Dışarıyı seyrettim. Daha dokuz bile olmamıştı ama her yer zifiri karanlıktı. Gölün rengi de siyaha bulanmıştı. Buralarda ışık yoktu. Akşamı daha ıssız ve daha karaydı. Ürperti, aynı zamanda da huzur veriyordu bana. Kahvaltıda hiçbir şey yemedim, canım istemedi. Akşam gün batarken daha fazla dayanamayıp makarna pişirdim, sabahki konuşmadan sonra Toprak'la tek diyaloğumuz onun kapısını çalıp yemeğe çağırmamdı. Sırtı bana dönük uzanıyordu ve sadece ''Sen ye.'' demişti.
Yüzüne hasrettim, yanımda olmasına hasrettim. Koca bir günü akşam etmiştim onsuz. Odasının kapısını izledikçe içim sızlıyordu. Yakınımdayken nasıl da uzaktı bana. Nihayet odasının kapısı açıldığında heyecanlandım ama o tarafa dönmedim. Tekli koltuğu çekip çenemi bacaklarıma dayayıp dışarıyı seyrediyordum. Duruşumu değiştirmedim.
Arkamı dönmesem de beni izlediğini hissediyordum. İçim kıpır kıpırdı ama hareketsiz kalmayı sürdürdüm. Seslerden anladığım kadarıyla koltuğa oturdu. Ona küskün hissediyordum, saatlerce yoktu. ''Serpil aramıştı seni.'' dedim, bakmadan. Telefonunu salonda bırakmıştı ve odasından hiç çıkmamıştı.
Bir şey demeyince merak edip ona baktım. Umursamaz bir şekilde omuz silkip arkasına yaslandı. Fevri bir hareketle koltuktan tek seferde kalktım. Ama nereye gidecektim ki? Mutfaktan salon görünüyordu, kapısından döndüm. Onun odasına giresim yoktu, en iyisi banyoya gitmekti. Boş boş dolandığımı fark etmesi uzun sürmedi. ''Ne yapıyorsun?'' dedi.
''Hiç.''
Lavaboya girmek üzereydim ki sesini duydum. ''Benden mi kaçıyorsun yine?''
Hayretle önüme döndü. ''Ben mi kaçıyorum yani?'' Kendimi tutamayıp biraz daha konuştum. ''Sabahtan beri odasından çıkmayan, yüzümü görmek istemeyen sensin. Şimdi seni yalnız bırakmak daha iyi olur diye düşündüm.'' Sözde altta kalmamak için konuşuyordum ama basbayağı kızgınlığımı dile getiriyordum.
''Lavaboda mı kalacaksın?'' dedi, başını koltuktan kaldırmadan.
''Sorun bu mu yani?'' derken sesime yansıdı şaşkınlığım.
''Amacın beni tek bırakmak mı?''
Biraz sustuktan sonra ''Evet.'' dedim.
''Sen ne istiyorsun?''
Konuşamadım ama yanında kalmak istiyordum elbette. Sabahtan beri kapıyı gözetliyordum. Ondan gelecek bir hareketi bekliyordum. Koltuktaki oturuşunu düzeltti, öne doğru eğildi. Kollarını diz kapaklarına yasladı. ''Kız çocuğu, bir şey söyle.''
Pısırık olma Şirin, pısırık olma Şirin...
''Kalmak istiyorum.''
''O zaman kal.'' dedi, net bir şekilde. Uzun uzun beni izledi. O izlerken dimdik ayakta kalabilmek zordu.
''Varlığım seni rahatsız etsin istemem.'' derken boynum yere düştü.
Birkaç saniye içinde karşımdaydı. Başını eğip benimle göz teması kurdu. Gözlerimi gözlerine çıkarmamı bekledi. ''Toprak birkaç saat odadan çıkmadı, ben onu rahatsız ederim? Bu mudur yani?''
Bir şey demedim, bakmadım da.
''Senden uzak durarak kendimi de cezalandırıyorum ben.'' Boynumu iki yandan tuttu narince. Sanki kırılacakmışım gibi. Başımı kaldırdım. Gözlerim sızlıyordu yine. Toprak eğilip sol gözümü öptü, sonra burnumu, sonra sağ gözümü, yanağımı, alnımı, şakaklarımı... Sırayla ve yumuşakça yüzümü öptü. Öpüşü sakindi, acelesizdi. Nefes alışverişlerim hızlandı, derin bir nefes çektim göğsümüz sürtündü. İçim eriyordu. Çenemi öptü, orada oyalandı. Dudağımla burnumun arasındaki boşluğa yerleştirdi dudaklarını.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...