''Dönüş yok.''
Ne?
Neler oluyordu?
Arabaya binmeden önceki kibar adamla, bu umursamaz, sakin adam aynı adam mıydı? Dönüş yok... Söylediklerini algılamaya çalıştım. Bu ne demekti? Ne demek dönüş yoktu?
''Ne?'' dedim, sesim titremişti istemsizce.
''Ne duyduysan o.'' Keskin bir şekilde konuştu, bana hiç bakmadı. Önündeki yolu izliyordu.
''Plazaya gitmiyor muyuz?''
Sıkılgan bir şekilde nefes aldı. Elmacık kemikleri keskinleşmişti. ''Hayır.''
''Nereye götürüyorsun beni?'' dedim, gergin bir tavırla. Demin aldığı nefesi uzun uzun geri bıraktı.
''Gittiğimizde görürsün.'' dedi, konuşmak istemediği çok belliydi. Ama bu zerre kadar umurumda değildi. Hâlâ olanları çözmeye çalışıyordum kafamda. Bu tanımadığım adam beni nereye götürüyordu? Hangi hakla böyle davranıyordu? Aptaldım. Kesinlikle, aptaldım. Ne diye binmiştim ki bu arabaya?
''Ben gitmek istemiyorum ama?'' dedim, sesim kısık çıkmıştı. Koltukta yan döndüm, ondan bir cevap bekliyordum. Bakışları yüzümü bulmuyordu, yemin etmiş gibiydi bakmamaya. ''Bu yaptığına adam kaçırmak nedir. Zorla götüremezsin beni bir yere.'' Sesim yüksek çıkmıştı. Sinirleniyordum. Zaman geçiyordu ama o, tek kelime etmiyordu. Direksiyonu tutan elleri sıkılaştı. Dakikalar sonunda arabada benim sesimin dışında bir ses yankılandı. Telefon çalıyordu.
Ama benim telefonumun sesi değildi, benimki zaten sürekli olarak sessizdeydi. Telefon... Telefonum yanımdaydı, birini aramam gerekiyordu. Arabanın yanında konuşurken gerginlikle arka cebime koymuştum telefonumu, şimdi hatırlamıştım. Elim arka cebime doğru gittiğinde, başını olumsuz anlamda salladı. ''Sakın.'' dedi, sadece. Bu olanlara neden engel olamıyordum ki? Neden hipnotize olmuş gibiydim? Deli olmak üzereydim, dakikalar içerisinde hayatım değişmişti resmen.
Bedenini koltuğa yaslayarak telefonunu çıkardı. Simsiyah, ince bir telefon. Fransızca bir şeyler söyledikten sonra karşı tarafı dinledi. Fransızca bilmesi ilgimi çekmişti. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra devam etti. Ortam yine sessizleşti. Ve telefonu kapattı.
''Kaçırmıyorum.'' Uzun dakikaların ardından ilk defa gözlerime baktı.
''Anlamadım.'' diye fısıldadım.
''Adam kaçırmıyorum. Kendi isteğinle bindin bu arabaya.'' Demin söylediklerime cevap verdiğini anladım. Bu çok saçmaydı. ''Yalan söyledin ama.'' dedim, kesin bir dille. ''Yoksa binmezdim.''
''En büyük yalanı, en yakının söyledi. Burada olmanın hesabını ona sorarsın zamanı gelince.''
''Anlamadım.'' dedim, tekrardan. ''Ne demek istiyorsun?'' Cevap vermedi. Telefon konuşması yaparken yavaşlattığı arabayı, kenara çekti ve durdurdu.
Telefonu cebine koyup avucunu bana doğru uzattığında ''Ne?'' diye mırıldandım. ''Telefonu ver.'' diyerek devam etti.
Kaşlarımı kaldırdım. ''Ne?'' İyice sinirleniyordum. ''Nedenmiş o?''
''İkiletme dediğimi.'' Bana uzattığı avucunu yumruk yaptı. Dudaklarını birbirine bastırırken, gözlerinde karanlık parlamalar oluştu. Öfkelendiğini hissettim hatta görüyordum. Öfke, vücudunda somutlaşmıştı sanki. Koltuğuma doğru eğildi. Uzun parmakları çenemi kavradı. Başımı dikleştirdi ve gözlerine bakmamı sağladı. Yüzüm hala ıslaktı, elinin sıcaklığıyla irkildim.
Yutkundu.
Ben de yutkundum.
Yüzünü yüzüme yakınlaştırdı iyice. Konuştuğunda nefesinin sıcaklığı, tenimi yakmıştı. ''Bana bak güzel...'' Gözlerini kapatıp bir nefes aldı. Kirpiklerinin uzunluğu manzaram oldu. Gözlerini açtı. ''...küçük kız, laf dinle. Uslu durursan canını yakmayacağım.'' Çenemi tutan parmakları ne sertti ne yumuşak. Varlığını belli ediyordu sadece. Derin bir nefes aldım. Telefonum elimden alınacaktı, bilmediğim bir yere götürülüyordum. Bu gizem ortalığı birbirine katacaktı, hissediyordum.
İçimdeki havayı ağır ağır dışarıya üflerken çaresizlikle omuzlarım düştü. ''Ailem beni merak edecek.'' diye mırıldandım. ''Ayrıca sınavımı da kaçırdım. Neler oluyor, neden beni götürüyorsun?'' Ondan korkmaya başladım, ürkütücü çehresi ve keskin bakışlarının yanında beni kaçırması da vardı. Ben, sıradan bir kızdım. Okuluma gidip gelirdim, rutin bir hayatım vardı. Bu yaşadıklarım anca okuduğum kitaplarda olan tür şeylerdi. Bağırıp çağırmalıydım, kurtulmaya çalışmalıydım belki ama dumur olmuştum. Zihnim bulanıktı, bu genç adam beni bakışlarıyla ve ses tonuyla hipnotize etmiş gibiydi. Kendimi kedi gibi hissetmeye başlamıştım, ara sıra mırlıyor ama sessiz kalıyordum. Ne olmuştu bana böyle? Üzerimde bıraktığı etki, nasıl bir etkiydi?
''Yakında, her şeyi öğreneceksin. Ama şimdi sessiz ol. Senin yapacağın her huysuzluk, benim içimdeki öfkeyi daha da büyütmekten başka bir işe yaramaz.'' Çenemdeki ellerini bıraktı. Açık mavi gözlerinin kenarları okyanusun derin kısımları gibi koyuydu. Saniyelerdir göz gözeydik. Bir anlığına bakışlarımı düşürdüm ama tekrar konuştuğunda gözlerim onu buldu. ''İçimdeki öfke arttıkça, canını yakacağım insanların sayısı da artar.'' Gözlerimi kırpıştırdım. Hayatımda ilk kez tehdit ediliyordum.
''Anlaştık mı?'' diye sorduğunda, bakmaya devam ettim sadece. Avucunu uzattı. ''Telefonu ver, şimdi.''
Elim, arka cebime kaydı ve telefon birkaç saniye içerisinde onun avuçlarındaydı. Telefonu yol kenarına fırlatması öyle hızlı olmuştu ki, hiçbir tepki verememiştim. O, arabayı çalıştırırken gözlerim yeri boylayan telefonuma çarptı. Aklımda bir sürü soru vardı? Tanıdık hissini uyandıran bu yabancı adam kimdi, beni neden kaçırmıştı, nereye götürüyordu, derdi neydi? Dudaklarımı araladım, konuşulacak çok şey vardı. Bana döndü, keskin bir bakış fırlattı. Ama konuşmaktan vazgeçmemiştim. Bunu anlamış olsa gerek ki ''Sus.'' dedi, düz bir tonlamayla. ''Eve gittiğimizde konuşacağız.''
Demek eve gidiyorduk, en azından bir cevap alabilmiştim. Orada ne yapacaktık ki? Pes etmiş bir şekilde, kapıya doğru yanaştım oturduğum yerden. Başımı cama yaslarken, minik yağmur damlalarını izledim. Hızla birbirlerine karışıyorlardı. Diken üstünde oturuyor gibiydim, hâlâ çok gergindim. Bu sessizliğimi, yaşadıklarımı henüz hazmedememiş olmama yoruyordum. Ayrıca bu adamda, beni çeken bir şeyler vardı. Tanıdık ama aynı zamanda hakkında hiçbir şey bilmediğim, çok uzak...
İyi, madem eve gittiğimizde konuşacağımızı söyleyecekti. Bekleyecektim. Mutlaka bir nedeni olmalıydı, beni götürmek için. Sapık veya seri katil gibi biri değildi, kesinlikle. Neler olduğunu duymayı hem çok istiyordum hem de içimde rahatsız bir kıpırdanma vardı.
Kesinlikle kötü şeyler çıkacaktı bunun altından. Şu son yarım saati sindirmek zamana ihtiyacım vardı. Hava gitgide kararmıştı, rüzgârın sert sesi camın arkasından bile duyuluyordu. Sakinleşmeyi bekleyerek gözlerimi yumdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...