''Oyalanma kızım, erken gel.'' Mutfaktan bana seslenen annemi onaylarken botlarımın bağcıklarını bağladım ve doğruldum. ''Geç kalmam anne, sınava girip döneceğim.'' Bordo, örgü kazağımı siyah pantolonumun içine sıkıştırıp saçlarımı ellerimle düzelttikten sonra ne olur ne olmaz diye düşünüp hırkayı alıp çantama astım. Gökyüzü kararmıştı, yağmur yağabilirdi.
''Görüşürüz anne.'' deyip cevap beklemeden kapıyı kapatıp evden çıktım. Apartmanda selam verip sohbet açan komşumuz Dilek ablayı hızlıca geçiştirip koşar adımlarla binadan çıktım. Son bir sınavım kalmıştı, ona da geç kalmak istemiyordum. Müzik dinleyip kitap okurken zaman hızla akıp gitmişti, o yüzden acele etmem gerekiyordu. Rüzgâr yüzüme vurduğunda ürperdim, keskin bir soğuk vardı. Kulaklığı takıp en son keşfettiğim müziği açtım. Daha sokağı dönmeden yağmur atıştırmaya başlamıştı.
Çantamın üzerine astığım siyah kapüşonlu hırkamı giydim ama saçlarımı kapatmadım. Soğuk yağmur damlalarını saç diplerimde hissetmekten tuhaf bir şekilde hoşlanıyordum. Hırkanın kollarını avuç içlerime kadar uzatıp hızlı hızlı yürümeye devam ettim. Müziği son sese alırken zihnim düşünceler tarafından işgal edilmişti. Kimin aklına gelir böylesine bir boşluk, bakışlarıma hâkim olmuşken içimdeki cümlelerin, kelimelerin savaşını, düşüncelerimin hiç susmayışını. Yorgunum ama sanmayın ki, çok fazla bir iş yaptığımdan değil bu yorgunluğum. Bedensel bir yorgunluktan ziyade ruhsal bir yorgunluk bu.
Yanımdan hızlıca geçen siyah cipi, üzerime sıçrayan su damlalarıyla fark ettim. İrkilmiştim. Daldığım düşüncelerden silkelenmiştim aniden. Araba geri geri gelirken istemsizce yolun kenarına çektim bedenimi. Araba bana çarpacak sanmıştım bir anda. Ürktüm. Kulaklıkları çıkarıp çantamın ön cebine tıktım. Şoför koltuğunun yanındaki cam açıldığında yüzümün kenarındaki saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım, gerildiğimde böyle yapardım. Neden gerildiğimi de anlamamıştım ya, neyse.
Şoför koltuğundan, olduğum tarafa doğru uzanan kaslı, yapılı bedeni izledim. Adam, başını kaldırdığında yüz yüze geldik. Genç bir adamdı. Tertemiz, berrak bir denizin kıyı kısımları kadar açık mavi gözleri, zihnimi bulandırdı. Bu genç adamın zihnimde oluşturduğu şey, tıpkı kelebek etkisi gibiydi. Gördüğüm anda bütün düşünceler birbirine girdi, her şey bulandı. O kadar çok tanıdıktı, bir o kadar da uzak.
Onu hayatımın bir evresinde görmüş olmalıydım.
Mutlaka.
Burnundaki hafif belli belirsiz kemer, düz kaşları, hafif dalgalı, koyu renkli saçları, buğday teni ve üstündeki derin çukurlu kalın dudağı... Dudağının üstündeki derin çukurda küçük bir nokta olup saklanmak istedim. Bu andan sıyrılmak istedim, karşısında neler olduğundan bihaber, meraklı ve gergin bakışlarla onu dikizliyordum resmen. Ondan çok etkilenmiştim, doğru ama bu ultra yakışıklı olmasından kaynaklanmıyordu. Yani kısmen kaynaklanıyor olabilirdi ama bu genç adamın, bakışlarında başka bir şey vardı beni etkileyen.
Tertemiz bir denizin kıyısı kadar açık olan gözleri değildi sadece mesele.
Mesele, bakışlarının zihnimde oluşturduğu karmaşaydı.
Genç adamın konuşmasıyla, dalıp gittiğim düşüncelerden sıyrıldım. Hareketlerine odaklandım. ''Korktun mu?'' Torpidoyu açtı ve içinden bir kâğıt çıkardı. Cevabımı beklemeden tekrar konuştu. ''Kusura bakma, korkutmak istememiştim.'' Başını kaldırdığında göz göze geldik. Nefes almadan onu dinliyordum. Tok bir sesi vardı. Bu adamın hiç de özür dileyecek bir tipi yoktu aslında.
''Önemli değil.'' dedim, geçen saniyelerin ardından. Bir an hiç konuşamayacağımı sanmıştım.
''Bu adresi soracaktım, yurt dışından yeni geldim. Buraların yabancısıyım.'' dedi, elindeki kâğıdı uzatırken. Bana uzanan kemikli, uzun parmaklara baktım. Düşünmek istemez gibi bakışlarımı kaçırdım, bu adamdaki her detay bana o kadar tanıdık gelmişti ki. Bir çukura düşmüştüm ama çıkış yolu yoktu. Burada durduğum dakikalar boyunca baya bir ıslanmıştım, yağmur hızlanmıştı.
Bunu ağırlaşan saçlarımdan, sırılsıklam olan kıyafetlerimden anlamıştım. Kâğıdı hemen elinden aldım ve üzerindeki yazılara odaklandım. Adresteki bina, muhasebe işlerini yapan bir plazaya aitti, acaba orada ne yapacaktı? Aman, bana ne diye düşündüm. Adres, benim okulumun karşısındaydı ama nasıl tarif edeceğimi bilemedim, baya bir sağ, sol yapması gerekecekti. O, benim anlatacaklarımı anlayacak dikkatte bir insana benziyordu ama ben haftanın birkaç günü gittiğim bu yeri tarif etmek edebilecek miydim, bilmiyordum. Neden bu kadar zor geldi anlam veremedim. Bu anın karmaşıklığından mı, yoksa şapşal olduğumdan mıydı?
Kesinlikte bu anın karmaşıklığındandı.
Genç adamın, dikkatli bakışlarının odağında olduğumu fark ettim. Zaten kulağımın arkasında olan gevşek saçı, elimle bir daha kulağımın arkasına sıkıştırdım. Gerginliğimi sezmiş miydi acaba, haddinden fazla gergindim. ''Burası, bizim okulun karşısı aslında ama yaya olarak gitmek daha kolay, arabayla tam girişi bilmiyorum. Aralarda kalıyor biraz.'' dedim. Bu kadar uzun konuşabildiğime hayret etmiştim. ''İstersen...'' Düzelttim. ''İsterseniz başka birine sorun, bilen olacaktır mutlaka.''
Gözleri kısıldı, elindeki kâğıdı kendine doğru çekti. Dikkatle yüzüme baktığı birkaç saniyenin ardından ''Lütfen,'' dedi. ''Lütfen, beni daha fazla insanla muhatap etme. Senden önce birkaç insana daha sordum zaten. Hem senin okulunun karşısındaymış, arabayla giderken tarif edebilirsin küçük kız.'' Küçük kız... On dokuz yaşına girmek üzereydim. Ben küçük değilim demek istesem de konunun bu olmadığının farkındaydım. Ses tonu ikna etmek ister gibiydi, açıkçası başarılıydı da.
Beni şu arabanın yanından kaçıracak tek bir sebep yok muydu?
''Hem, bak yağmur yağıyor. Sen de epey ıslanmışsın. Giderken seni de bırakmış olurum. Üşümüş gibisin.'' Şu an nasıl göründüğümü az çok tahmin edebiliyordum. Dalgalı saçlarım ıslanıp düzleşmişti, burnumun ucu ve yanaklarım soğuktan kızarmış olmalıydı. Ayrıca dudaklarım da kendiliğinden pembeleşmiştir. Her zamanki soğukluklar, her zamanki etkileri.
''Tamam.'' deyip kapıyı açtım ve oturdum.
Onun dudakları hafif yukarıya doğru kıvrılıp, gözleri parladığında irkilmiştim. Hâlâ arabadan inme şansım var mıydı? Neyse, artık bindim diye mırıldandım kendi kendime, kısık sesle. Bana kayan birkaç saniyelik bakışlardan sonra bir düğmeye bastı ve cam kapandı. Ayrıca bir düğmeye daha basmıştı, arabanın tok bir ses çıkarmasına neden olan. Ama kurcalamadım. Arabalardan anlamıyordum. Cam kapandıktan sonra içerisi sıcacık oldu, klima açıktı yeni fark etmiştim.
Şu yol hemen geçmeliydi, yoksa koltuğa kıvrılıp gözlerimi kapatmam an meseleydi. Gerçekten baya üşümüştüm, yavaş yavaş gevşiyordum. Fransızca, yavaş bir müzik açıktı. Sınava çalışacağım derken sadece üç saat uyuduğumu da göze alırsak kesinlikle uyku kaçması zor bir şeydi. Doğruldum. ''Kusura bakma, koltuğu ıslattım.'' diye mırıldandım. Arabayı hareket ettirdi.
''Önemli değil.'' derken sesi keskindi. Bakışları yola çevrildi. Direksiyonu sıkıca tutan elleri ve yoldan ayrılmayan bakışlarıyla sabit duruyordu. Üzerinde siyah örgü bir kazak ve siyah bir pantolon vardı. Yarım botları da siyahtı. Benzer giyinmiştik. Bacakları çok uzundu, otururken bile belli oluyordu bu. Geniş gövdesi kazağın altından belli oluyordu. Adamı izlemeyi bir anca kesmeyi tembihleyip önüme döndüm.
''Soldan gireceksin.'' Dedim. Neden sormamıştı ki, nereden gireceğini? Sesim ne kadar cılız çıkıyordu, kendime güvenen bir kızdım ben. Ne olmuştu böyle? Acaba bizimkiler, tanımadığım bir adamın arabasına bindiğimi bilseler ne yaparlardı? Normalde asla yapmayacağım şeyleri yapıyordum, resmen hipnotize olmuştum. Başını sallayıp soldan girdi.
Birkaç saniye sonra bir dönemeç vardı. ''Soldan devam edeceksin.'' diye mırıldandım. Hiçbir şey söylemedi. Sağa girip arabayı hızlandırdı. Sabahın sekiziydi, yol boş sayılırdı. ''Yanlış girdin.'' dedim. ''Döner misin, buradan dönüş yok, gideceğimiz yere.''
''Evet, dönüş yok.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KUYTUSU
RomanceSonuçta aşk, gerçekten de her şeyi mahvetmek için iyi bir sebeptir. 'Birkaç polisin elinde silahla ona doğru yürüdüğünü fark ettim. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.' Nefreti, aşk silebilir miydi? Buna karar vermek için daha erken...