''Hadi uyan bakalım, küçük kız çocuğu.'' Yarı aralık pencereden omzumu ısıtan güneşin sıcak hissiyatı ve Toprak'ın büyük avuçlarının yüzümde dolaşmasıyla beliren huzurla içten bir tebessüm oluştu yüzümde. Tembel tembel araladım gözlerimi, Toprak'ın beni ışıltıyla izleyen parıltılı mavilerini görmek keyfimi yerine getirdi. Odaya vuran ışıktan ve etraftaki sessizlikten erken olduğunu anlayabiliyordum ama ona rağmen mutlu bir şekilde uyanmıştım ve oldukça dinçtim. Bu ilk kez olmuyordu.
Toprak'ın kollarında uyandığımda daha dinç ve huzurlu uykular çekip, kaygısız uyandığımı fark ettim. Ona çok ayıp etmiştim güvenmeyerek, beni bu kadar kolay affetmiş olmasına hâlâ inanamıyordum. Sanırım pişman olduğumu anlamıştı ve buna dayanamamıştı. Bana kıyamadığı düşüncesi ruhumu okşadı.
''Günaydın.'' diye mırıldandım. Doğruldum. Başım artık kol dirseğine yaslı değildi, omzuna dayamıştım. Hiçbir kötü düşünce olmaksızın, onun beni affetmesinin verdiği mutlulukla doluydum.
''Günaydın.'' dedi son heceyi uzatarak. Parmakları yavaş bir şekilde yüzüme düşen saçları okşuyordu, bazen geriye atıyordu saçlarımı nazikçe. Bunları yaparken gözleri ilgiyle yüzümdeydi. Sessizlik oluştu, gözleri en çok gözümde oyalanıyor, bir şeyleri çözmek ister gibi bakıyordu. Bakışları bir iki kere dudaklarıma inmişti ve hemen ardından dudaklarını ıslatmıştı. Gözündeki parlaklıkları görmekse utanmama sebep oldu. Hiçbir şey konuşmadan öylece bakışmak vücudumun ısınmasına ve karnıma sancılar girmesine sebep oldu.
Sessizliği bozmak için ''Saat kaç?'' diye sordum.
Bakışlarını üzerimden çekmeden ''Sekiz buçuk olması lazım.'' dedi, kelimeleri ağır ağır çıkarmıştı dudaklarından.
''Peki.'' diyebildim sadece, bakışlarına cesurca karşılık verdim. Damarlarımda akan kanın her saniye hızlandığını ve ısındığını fark ediyordum. Neden böyle olmuştu bilmiyordum. Bana güzel güzel bakarak bile heyecanlandırabiliyordu. Üzerimdeki etkisi bambaşkaydı. Kahvaltı etme teklifi sunacaktım ama dudaklarımı aralayamadım çünkü üzerime eğilip dudağımın kenarına küçük bir öpücük bıraktı. Dudağımın üstündeki boşlukta onun dudaklarının sıcak varlığını hissetmek ürpertti. Yutkundum.
Duracağını sanıyordum ama öpücükleri önce yanağıma, sonra şakaklarıma ve alnımın tam ortasına olacak şekilde kısa kısa devam etti. Nefes almadan onu izliyordum resmen. Dudaklarını saçlarımın üzerine yerleştirdiğinde upuzun bir öpücük bıraktı. O an ölseydim hayatımdaki en huzurlu ölüm olabilirdi. Sahiplenici bir öpücüktü. Güven dolu hissediyordum kollarında, sevildiğimi hissediyordum.
Beni göğsüne bastırdı. Büyük avuçları yanağımın üzerindeydi. ''Hep benimle kal, küçük kız çocuğu.'' diye fısıldadı. Sesi tenimi okşamıştı.
''Hatalar yapsam bile mi?'' diye sordum, o günü ima ederek. Başını salladı. Göz göze değilken konuşmak daha kolaydı. ''Her zaman affeder misin beni?''
''Her zaman affederim, küçüğüm. Kızarım ama yine yanında olurum. Seni hiçbir zaman bırakmam ben, bunu böyle bil.''
Telefonumun sesiyle sıçrayarak uyandığımda hüsrana uğradım ama Toprak'ın arayabileceği ihtimalini düşünerek heyecanımdan eksiltmeden komodine eğilerek telefonu kendimi çektim. Arayan numara yabancıydı. Belki başka bir numaradan arıyordur diye düşündüm ama heyecanım sönmüştü. Aramayı yanıtlayıp karşı taraftan konuşmasını bekledim.
''Alo.'' diyen tanıdık sesi anımsamaya çalıştım. ''Alo Şirin.'' dedi bu sefer de. Şimdi sesin kime ait olduğunu anlamıştım. Lise arkadaşım Cem'den başkası değildi. Düşen omuzlarımla yatağın başlığına yaslandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...