gittim. Hem uykum vardı hem açtım ama şimdilik sadece uyumayı düşünüyordum.
Eve giderken bakışlarını üzerimde hissettim. Kapının önüne dönüp ona baktığımda hislerimin doğru olduğunu anladım. Göz göze gelmiştik. Kapının arasındaki ayakkabıyı çekmeden içeri girdim. Öyle uzun bir gündü ki. En büyük yıkımımızı yaşamıştık ama bu birkaç dakikalık iç açma durumu bile kendimi teselli etmeme yetiyordu. Koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım. Bu evde tek bir yatak vardı, onu da Toprak'a bırakmak istiyordum. Göz kapaklarım ağırlaştı.
Ve uyudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...