Bilincim yerine geldiğinde ilk hissettiğim evin sıcaklığıydı. Göz kapaklarımı araladım, bu çok zor olmadı çünkü yarı karanlıktı. Tül perdenin arkasından kızıl gökyüzü görünüyordu. Hava yeni aydınlanıyordu. Vücudumu açabilmek için kollarımı yukarı, bacaklarımı ileri germeye karar vermiştim ama başımı eğer eğmez koltuğun dibindeki başı gördüm. Toprak'ın başı, koltuğun boş bıraktığım kısmına yaslıydı. Uyuyordu. Dün geceyi anımsamam uzun sürmedi. Salonda uyuyakalmıştım. Toprak benim başımda mı uyumuştu, sonradan mı gelmişti?
Ben uyurken beni izlemiş olabilme ihtimalini düşününce kanımın ısınması saliseler içinde gerçekleşti. Esnemek için kaldırdığım kolumu Toprak'ın saçlarına doğru uzattım ama dokunmaya cesaret edemedim. Yüzünün yarısını görebiliyordum, dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı. Huzurlu görünmüyordu. Derince iç çektim.
Dibimdeydi ama öyle uzağımdaydı ki.
Bu mesafeyi koyanın ben olduğumu çok iyi biliyordum. Ona ihanet etmiştim. Kendi ellerimle polislerin önüne atmıştım. Saçlarına dokunmaya bir türlü cesaret edemedim hem uyanmasından korktum hem haddim değilmiş gibi hissettim. Yüzünü uzun uzun izlerken gözlerim sızladı. Bakışlarımı kaçırdım. Uyuyor olsa bile utanıyordum. Yeniden bu aşamalara dönmüştük demek. Kendi ellerimle uzaklaştırmıştım onu.
Her şeye rağmen seni yanına aldı, dedi iç sesim.
Dünü düşündüm. O beni her şeye rağmen yanına alırken, başka bir kızın yaptığı yüzünden ben onun yanından gitmeye karar vermiştim. Ah ne çocuksu bir fevrilikti bu ne bencillikti. Basitliğim yüzünden kendime kızdım. Toprak bana rağmen beni severken, benden vazgeçmemişken en küçük bir olayda nasıl devriliyordum. Güçlü olmalıydım, zorluklara göğüs germeliydim. Yerimi seçmeliydim ve mızmız gibi sızlanmamalıydım. Başımı kararlı bir şekilde aşağı yukarı salladım. Toprak'ın saçlarına bir türlü dokunamayan ellerim havada asılı kalmıştı. Pes ettim.
Onu uyandırmamak için yavaşça oturur pozisyona geldim koltukta. Uyanmadığına emin olduktan sonra da koltuğun kenarına emekleyip ayağa kalktım. Pikeyi elime aldım ve Toprak'ın hemen önünde diz çöküp onun üstüne örttüm. Yüzünü bir süre daha izledikten sonra sehpadan destek alarak ayağa kalktım. Arkamı döner dönmez onun sesini duydum. Uykulu sesi kadifemsi ve toktu. ''Nereye?''
Tekrardan önüme dönüp aynı pozisyona geldim. Koltuğa yaslı başını kaldırmadan yarım açık gözleriyle beni izliyordu. İfadesi dümdüzdü.
''Biraz hava almak istiyorum.'' diye fısıldadım, onu uyandırmış olduğum için gürültü yapmama içgüdüsü ile. Aslında hava almak aklımda yoktu, öylesine kalkmıştım. Konuşurken aldığım bir karardı.
Kaykılarak esnedi. Usulca hareketlerini izledim. ''Çok soğuk.'' dedi.
İlk saniyeler anlayamasam da dışarı çıkacağımı kastederek bunu dediğini anladım. Zaten şömine yanarken bunu diyecek hali yoktu ya durduk yere. Bakışlarımı kaçırdım. Beni düşünmesi omzuma binen bir yüktü. Toprak Karatuğ'un şefkatinin altında ezilmek benim için alışıldık bir duyguydu. Hak etmeden onu yaşıyordum. Hava hakkında yorum yapmak istemedim. Konuyu değiştirmek iyi olacaktı. ''Geceden beri burada mısın?''
Koltuğa yaslanarak beni izledi bir süre. Oturuşu dikleşmişti. ''Evet.''
''Keşke yatağında uyusaydın.'' diye mırıldandım, sesim içime kaçmış gibiydi yine. Dün sırtı sırtıma yaslıyken konuşmak daha kolaydı.
''Neden?'' diye sorarken sesi yumuşacık ve sakindi.
Birkaç saniye duraksadım. Neden? ''Yani... daha iyi olurdu. Rahat ederdin.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...