5.BÖLÜM

13.5K 541 26
                                    


Güneş ışığının perdedeki yansımasını izlerken, tekli koltukta dizlerimi kendime çekmiş, başımı da diz kapaklarıma yaslamış bir pozisyonda düşünüyordum sadece. Toprak, dün akşam yedi gibi sessiz bir şekilde yanımdan geçip üst kata çıkmıştı ve kapandığı odasından hiç çıkmamıştı bir daha. Kalkıp gitmeden önce tam iki saat oturmuştuk, ben tekli koltukta yaslanarak, o ise önümdeki minderde oturup şömineyi izleyerek. Tek kelime etmemiştik. Bu zaman diliminde bolca yan profilini ve arka profilini inceleme fırsatım olmuştu. Ensesinde küçük küçük benler vardı. Omuzları, vücudunun alt kısmına göre daha genişti. Buğday bir teni vardı.

Güneş doğduğuna göre, saat altıyı geçmiş olmalıydı. Hiç uyumamıştım. Arabada ve evde uyuduğum öğlen uykusu yeterli olmuştu. Gece yarısı bir iki kere su içmeye gitmiştim. Ayrıca sabaha doğru, kuruyan kıyafetlerimi giyinmiştim. Yemek yememiştim. Hem canım istemiyordu hem de hâlâ ters geliyordu. Dolabı açıp karıştırmak istememiştim. Geçmişi hatırlamaya çalışmaktan, Toprak'ın babamla olan meselesini düşünmekten ve Toprak'ın dün akşam söylediği sözleri zihnimde tekrarlamaktan başka bir şey yapmadım.

Annesinin cenazesine bile gidememişti demek...

Düşündükçe suratım asılıyor, omuzlarım düşüyordu. Annesi neden ölmüştü acaba? Annemin öldüğü düşüncesi zihnime uğrar uğramaz defetmiştim. Düşüncesi bile korkunçtu ve gözlerimi doldurmaya yetmişti. Yaptığım yanlış bir şey miydi bilmiyordum ama her zaman annemi daha çok sevmiştim. Çünkü annemle daha fazla vakit geçiriyorduk, annem bana karşı her zaman daha anlayışlıydı. Babamı, işi yüzünden pek gördüğüm yoktu. Ayrıca gördüğüm zamanlarda da annemle kavga ediyor olması, içimi yumuşatmıyordu babama karşı.

Benim için en çok üzülen de annem olmalıydı, babam daha umursamaz ve soğuk kanlıydı. Dudaklarımı büktüm. Bu işin sonu ne olacaktı böyle?

Merdivenlerden gelen sesleri dinledim. Ama başımı çevirmedim. Sesler bittiğinde salona inmişti, muhtemelen arkamda duruyordu şu anda. Oturduğum koltuğun kenarına botlarımı bıraktı ve geri çekildi. Sadece parmaklarını ve önüme uzanan kollarını görmüştüm. Dün öğlen vakti, botlarımı onun odasında unuttuğumu hatırladım.

''Günaydın.'' diye mırıldandım, hâlâ perdedeki güneşin yansımasını izlerken. İstemsizce ona karşı bir şefkat oluşmuştu içimde. Hiçbir evlat, ailesini kaybetmemeliydi. Keşke vakti gelince tüm aile fertleri ve sevdiklerimiz aynı arabanın içinde ölebilseydik.

''Erkencisin.'' dediğinde, adım sesleri duyuldu tekrardan.

''Uyumadım.'' derken, başımı ona çevirdim. Toprak, mutfak masasının önünde dikilirken birkaç saniyeliğine bakışlarımız çarpışmıştı. Düz bir ifadesi vardı, ne düşündüğünü çözmek gerçekten zordu. Bir şey demedi, ben de önüme döndüm. Botları, düşmesin diye yere bırakmak için eğilirken belimi tuttum. Saatlerdir oturduğum için her yerim uyuşmuştu. Mutfaktan sesler geliyordu. Ayağa kalkıp gerinirken esnemiştim de onun bakışları bana kayarken ağzımı kapattım. Masanın üzerine tabakları dizmişti, içinde kahvaltılıklar vardı galiba. Bu açıdan göremiyordum. Birkaç adım atıp karıncalanan bacaklarımı düzeltmeye çalışırken tabakların içindekilerin kahvaltılık olduğunu gördüm. Zaten sabahın bu saatinde ne olacaktı ki?

Eline aldığı portakalları tezgâhın üzerine bırakıp, narenciye sıkacağının fişini prize takarken bana döndü. ''Portakal suyu sever misin?'' Ses tonu merak eder gibi değildi, muhtemelen kendisine portakal sıkacaktı. Benim de içip içmeyeceğimi öğrenmek istemişti.

''Kahvaltı etmeyeceğim.'' dediğimde, bakışları keskinleşti. Ama geri adım atmadım. ''Canım istemiyor, isteseydi yerdim.'' diye devam ettim, ikna etmek istiyordum. Masaya oturmak istemiyordum gerçekten de. Midem isyan ediyordu, farkındaydım. Ama yine de istemiyordum.

Bana doğru yürürken bakışlarımı kaçırdım. ''Bana bak küçük.'' derken parmakları çenemi kavradı. Tutuşu sert değildi ama başımı kaldırmama yetmişti. Gözlerimi ona çevirdim. Ondan kısa olduğum için başını eğmişti. ''Uzun bir süre daha benimle berabersin. Bu evde, ihtiyaçlarını karşılayabilirsin. Banyoya gir, yemek ye. Sadece, çok soru sorma. Ortalığı karıştırma ve beni rahatsız etme, yeter.''

Sessiz kaldım. Diyecek bir şey bulamıyordum.

''Annen ve baban bile yemek yemiştir, emin ol.'' dedi, ikna etmek ister gibi. Bakışları keskin, sesi netti. ''Sadece, kendini cezalandırıyorsun bu şekilde.''

''Olsun, yine de istemiyorum.'' diye mırıldandım, bakışlarımı kaçırıp. ''Lavaboyu kullanabilir miyim? Elimi, yüzümü yıkamak istiyorum.''

Birkaç adım atıp masanın yanına gittiğinde, tekme attığı sandalyenin önüme düşmesi saniyeler içerisinde gerçekleşmişti. İstemsizce geriye çekildim, gözlerim şaşkınlıktan büyümüştü. Dudaklarım aralanırken birkaç adım daha geri çekildim. Böyle sert davranmasını beklemiyordum, hatta ilk defa öfkesini zarar vererek yansıttığına şahit olmuştum. ''İşleri zorlaştırmayı bırak.'' diye bağırdı, sesi tüm salonda yankılanırken gözlerimi kırpıştırarak baktım sadece. ''Sana zarar vermek istemiyorum.'' dedi, tükürürcesine. İçinden atmış gibi rahatlamış bir ifadeyle. Karşıma geçip kollarımı tuttu, beni sarstı. ''Anladın mı? Benim yaptığım babanı cezalandırmak. İşleri zorlaştırma artık! Kendin için de benim için de.''

Ben de bağırıp çağırıp karşı çıkmak istiyordum ama sadece sustum. Dudaklarım bükülmüştü. Bana bağırılmasından hoşlanmıyordum. Babamla annemin kavgalarından kaçarken evin bir köşesinde büzüştüğüm günleri hatırladım. Sustuklarım boğazımı yararken, tepkisiz kaldım. Belki de gözlerimdeki korku parıltılarını görmüştü, kollarımı bırakıp çekildi. Ne zaman böyle, biri bana bağırsa kötü oluyordum. Alnına düşen saçları eliyle geri iterken birkaç adım attı, çıkış kapısına doğru. ''Benim odamdaki banyoyu kullan, koridordakinin muslukları bozuk.'' dedi, bana bakmadan. ''Arabada bekliyorum seni.''

Onaylayıp üst kata çıkarken tepkisizliğim sürüyordu.


AŞK KUYTUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin