En yüksek ses çınlıyordu kulaklarımda, sessizlik.
Ceberut düşüncelerim. Toprak'ın gelmesiyle son bulduğunda rahat bir nefes aldım. Yaslandığım koltuktan doğrulup başımı ona çevirdim. Merdivenlerin ucundaydı. Dikilip bana baktığında tuhaf hissedip ''Günaydın.'' dedim. Neredeyse siyaha çalacak bir lacivert, boğazlı kazak giyinmişti üstüne. Altında da simsiyah bir kot pantolon vardı.
''Sana da.'' dedi, düz bir sesle. Koltukların arasındaki boşluktan geçip çaprazımdaki çift kişilik koltuğa rahatça oturup yaslandı. Başını koltuğun tepesine yaslarken bakışları tavandaydı. Kollarımı öne uzatıp gerindim, uzun bir zamandır aynı pozisyonda kalmaktan kan akışım durmuştu resmen.
''Erkencisin.'' dedi, düz bir sesle. Saatin kaç olduğunu bilemiyordum. Eğer evimde olsaydım caddedeki seslerden saati tahmin edebilirdim ama burası ağaç dolu bir yolun içindeki müstakil bir ev olduğundan günün her saati sessizdi.
''Dün akşam odadan çıktıktan sonra bir-iki saat uyumuşumdur en fazla.'' diye mırıldandım, boynumu esnetirken. ''Sonra buraya indim ve oturdum.'' Koltuğa yasladığı başını kaldırıp yana eğdi, kollarını bağdaştırırken bakışları ilgili bir şekilde üzerime çekilmişti.
''Uyku tutmadı.'' diye açıklama yapma gereği hissettim, bakışlarından dolayı.
''Senin derdin ne olabilir?'' Kollarını dizinin üzerine bastırıp öne doğru eğildi. ''Küçük bir kız çocuğusun. Aileni özlemiş olabilirsin ama bu da senin kendi tercihin.''
''Ön yargılı olma.'' dedim, keyifli bir sesle. Bana söylediği sözü, yüzüne vurmak hoşuma gitmişti.
''Bu bir ön yargı değildi.'' dedi, meydan okuyan bir ifadeyle. ''Sadece derdinin ne olabileceğini sordum. Küçük kız çocukları hakkında pek bilgi sahibi değilim.''
Göz devirdim.
''Sanki umurunda?''
''Değil.'' dedi, açıkça. Şaşırmadan edemedim, ben birini umursamadığımı böyle açıkça ifade edemezdim sanırım. ''Ama yine de sorunlarını anlatırsan dinlerim, küçük kız çocuğu. Kendi kendine delirme.''
''Sen kime anlatıyorsun?'' diye sordum, merakla.
''Anlatmıyorum.'' dedi, kesin bir tonlamayla.
''İyi o zaman, sen delirmediysen ben de delirmem herhalde.'' dedim, kendimden emin bir sesle.
''Herkes düşünceleriyle baş edemez, küçük kız çocuğu.'' dedi, önemli bir konuyu anlatır gibi ciddi bir ifadeyle.
''Koskocaman düşüncelerim var. Aynı okyanus gibi.'' dedim, bir anda. Aynı senin gözlerindeki derin okyanus gibi. ''Ama neyse ki ben yüzmeyi biliyorum.'' Ne kadar yüzmeyi bilsem de düşüncelerim fırtınalı bir okyanus kadar sert, acımasızlar. Boğulmak üzereyim.
Dertleşmek gerçekten de rahatlatıcı olurdu ama bunu ona söylemediğim için, iç sesimi ona yansıtmadığım için memnun olmuştum. Yardıma muhtaç görünmek istemiyordum.
''Senin adına sevindim, küçük kız çocuğu.'' deyip ırgalamaz bir tavırla koltuğa yaslandı tekrardan. Tavrını göz ardı edip ben de koltuğa yaslandım.
''Bu akşam bir iş yemeği var.'' dedi, sıkılgan bir tavırla. Yasladığım başımı koltuktan ayırmadan bakışlarımı ona çevirdim, duvarı izliyordu. ''Benim de katılmam gerek.''
''Senin adına sevindim.''
Koltukta doğruldu tekrardan, bakışları bana dönerken keskin bir bakış fırlatmıştı bana. ''Sen de gel.'' dediğinde ben de öne doğru eğildim.
''Teklifin için sağ ol.'' dedim, sesim uykulu çıkmıştı. ''Ama ben öyle şeyleri sevmem. Yemek daveti falan.''
''Ben de.'' dedi, sıkılgan bir tonlamayla.
Bir şey dememeyi tercih ettim.
''Portmantodaki poşetlerin birinde bu akşam giymen için elbise var.''
''He, önceden planlıydı yani?'' dedim, kaşlarımı kaldırarak.
''Teklimi geri çevirmeyeceğini düşündüm. Uysal bir kıza benziyordun.'' Koltukta benim tarafıma doğru kayıp iyice yaklaştı. ''Ama huysuz bir kız çocuğu olduğunu anlamam geç olmadı.''
Keyiflenmiştim.
''Çift olarak gidilmesi gerekmese seninle bu konuşmayı yapıyor olmazdım.'' dedi, sıkkın bir ifadeyle.
''Seninle gelecek çok kız vardır, eminim ki.'' dedim, bir anda. İltifat mı etmiş olmuştum? Gözlerimi birkaç saniyeliğine kaçırdım.
''Çok.'' diyerek onayladı. ''Ama hepsi yapışkanın teki. Üzerime atlayacaklar.''
''Egoist.'' diyerek göz devirdim.
''Gerçekler bunlar, küçük kız çocuğu. Tüm kızlar senin gibi değil.'' dedi.
''Sen de düzgün kızları çevrende tutsaydın o zaman.'' dedim. Düşündüm de tüm gün düşünerek delirmek yerine biraz başka şeylerle ilgilenmek iyi gelebilirdi. ''Neyse, geleceğim.'' dedim.
''Güzel.'' dedi, rahat bir tavırla arkasına yaslanırken.
''Duş alabilir miyim?'' diye sordum. Sıcak bir suyla gevşemeye ihtiyacım vardı.
Başını kaldırıp ''Al.'' dedi. ''Poşetlerin içinde senin için kıyafetler var. Onları giyebilirsin.'' Demek ki o gün yaptığı alışveriş benim içindi. Aynı kıyafetlerle yata kalka rahatsız olmuştum, bu iyi olmuştu.
''Teşekkür ederim.'' dedim, ayağa kalkıp başında dikilirken.
Cevap vermeyip gözlerini kapattı. Ben de portmantoya yürüyüp poşetlere üstten bir bakış attım. Dört poşet vardı ve hepsi de kadın kıyafetleriyle doluydu gördüğüm kadarıyla. Poşetleri iki elime paylaştırıp yürümeye başladım. Toprak'ın gözleri kapalıydı. Üst kata tırmandığımda onun odasına girdim.
Yatağa bıraktığım poşetleri karıştırırken ilkinde bembeyaz, ipek bir elbise görünüyordu. Bunun akşam yemeği için olduğunu anlayıp poşete geri bıraktım. Pek merak etmiyordum. Diğer poşetleri karıştırıp içinden siyah tayt ve beyaz, kapüşonlu kazak çıkarmıştım. Aynı zamanda iç çamaşırı da. İç çamaşırlarını onun seçmediğini varsaydım, kadın bir yetkili ilgilenmişti herhalde. Yani, lütfen öyle olsundu. Kıyafetleri kucaklayıp banyoya girdim.
Sonunda temiz hissedebilecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...