Hepimiz kapının önüne yığılmıştık. Aden bir iki adım atarak kapıya yaklaştı ve kılıcını şüpheyle ileri doğru uzattı. Kalkan garip bir yırtılma sesiyle aralanmıştı. Bu kadar kolay olacağını doğrusu hiç beklemiyordum. Açılan aralıktan hemen dışarıya çıktım. Aden de hemen arkamdan geldi ve çıkarken Keira'ya dönerek:
"Siz şimdilik burada kalın, önce biz etrafa bir göz atalım, siz daha sonra çıkarsınız." dedi. Keira isteksizce başını sallayarak onayladı. Doğruca ana çıkış kapısına yöneldim. Aden her an savaşacakmış gibi kılıcını darbe indirmeye hazır bir vaziyette havada tutarak, oldukça dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Hemen şifreyi tuşlayıp kapıyı açtım. Köprü açılmamıştı. Bu beni oldukça rahatlattı, demek ki dışarıdan giren birileri yoktu. Acaba burada da kalkan var mıydı? Elimi usulca kapıdan dışarıya uzattım ve evet, aynı kalkan burada da vardı. Demek ki evin her tarafı bununla çevrilmişti.
"Annemi ve babamı bulmalıyız." dedi Aden endişeyle.
"Haklısın, botanik bahçesine gidelim." dedim. Koşarak arkabahçeye açılan kapıya doğru ilerledik. Aden hızlıca şifreyi tuşladı. Kapı açılınca da daha önce yaptığı gibi kılıcıyla kalkanı yırttı.
Bahçeye adımımızı atmıştık. Buradan annemin bitki laboratuvarı görülebiliyordu. İçeride hiç kimse yoktu.
Aden: "Annem orada değil." dedi, umutsuz bir ses tonuyla.
"Olsun, yine de yakından bakmak istiyorum, belki bir ayrıntı yakalarız." diye cevap verdim.
İlerlerken bir yandan da kötü bir şey olmamasını diliyordum. Laboratuvarın girişindeki büyük yapraklı ağaçların oluşturduğu alanda ilerlemeye başladık. Aden önden gidiyordu. Birdenbire arkamda birisinin olduğunu hissettim. Kılıcımı hamle yapacakmış gibi havaya kaldırarak hızlıca arkaya döndüm. Hiç kimse yoktu. Bu kadar yanılmış olamazdım, arkada birisinin olduğuna yemin edebilirdim. Şüpheyle etrafa göz gezdirirken aniden karşımdaki ağacın gövdesinden bir el uzanarak kılıç tutan elimi yakaladı. Sımsıkı kavramıştı ve bırakmaya niyeti yoktu. O kadar sıkı tutuyordu ki kılıcı diğer elime geçirmem mümkün değildi. Telaşla "Aden yardım et!" diye bağırdım. Aden birkaç adım önümde ilerliyordu ve benim çığlığımla aniden arkasını döndü. Kısa bir süre durumu kavramaya çalıştı ve şaşkınlığını atar atmaz hızlıca yanıma gelerek kılıcını beni tutan kolu kesmek üzere havaya kaldırdı.
Tam indirmek üzereydi ki birdenbire ''Dur!'' diye bağırdım. Aden şaşkınlık içinde ne yapmaya çalıştığımı anlamak istercesine yüzüme bakıyordu.
"Niye durdurdun beni Carol!" diye bağırdı.
"Bak." dedim beni tutan elin bileğindeki işareti göstererek. İçiçe geçmiş iki güneşi ifade eden bir dövmeydi bu. Bileğindeki bu dövmeyi, daha küçücük bir çocukken elime kılıcı tutuşturduğunda fark etmiştim. "Hercules..." dedim cılız bir sesle.
Bitkinin gövdesinde yavaş yavaş hareketlenmeler başladı. Oluşan kabartılar bir yüz figürünü andırıyordu. Hercules'ün yüzüydü bu. Birkaç dakika sonra yüz iyice belirginleşmişti. Daha sonra ağaç, lastik gibi iyice esnedi ve nihayet yırtılarak Hercules'ün başı tamamen dışarıya çıktı. Okyanus mavisi gözleri ve çatık kaşlarıyla bile gizleyemediği sevgi dolu bakışlarıyla karşımda duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLANANLAR
Science Fiction"Eğer farklıysak..." Kelimeler boğazında düğümlenmiş, cümleyi tamamlayamamıştı. "Biz kardeşiz. Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum." diyerek yatıştırdım onu. Sonra devam ettim: "Ama elbette tuhaf olan şeyler var. Mesela; genetik yapımız inanılmaz de...