Yol boyunca yumduğum gözlerimden döktüğüm gözyaşları ve titreyen sessiz nefeslerimle uzandım. Ara sıra gözlerimi açıp Toprak'ı kontrol etmiştim ama hiç bakmamıştı. Ağladığımı fark etmemişti, bu iyiydi. Çünkü ağlarken görünmek istemiyordum. Araba durduğunda, doğrulup camdan baktım. Koskoca bir binanın önündeydik.
Toprak başını bana çevirip bir süre yüzüme bakmıştı. Birkaç tutam saçı yüzümün kenarına bırakıp başımı eğdim. Gözlerimin ne halde olduğunu bilmiyordum. Göz göze gelmesek iyi olurdu. ''Hadi in.'' dedi, anahtarları alıp arabadan çıkarken.
Kulpu kavrayıp kapıyı açtım ve arabadan indim. Arabadaki sıcaklığın ardından, bedenime uğrayan soğuk titrememe sebep olmuştu. Toprak, anahtarı valeye bıraktıktan sonra arabanın önünden dolanıp yanıma geldi. Sıcak avucunu bel boşluğumda hissettiğimde istemsizce yana kaydım. Elini çekmedi, yürürken beni de kendine yaklaştırdı. Daha çok yönlendirme havasındaydı tutuşu.
''Seni yemeyeceğim küçük, ayakta bile zor tutuyorsun.'' Diğer eliyle çenesini kaşıdıktan sonra bana kısa bir bakış attı. ''Düşmeni istemem.''
''İyiyim ben.'' diye mırıldandım ama sesim fısıltıdan bir iki tık öteye geçebilmişti sadece. Önümdeki binaya baktım. Koskocaman, camekan bir binaydı. Binanın etrafına rengarenk çiçekleri olan saksılar yerleştirmişlerdi. Başımı kaldırıp bakacağım büyüklükte büyük bir binaydı. Metroda iki durak geçtikten sonra bile görmeye devam ettiğimiz koca yapılar gibi. Ama daha önce adını duymadığım bir otel olduğu kesindi. Lisedeyken Turizm ve Otelcilik okuyan arkadaşımla birçok otele staj görüşmesine gitmiştim yalnız bırakmamak için.
''Yol boyunca ağlarken pek iyi görünmüyordun.'' dedi, imalı bir tonlamayla. Başımı eğip gözlerimi kaçırdım. Otomatik kapıya geldiğimizde belimdeki elini çekip omzuma yerleştirdi ve beni önüne aldı. Sessiz kalmayı tercih ettim, cevap bekleyen bir tavrı yoktu zaten. Kapıdan geçer geçmez az ilerideki gümüş rengi kolona yaslanmış genç adamı gördüm, birkaç saniyenin ardından Tuğcan olduğunu anlamıştım.
Göz göze geldiğimiz saniyelerde başını eğerek selam verdi, ona aynı şekilde karşılık verdikten sonra Toprak'a döndüm. Bakışları düzdü, insan arkadaşını görünce sevinmez miydi ya? Boş vererek önüme döndüm. Tuğcan'ın yanına geldiğimizde ikisi kısa bir şekilde erkekçe selamlaştılar. Sarılmaya benzer ama birbirlerinin sırtına vurup geri çekilir gibi.
''Anlaşmayı imzalamışlar mı?'' diye sordu Toprak. Meraksız, sırf sormak için sorulan bir soru gibiydi. Başını bana çevirip kısa bir bakış attıktan sonra tekrardan Tuğcan'a döndü.
''İmzaladılar, ben konuştum. Sıkıntı yok, sordular ama işle alakası olmayan bir durum olduğunu anladıklarında fazla üstüne gitmediler konunun.'' Tuğcan'ı dinlerken bakışlarımı kaçırdım, büyük ihtimalle amcamın yemeği böldüğü akşamdan bahsediyorlardı. Tuğcan'ı o gün orada görmemiştim ama demek ki işin içinde o da vardı. Neyse ki işlerini sıkıntıya sokmamıştı, o gece olan şeyler. Yine de mahcup hissediyordum kendimi.
''Tamamdır.'' dedi, düz bir sesle Toprak. İleriye doğru bir adım atarken ''Oda işini ayarlayıp geliyorum.'' diye devam etti. Sanırım, ortaya atılmış bir laftı. Tuğcan, Toprak'ın peşinden giderken Toprak durdu ve arkasına döndü. Bana baktığı birkaç saniyeden sonra Tuğcan'a bakarak ''Onun yanında kal.'' dedi. Tuğcan yanıma döndüğünde küçük bir tebessüm edip kolona yaslandı. Mahcup bir şekilde gülümsememin ardından Toprak'a baktım. Resepsiyonun cam tezgâhına yaslamıştı tek kolunu.
''İyi misin?'' Tuğcan'ın sesiyle başımı ona çevirdim. Bakışlarımı gördüğünde tekrar konuşmuştu. ''Yani o akşam olanları duydum, kötü olmuş amcanın gelmesi.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...