Kirpiklerimi yavaş yavaş aralarken tırın altında kalmış gibi hissediyordum. Üzerimdeki nemli kıyafetlerin ağırlığı, hâlâ kuramamış olan saçlarımın başımda yaptığı baskı sinir ediciydi. Başım sızlıyordu. Kış ayında ıslak saçlarla kalmanın acısını migrenimle ödeyecektim. Güçlükle doğrulduktan sonra bir müddet bekledim ve görüşümün netleşmesi için gözlerime izin verdim.
Boğazım kurumuştu, tüm vücudum uyuşmuştu sanki. Görüşüm netleştiğinde ilk odağıma giren hemen karşımdaki içi boş şömine oldu. Olduğum yerden etrafımı inceledim, burası salondu. Oturduğum gri, uzun koltuğun karşısında aynısından bir tane daha vardı. Çaprazımda aynı renk tekli bir koltuk vardı, onun önünde dikdörtgen, camdan bir masa ve karşısında yine aynı, tekli koltuk. Etrafım koltuklarla çevrilmişti yani. Duvarlar açık koyu, iki kolon koyu griydi. Ev genelde gri renkliydi ama yerdeki yün halılar siyahtı. Zorlukla arkamı döndüm, salonla birleşik olan yine gri renklerini kucaklayan bir mutfak vardı.
Kesinlikle güzel bir evdi, düşüncelerim kadar griydi. Ama konu bu değildi.
O neredeydi?
Koltuğun kenarlarından destek alıp ayağa kalkmamla bacaklarıma müthiş bir ağrı saplandı. İğrenç ötesi hissediyordum. Kambur bir şekilde kendimi toparlamayı beklerken masanın üzerindeki takvim dikkatimi çekti. Bir sayfası yırtılmıştı ve yukarıdan baksam da takvimin bir karesindeki küçük yazıyı fark edebilmiştim. Merak etmiştim, istemsizce kendimi masaya eğilirken buldum.
Küçük, beyaz takvim kâğıdı elime aldığımda işaretli yere odaklandım. İki kasım işaretlenmişti, önemi neydi ki acaba? Özel bir gün mü diye düşündüğümde, zihnimden gelen cevap 'Hayır'dı. Bakışlarım, iki rakamının hemen çaprazındaki küçük yazıya kaydı. Hafif dağılmıştı yazı. Pilot kalemle yazılmış olmalıydı. Yazıyı okuyabildiğimde emin olmak için gözlerimi kırpıştırdım, bacaklarımdaki bir miktar güç de çekilmiş koltuğun kenarına yaslamıştım kalçamı.
Baki Koçalı.
Kâğıtta yazan isim buydu, son iki harfi silik olsa da anlamıştım.
Nasıl bir bilinmezin içine sürüklenmiştim ben, takvim kağıdında bu ismin ne işi vardı? Merdivenlerden gelen sesle, başımı kaldırdım. Gel, sorulacak çok soru var...
Gözlerim, onun üzerindeyken aklımda tek bir soru vardı.
Babamın isminin takvim kağıdında ne işi vardı?
Ahşap merdivenleri ayağının altında eze eze iniyordu basamakları. Arabadayken üzerindeki kazak şimdi yoktu, siyah bir atlet ve aynı siyah pantolonuylaydı.
İçgüdüsel bir hareketle dikleştim, bacaklarıma kuvvet gelmişti sanki. Sormam gereken bir hesap vardı. Merdivenleri inerken bir saniyelik üzerimde duran bakışları, şimdi tamamen benim üzerimdeydi. Mutfağa doğru yürürken durdu ve başını bana çevirdi. 'Ne var?' dercesine başını salladığında, ona doğru birkaç adım attım. Muhtemelen kendisine çatık kaşlarla bakan, arabadaki halinden daha kendinden emin bir kız görmüş olmasının nedenini merak ediyordu.
''Burada olmamın sebebi ne?'' derken yanına varmıştım. Bana yukarıdan, boş bir bakış attıktan sonra mutfağa girdi. Tezgâhın üzerindeki sürahiyi eline alırken onu izledim. Geniş bir omuzu vardı, kaslı kolları sürahiyi kaldırıp kendine çekerken daha da belirginleşti. ''Babamın isminin, takvim kağıdında ne işi var?'' dedim, sesim kendimden çok emin çıkmıştı. Kaşlarımın havalandığını hissediyordum. Bir anda duyulan tok ses, onun elindeki sürahiyi tezgâhın üzerine sertçe bırakmasından kaynaklanmıştı. İlgisini çekebilmiş, vurucu soruyu dile getirmiştim demek ki, bu iyiydi. Başını hafif yana çevirdiğinde, yüz profilini az da olsa görme şansım oldu. Saçlarının gölgelediği kaşları çatılmıştı, dudakları hafif aralıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...