8.BÖLÜM

10.3K 483 34
                                    


Zihnimdeki düşünceler, kalbimi kanatıp acıyı boğazıma dizilerek yutkunmama bile engel olacak bir acıyı omuzlarıma bindirirken iç çektim. Kapattığım gözlerimi sıktım, uzun bir süre açmak istemiyordum. Kendi karanlığımda, düşüncelerim hızla akarken boğuluyor gibiydim. Ben, benden yana değildim. Kendimi suçluyor, vicdanımı ve aptallığımı sorguluyor, nedeni olduklarımı yüzüme çarpıp duruyordum. Bu davada kendimi ve babamı karşıma almıştım, Toprak'ın yanındaydım. Dudaklarımı birbirine bastırdım, kendime karşı çok öfkeliydim. Düşünmeden, itaatkâr bir tavırla yaptığım şey nasıl çirkinliklere sebep olmuştu böyle? Kendimden iğrendim. Neden sorgulamamıştım ki babamın isteğini?

On altı yaşında olmak, düşünüp sorgulamak için yeterli bir yaştı bence. Böyle bir çirkinliği kafasına koyan babam, başka türlü de olsa halledecekti bu işi belki ama buna sebep olduğum için berbat hissediyordum. Bu çirkinliğin yardımcısı olmasaydım, keşke.

Keşke, üç yıl öncesine dönüp yaptığım çirkinliği geri alabilseydim.

Vicdanımın sesi, keskin bir bıçak siluetine bürünüp bana meydan okuyordu.

''Şirin.'' Toprak'ın sesinden adımı işittiğimde bile gözlerimi açamadım. ''İyi misin?'' diye sorduğunda sesi ilgili çıkmıştı. Kollarımı kavrayan sıcak parmaklarını hissettim, ileri geri salladı bedenimi.

''İyiyim.'' yalanını söylerken sonunda gözlerimi açmaya karar verdim. Bana bakan gözleri, her zamanki gibi içimi okumak ister gibiydi. Kollarım, hâlâ onun avuçlarının sıktığı bir et parçasıydı ama artık sallanmıyordu bedenim. Başını eğip gözlerime odaklandı iyice. ''Değilsin.'' demişti.

''Sadece, biraz etkilendim.'' diye mırıldandım, yorgun sesimle. ''Televizyonda babamı gördüğüm için, senin anlattıkların için falan.'' diyerek geçiştirdim hızlıca ama ettiğim sözler, tekrar tekrar zihnimde yankılanarak yalancı olduğumu haykırdı bana. Diyemedim.

Onun başına gelenlerde, benim de büyük bir payım olduğunu ve bu yüzden kahrolduğumu diyemedim.

Annesinin cenazesine bile gidememesinde benim parmağımın bulunduğunu diyemedim.

Sızlayan gözlerimi ondan kaçırdım, bu sefer karşısında ağlamayacaktım.

Düşünürken bile kendimden iğrenmemi sağlayan hikâyeyi ona anlatamadım, bunu yapacak gücüm yoktu. Hem öfkesinden korktum hem duyacağında tiksinerek bakabilme ihtimalinden hem artık babamı cezalandırmak için yanına aldığı değil de karşısına aldığı biri olmaktan korktum. Oturduğum minderden kalkarken onun kollarımı kavrayan parmakları aşağıya doğru kaydı, bileklerime kadar indi. Sonra ellerini çekti. İfadesi düzdü. Acaba benim ifadem nasıldı diye düşünmeden edemedim, içimdeki kavgayı yüzüme yansıtmamış olmayı umdum.

''Dinlenebileceğim bir oda var mı?'' diye sordum.

''Üst katta en sondaki oda, senin için.'' dediğinde başımla onayladım, yutkunmadan edememiştim. Üç yıl önceki çantayı bıraktığım koridorun en sonundaki oda... Sanki, bugün bütün sözler benim canımı yakmak için dile geliyordu.

''Peki.'' deyip koltukların arasından sıyrıldım ve üst kata doğru yürüdüm. Bakışlarının keskinliğini sırtımda çok net hissediyordum ama yine de dönüp baktım. Gerçekten de bakıyordu. Tekrar önüme döndüğümde şakaklarımı ovuşturdum, başım ağrımaya başlamıştı. Koridorun en sonundaki kapıya geldiğimde, salon odağımdan kaybolmuştu. İçeri girdim. Dakikalar boyunca ayakta dikilirken gözlerimi sımsıkı yumdum. Omuzlarıma çok büyük bir yük binmişti ki. O, yanımda çantayı kimin koyduğunu sorarken sessiz kalmak hiç hoşuma gitmemişti. İçimde sakladığım kelimeler canımı yakıyordu. Kendimi biliyordum, yapanın ben olduğumu söyleyene kadar rahat etmeyecektim. Bir şeyleri saklayamıyordum.

AŞK KUYTUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin